İsrail’de nüfus mühendisliği “kimlik ve toprak” bağlamını güçlendirmek adına hukuk ve yerleşim politikalarıyla uygulanan bir sistemdir. Bu çerçevede devletin kuruluşunu takiben kabul edilen Geri Dönüş Yasası (1950) bu sisteme işlerlik kazandıran ve devamını sağlayan önemli bir mekanizmadır. Nitekim 1948 sonrası dönemde İsrail’e yönelen Yahudi göçlerinin büyük çoğunluğu bu Yasa kapsamında gerçekleşmiş ve göçmenler Yasa’nın kendilerine tanıdığı vatandaşlık ve yerleşim haklarından yararlanmıştır. Kişiye doğrudan vatandaşlık hakkı veren söz konusu Yasa’nın temel mantığı; bölgede Yahudi çoğunluğun oluşmasını sağlamaktır. Dolayısıyla geri dönüşte belirleyici ölçüt “Yahudi” olmaktır. Aliyah olarak ifade edilen geri dönüşlerde bireyin Yahudiliğini kanıtlaması Yasa kapsamında değerlendirilmesi açısından yeterli bir koşul olarak kabul edilmektedir.

Filistinlilerin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 194 sayılı kararı uyarınca geri dönüş talepleri ise demografik yapıya tehdit olarak görüldüğü gerekçesiyle reddedilmektedir. Bu durum İsrail’in göç ve vatandaşlık politikalarında kimlik temelli asimetrik bir yaklaşım benimsediğini ortaya koymaktadır. Yani İsrail, daha önce o topraklarda hiç yaşamamış, bölgeye yabancı olan ancak Yahudi olmaya niyetlenmiş herhangi birine yerleşim hakkı tanırken, asırlardır o topraklarda yaşamış yerli bir Filistinliye bu hakkı tanımamaktadır. Son yıllarda İsrail’e göç edenlerin ekseriyeti bu özellikte olan -bölgeye yabancı- grup ve topluluklardan oluşmaktadır. Bunun son örneğini Kasım 2025’te İsrail hükümetinin Hindistan’ın Manipur ve Mizoram gibi kuzeydoğu bölgelerinde yaşayan B’nei Menashe (Beni Menaşe, Menaşeoğulları) halkını İsrail’e getirme planı oluşturdu. Plana göre 2030 yılına kadar Hindistan’daki tüm Menaşe topluluğunun (5 bin 800 kişi) kayıp kabile statüsüyle İsrail’e yerleştirilmesi ön görülmektedir.1

Halihazırda İsrail’de pek çok Beni Menaşe üyesi bulunmaktadır. Aşama aşama göçlerle gelen grup üyelerinin yerleştirildiği alanlar Gazze sınırı ila Nasıra, Celile, el-Halil gibi Filistinli nüfusun ağırlıkta olduğu Batı Şeria’nın kuzey bölgeleridir. Entegrasyonlarından sorumlu bakanlık yeni gelenlerin yerleşmesine yardımcı olmak için din değiştirme kursları, mali destek, İbranice dil eğitimi, iş rehberliği, geçici konaklama ve sosyal programlar sağlamaktadır. Bunların her biri için ciddi bütçeler ayrılmaktadır. Örneğin Kasım ayında açıklanan son Hindistan göçünün ilk dalgası için hükümetin ayıracağı bütçe yaklaşık 28 milyon dolardır. Başbakan Netanyahu’nun “İsrail’in kuzeyini güçlendirilmek adına alınan Siyonist bir karar”2 olarak açıkladığı bu göç dalgasıyla Suriye hattında Dürzilerden sonra ağırlıklı olarak Hintlilerin de yer alacağı anlaşılmaktadır.

İsrail’de gerçekleşen bu tür dış göçler kimileri için sıradan göç vakası olarak değerlendirilse de bazı noktaları fark etmek önemlidir. Birincisi, göçler Kutsal Kitap’ta kehanetlerle ilgili bablarda yer alan – vaat topraklarına sürgünden dönüş- nispetiyle gerçekleştirilmektedir. Yani kutsal bir amaç barındırmaktadır. İkincisi, dünya tarih akışına yaklaşık 3 bin yıl önce kaybolmuş birtakım toplulukların bulunduğu anlatısı girmektedir!

Beni Menaşe Kimdir?

