2 Aralık 2010’da FIFA, 2022 Dünya Kupası’nın Katar’da düzenleneceğini duyurdu. Bu tarih Katar için adeta bir dönüm noktası oldu, zira bu kararla Katar, futbolun en önemli turnuvasına ev sahipliği yapacak ilk Arap ülkesi olmaya hak kazandı. FIFA’nın kararını açıkladığı anlar takip eden yıllar boyunca Katarlıların hafızalarına kazınacaktı. FIFA’nın duyuruyu yaptığı tarihi gece Katar Emiri Şeyh Temim’in erkek kardeşi Şeyh Muhammed, annesi Şeyha Moza’ya sarılarak ağlamış, ekranları başındaki Katarlıları da sevinç gözyaşlarına boğmuştu. O gece Katarlılar uyumadı, araçlarını alarak Doha caddelerine çıkıp sabahın ilk ışıklarına kadar coşkuyla kutlama yaptı. Ülkede yaşayan yabancılar da onlara eşlik ederek bu coşkuya ortak oldu.
Katar için bu karar elbette sürpriz değildi. Ülke uzun yıllardır bu hakkı elde edebilmek için çabalıyordu. Katar için bu olay yalnızca bir futbol müsabakası değil, aynı zamanda son yıllarda etkisini artırdığı dünya sahnesinde varlığını biraz daha artırmak için önemli bir fırsattı. Katar için Dünya Kupası bir nevi ‘soft power’ aracıydı. Dünyanın önde gelen futbol kulüplerini satın alan, formalara reklam veren, milyon dolarlık futbolcu transferleri yapan bir ülke için Dünya Kupası düzenlemenin büyük bir prestij kaynağı olacağına şüphe yoktu. 2022 tarihine kadar öyle ya da böyle, belli aralıklarla herkes Katar’ı konuşacaktı, nitekim öyle de oldu. O güne kadar Katar’ın adını, haritadaki yerini bilmeyen çok sayıda insan turnuva sayesinde Katar’ı tanımaya başladı. Gözler o tarihten bu yana gittikçe artan bir şekilde Körfez ülkesine çevrildi.
Dünya Kupasını düzenlemeye hak kazanması, Katar’ın ‘boyundan büyük işlere kalkışmakla’ suçlanmasının da önünü açtı. Söz konusu hak, ülke için büyük bir fırsat olduğu kadar aynı zamanda ciddi bir sınavdı. Her şeyden önce ülkenin fiziki kapasitesi böylesi bir turnuva için çok da yeterli sayılmazdı. Bir ucundan bir ucuna araçla yaklaşık 1 saatte gidilebilen ülke, sahip olduğu serveti cömertçe kullanarak ‘coğrafyanın değiştirilebilir bir kader’ olduğunu ispatlamak için kolları sıvadı. Dubai gibi oldukça iyi işleyen bir toplu taşıma sisteminden ve metro ağından dahi yoksun olan Doha’nın böylesi bir organizasyonun altından hakkıyla kalkabilmek için halletmesi gereken çok şey vardı. Stadyum inşa etmek yapılacaklar listesinin oldukça ileri sıralarındaydı.
Öte yandan, kendilerinin fiziksel kapasite ve daha birçok bakımdan Dünya Kupası düzenlemeyi ‘daha çok hak ettiğini’ düşünen komşu ülkeler durumdan çok da hoşnut olmadı. Nitekim, özellikle ilişkilerin gergin seyrettiği dönemlerde Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), turnuvanın Katar’dan geri alınması için açıktan çaba harcadı. Rüşvet iddiaları ve stadyum inşaatlarında çalışan işçilerin kötü yaşam koşulları, Katar’a karşı en çok kullanılan iki argüman oldu. Batı ülkelerinin de benzer bir söylem benimsemesi, Körfez ülkelerinin Katar’ın üstüne daha fazla gidebilmesini sağladı.
Futbol Diplomasisi Çözüm Olur mu?
Gerçekçi olmak gerekirse tek başına turnuvaya ev sahipliği yapmaya soyunmanın, Katar için uzun vadede çok da stratejik bir hamle olmadığı ortaya çıktı. 2018 Dünya Kupası’nın sona erdiği ve bir sonraki Dünya Kupası için geri sayımın başladığı bu günler, Katar’ın 2022 için nasıl bir yol izlemesi gerektiği üzerinde düşünme fırsatı sunuyor.