Etnik olarak Tibet-Burma grubuna (Kuki-Mizolar) ait olduğu düşünülen Beni Menaşe topluluğu kendilerini kutsal metin anlatılarında geçen İsrailoğullarından biri olarak görmektedir. MÖ 8. yüzyılda Asur kralı tarafından sürgün edilen İsrail’in on kabilesinden biri olan Menaşe kabilesinin soyu olduklarına inanırlar. Yaklaşık 9 bin üyeden oluşan topluluğun esasında böylesi bir inancı yüklenmesinin 1980’lerden itibaren olduğu söylenebilir. Pek çoğu animist bir inanca sahip iken 20. yüzyıl sonlarında Uluslararası Hristiyan ve Yahudi Kardeşliği (International Fellowship of Christians and Jews), Hristiyanlığı yaymak amaçlı bölgede bulunan çeşitli Protestan dernekleri ve Mesiyanik Hristiyanlar din değiştirmelerinde önemli bir etkiye sahip olur; önce Hristiyan ardından Yahudi olurlar. İsrail’e ilk göç teşvikleri de bu tür Hristiyan kurum ve kuruluşların yardımıyla gerçekleşmiştir. Dolayısıyla dinî dönüşümlerinde rol oynayan misyoner teşkilatları ayrıntısını görmek önemlidir. Beni Menaşe üyeleri uzun bir müddet İsa’yı Mesih olarak görmeye devam etse de Yahudi inanç ve esaslarına uygun olacak şekilde dönüşümden geçmeleri bu tür inançları geri plana itmiştir. Diğer yandan topluca gerçekleşen din değiştirmeler ülkede tartışmalara yol açmış, İsrail ile Hindistan arasında gerginliğe sebebiyet vermiş ve bu da İsrail’e göç taleplerinin uzun müddet askıda kalmasına neden olmuştur. 2005 yılında Sefarad Hahambaşısı Şlomo Amar’ın topluluğun İsrail’in kabilesi oldukları iddiasını onaylaması, topluluk üyelerine Geri Dönüş Yasası’na göre İsrail’e göç etme yolunu açmıştır. Başta Gazze olmak üzere çeşitli Yahudi yerleşim birimlerine nakledilen Menaşe göçü, Başbakan Ariel Şaron’un tek taraflı Gazze ve Batı Şeria’dan çekilme kararıyla sekteye uğramıştır.

Bugün İsrail’de hemen hemen hepsi son 20 yılda göç etmiş yaklaşık 4 bin Menaşe üyesi bulunmaktadır. Özellikle 7 Ekim sonrası birçok Menaşe üyesi İsrail’e gelerek ordu hizmetine katılmış, Gazze’de çatışmıştır. Çatışmalar için toplamda kaç Hintlinin takviye edildiği şuan için bilinmemektedir. Göçler halihazırda devam etmektedir. Topluluk üyelerinin maddi/manevi tüm sorumluluğu ağırlıklı olarak Yahudi Ajansı ve İsrail hükümetindedir. İsrail’e vardıklarında kendilerinden beklenen ilk şey, resmî anlamda Ortodoks Yahudiliğe geçmeleridir. Buradaki problem, Yahudi oldukları iddiasıyla göç ettirilen bir topluluğun din değiştirmesinin şart koşulması (giyur) meselesidir. Yani tam olarak Yahudi olmadığı düşünülen bir topluluk din değiştirdiği taktirde tüm problem ortadan kalkmaktadır.

İthal Yerleşimci Modeli

Menaşe topluluğunun durumu 1980’lerden itibaren İsrail’in kayıp kabilelerinden biri (Dan kabilesi) oldukları iddiasıyla İsrail’e taşınan Etiyopyalı Beta Israel (Falaşa) topluluğuyla benzerdir.  Çıkan tabloya göre İsrail, kutsal metin anlatılarında yaklaşık 3 bin yıl önce kaybolduğu belirtilen İsrailoğulları kabilelerinden ikisini “Dan ve Menaşe” bulmuş durumdadır! Öte yandan İsrailoğullarının kayıp kabileleri olarak tanınmalarına rağmen söz konusu kabileler Yahudi dünyada “Yahudi” kabul edilmek için mücadele etmektedir. Bu, meselenin çok başka bir boyutudur. Burada aktarılmak istenen ne Menaşe’nin ne Beta Israel’in ne de başka bir topluluğun antik İsrailli olduğu henüz tespit edilmiş değildir. Bugün kayıp kabile gibi bir bağlantıyla birtakım toplulukların Yahudi soya sahip olduğu iddiası tarihsel olarak kanıtsız bir şekildedir. İlk etapta vatandaşlık için uygun görülmeyen bu halkları bugün Yahudi vatandaşı yapan şey, İsrail’e göç etmek istemeyen beyaz Yahudi’nin yokluğudur. Daha önce yabancısı oldukları toprağa ve halka aidiyet geliştirerek yerleşimci olan bu tür ithal topluluk ve kabilelere sunulan tek bir seçenek vardır; Siyonist topluma entegre olmak.

Dolayısıyla İsrail’in bilhassa son yıllarda göç, entegrasyon ve diaspora meselelerine yönelik politikalarının ithal yerleşimci model üzerinden ilerlediği söylenebilir. Bu modelde en dikkat çeken ayrıntı; Hindistan, Etiyopya, Yemen gibi genellikle üçüncü sınıf ülkelerde yaşayan ve bulundukları yerde yoksulluk, kıtlık veyahut iç savaşla mücadele eden sosyo-ekonomisi düşük topluluklardan oluşmasıdır. Daha önce hiç yaşamadıkları, ait olmadıkları yere aidiyet geliştirmelerine sebebiyet veren yegâne unsur şüphesiz sunulan cazip şartlardır. Kıtlıkla, iç savaş nedeniyle ölmektense hayatta kalabilmektir. Bir diğer ayrıntı ise, ithal yerleşimcilerin ekseriyetinin merkezi yerlerden ziyade şehirlerden uzak konutlara, istikrarsız olarak adlandırabileceğimiz sorunlu bölgelere ve sınır hatlarına bilhassa Arap Müslüman nüfusun içlerine yerleştirilmesidir.

İthal yerleşimcilerin Yahudilikleri hem yıllarca yaşamlarını sürdükleri yerde hem yeni geldikleri İsrail’de hala tartışılır vaziyettedir. Yahudilikleri şüpheli bulunduğu için Halaha’ya (Yahudi dinî hukuku) göre din değiştirme gerekliliği eleştirilerin odağındadır. Yani Yahudi olarak görülmeyen bu ithal göçmenler “yasal göç” kategorisine geçmek ve İsrail’in Yahudi vatandaşı olabilmek için din değiştirmek zorundadır. Bu durum en net şu şekilde özetlenebilir; Siyonist felsefe önce Yahudi sayılmayan çeşitli kabile ve toplulukları bölgeye getiriyor ve ardından onları Yahudiliğe dönüştürüyor. Böylece yerli Filistinli nüfus azınlık durumuna düşürülerek Yahudi nüfusun artışı sağlanıyor. Dolayısıyla bugün İsrail’in nüfus mühendisliğinde uyguladığı metot tipik bir misyonerlik çeşididir. Siyonizm’in yerleşimci kolonizasyonu arttırmak amaçlı sözde kayıp kabile bağlantısıyla yarattığı birbirinden bağımsız Yahudi kimlikler bugün lehte gibi dursa da ilerleyen dönemde muhtemeldir ki Yahudi iç çatışmasına dönüşecektir.

Günümüzde İsrail’deki Yahudi nüfusun yaklaşık %3’ünü Etiyopya kökenliler, %0,5’ini Sahraaltı Afrika menşeli diğer topluluklar ve %0,8’ini Hindistan kökenliler oluşturmaktadır. Konu nüfus artış oranı üzerinden takip edildiğinde, aşağıdaki grafikte görüleceği gibi, özellikle 1960 ila 1990/92 yılları arasında belirgin bir demografik sıçrama gözlemlenmektedir. Bu artışın en yoğun ve etkili dalgası ise 1990 sonrası dönemde gerçekleşmiştir.3 Bu bağlamda temel tartışma noktası, Geri Dönüş Yasası gibi hukuki düzenlemeler aracılığıyla “kayıp kabileler” söylemi çerçevesinde üçüncü dünya ülkelerinden İsrail’e yerleştirilen toplulukların konumunun salt dinî gerekçelerle açıklanıp açıklanamayacağıdır. Aksine, bu yerleştirme süreçlerinin İsrail’in uzun vadeli siyasi ve demografik stratejileriyle yakından ilişkili olduğu ve bu nedenle meselenin dinî olduğu kadar -hatta ondan daha fazla- politik ve demografik bir boyut taşıdığı tartışmaya açılmalıdır.