Bugün Körfez ülkeleri arasında 2017 yılının haziran ayından bu yana yaşanan gerilim göz önüne alındığında, en ideal tablonun aslında Katar’ın turnuvaya diğer Körfez ülkeleri ile birlikte ev sahipliği yapması olduğu söylenebilir. Turnuvayı birlikte düzenlemek, hem son derece küçük bir alana sahip olan Katar’ın fiziki kapasitesini çok fazla zorlamaması, hem de komşularıyla ilişkilerini orta vadede, hiç değilse önümüzdeki dört yıl için ‘futbol diplomasisi’ aracılığıyla sağlam bir temele oturtması açısından rasyonel bir adım olabilirdi. Böylesi bir senaryoda bugün, Suudi Arabistan’ın Katar’ı ‘’tecrit edilmiş bir adaya’’ dönüştürme projesi belki de hiç gündeme gelmeyebilirdi.
Bugün komşuları tarafından abluka altında olan Katar, var olan tek kara sınırının da kapatılması sonucu, en azından coğrafi anlamda ‘köşeye sıkışmış’ durumda. Ülkenin bunu önceden öngörebilmesi elbette mümkün değildi, ancak bugün gelinen noktada sorunların futbol diplomasisi yoluyla çözülebileceğini söylemek hiç de abartılı bir hayal olmayacaktır. Katar, Dünya Kupası’nı yakın komşularıyla birlikte düzenlemesi hem kendisi hem komşuları hem de turnuva için ülkeye gelecek milyonlarca turistin yararına olabilir. Maçların Katar gibi 11 bin 500 kilometrekarelik dar bir alana hapsedilmesi yerine, özellikle Dubai, Abu Dabi, Maskat ve Riyad gibi şehirlere dağılması, ayrıntılı düşünüldüğünde birçok açıdan olumlu sonuçlar doğurabilir.
Benzer Bir Öneri İran’dan Geldi
Aslında bu yönde bir teklif, komşularıyla arası açılan Katar’ın son dönemde ilişkilerini güçlendirdiği İran’dan kısa bir süre önce gelmişti. İran spor bakanı, ülkenin güneyinde bulunan Kiş adasını adeta Katar’ın ‘hizmetine sunduğunu’ söyledi. Bakan, Katar’ın çok sayıda otel ve spor tesisine sahip turistik adanın imkanlarından dilediğince yararlanabileceğini, turnuva öncesi kamplar ve hazırlık maçlarının burada yapılabileceğini ifade etti.
Dünya Kupası’nın ‘ortaklaşa’ yapılması aslında turnuva tarihinde bir ilk değil. Nitekim 2002 Dünya Kupası Güney Kore ve Japonya’da oynanmış, şampiyonayı ilk kez 2 ülke birlikte düzenlemişti. Benzer bir işbirliğinin Katar, Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn, Kuveyt ve Umman, veya bunlardan birkaçı arasında da yapılması pekala mümkün olabilirdi.
2018 Dünya Kupası geride kaldı, 2022 Dünya Kupası için geri sayım başladı. Önümüzdeki dört yılda Körfez’de ve dünyada neler olacağını kestirmek zor, ancak böylesi önemli bir organizasyonda Körfez ülkeleri arasında bir ortaklık ve işbirliği sağlanmış olsaydı- veya sağlanabilirse- bu ülkeleri hiç değilse 2022 sonuna kadar bağlayacak güçlü bir sebep var bulunabilir. Futbol diplomasisi, artık kangren haline gelen krizin çözümü için basit görünen ama ‘sahada’ etki edebilecek yegane çıkış yollarından biri olabilir.
Katar, organizasyonu birlikte yapmayı teklif etmeyi ‘taviz’ değil, kendisinin de menfaatine olacak bir avantaj gibi görebilirse gerek bölgede gerekse dünyada kredisini de ciddi biçimde artıracaktır. Böyle bir ‘gol pasından’ sonra gözler ‘rakip sahaya’ çevrilecek, bu sayede krizi sürdürmekte ısrar eden Körfez ülkelerinin çözüme ne kadar açık olduğu da daha net anlaşılacaktır.