Hamas’ın 7 Ekim’de Aksa Tufanı adı verilen bir operasyonla İsrail’e saldırması sonrasında İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları neredeyse bir aya yaklaştı. 15 yıldan fazla bir süredir abluka ve tecrit yaşamı sürdüren Gazzelilere su, gıda, ilaç gibi insanî temel ihtiyaçlar sağlanamazken, adeta bölgedeki sivillerin yaşam hakları yok sayılıyor. Batı tarafından (Almanya) Yahudilere yaşatılan Holokost, bu sefer İsrail tarafından Filistinlilere uygulanıyor. Saldırılar sonucu yaralıları tedavi eden doktorlar şimdiye kadar hiç görmedikleri ağır yanık vakalarıyla karşılaştıklarını anlatıyorlar. İsrail’in suç teşkil eden beyaz fosfor bombası kullandığı iddiaları altında bu tür ağır yaralanmaların hangi nedenden ötürü meydana geldiği henüz netleşmedi.

Gazze’deki sivillere yönelik saldırılar dünya kamuoyunun da tepkisini çekti. Yahudiler dahil çeşitli dinden, görüşten milyonlarca insan protesto ve gösterilerle İsrail’in acımasız saldırılarını kınamaktadır. İsrail hükümeti durumu “meşru müdafaa hakkı” olarak açıklasa da, öldürülen insanların çoğunluğunun kadın ve çocuklardan oluştuğu göz önüne alınırsa bunun müdafaadan ziyade masumlardan intikam olduğu anlaşılmaktadır. İsrail tarafından bombalanan Gazze’deki El-Ehli Babtist Hastanesi’nde tek seferde yaklaşık 500 kişi hayatını kaybetti. 20 gün içerisinde Gazze Şeridi’nde öldürülenlerin sayısı 7 bini aşmış durumdadır ve BM verilerine göre ölenlerin %40’ını çocuklar oluşturmaktadır. İsrail saldırıları nedeniyle hiçbir arama kurtarma yapılamadığı için enkaz altında binlerce insanın bulunduğu tahmin edilmektedir. Şimdiye kadar 101 sağlık çalışanı öldürüldü, 12 hastane ve 32 sağlık merkezi hizmet dışı kaldı. Gazzeli nüfusun %70’i yerinden edildi.1 Eldeki verilere bakıldığında İsrail’in bölgeye yönelik saldırıları meşru müdafaanın ötesindedir. Bunun literatürdeki adı katliamdır, etnik-dini soykırımdır. Gazze’de zor koşullar altında mahsur kalan sivillere yardım etmek için artan uluslararası çağrılara rağmen İsrail hükümeti henüz ateşkesten bahsetmedi.

Netanyahu’nun Yeşaya Çıkışı

Netanyahu saldırılar devam ederken 25 Ekim 2023’te verdiği bir demeçte İsrail ordusunun Gazze’ye yönelik kara harekâtına hazırlandığını belirtmesinin ardından, “Bizler ışığın insanlarıyız, onlar karanlığın insanları ve ışık karanlığa karşı zafer kazanacaktır… Artık tek bir amaç için bir araya gelmenin zamanıdır; Zafere ulaşmak için hızla ilerlemek. Ortak gücümüz ile haklılığımıza ve Yahudi halkının ebediliğine olan derin inancımızla Hamas’a karşı Yeşaya kehanetini göreceğiz. Ülkenden şiddet, sınır boylarından soygun ve yıkım haberleri duyulmayacak artık. Surlarına kurtuluş, kapılarına Övgü adını vereceksin” ifadelerini kullandı. Netanyahu’nun açıklamasında Yahudilerin kutsal kitabı Tanah’ın Peygamberler bölümünde yer alan Yeşaya anlatısına gönderme yapıldığı görülmektedir (Yeşaya 60). Yani Netanyahu hazırlığı yapılan yeni bir saldırıyı Kutsal Kitap terimleriyle açıklamıştı. Muhtemelen uzun yıllardır sahayı çalışan pek çok araştırmacı “Yeşaya da neyin nesi” sorusuyla meşgul oldu. Uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi terminolojisinde geçmeyen Yeşaya’nın Gazze saldırılarıyla ilişkisi ne olabilirdi?

Yahuda Krallığı döneminde yaşayan bir peygamber olduğu düşünülen Yeşaya (MÖ. 8.-7. yy), hem Hristiyan hem Yahudi inancında önemli bir isimdir. 66 bölümden oluşan Yeşaya Kitabı’nın daha çok son kısımlarında geçen söz konusu anlatı (ve kitabın tamamı) Hristiyanlar tarafından da kutsal bir metin olarak görülür. Netanyahu’nun vurguladığı kısım özetle; İsrailoğullarının Tanrı tarafından “seçilmiş halk” olduğu, Doğu’dan Batı’dan dağılmış tüm İsrailoğullarının Siyon’da (Kudüs) yeniden bir araya geleceği, Tanrının Krallığı’nın Siyon’da yeniden kurulacağı, Süleyman Mabedi’nin üçüncü kez yeniden inşa edileceği, İsrailoğullarının gücünü yeniden kazanacağı, uluslara ışık olup adalet sağlayacağı gibi konuları ele almaktadır. Yani İsrail’in kurtuluşu ve görkemli geleceği üzerinde durulmaktadır. Yahudi dünyası için anlamı budur.

Teolojik Olarak Siyonizm ve Evanjelizm Ortaklığının Sonu: Mesihlerin Çarpışması

Hristiyan inanışa göre İsa Mesih’in ikinci kez yeryüzüne gelişi yolunda İsrailoğullarının eski zamandaki gibi yaşaması gerekmektedir. Yani İsa Mesih’in yeniden gelmesi için İsrailoğullarının kayıp on kabilesi bulunup Siyon’a yerleşmiş olmalıdır. Kehanetin diğer bölümünü Süleyman Mabedi’nin yeniden inşa edilmesi oluşturmaktadır. Evanjelizm’in Yahudi dünyayla yakından ilgilenmesinin nedeni bu hususlardır. Her ikisinin de dinen kurtuluşu birbirine bağlı görünmektedir ve bu konuda ortaklık yapmaları kaçınılmaz olduğundan esas sorun da burada başlamaktadır. Diyelim ki şartlar sağlandı ve büyük savaş (Armagedon) yapıldı, ya sonra? Yahudi’nin inancı Yahudi’ye; Hristiyan’ın inancı Hristiyan’a. Nasıralı bir Yahudi olan İsa’yı inancı nedeniyle öldürenlerin, bundan sonra İsa’dan medet umması elbette ki söz konusu değildir. Geçtiğimiz haftalarda Kudüs’te Çile Yolu’nda hac görevini yerine getirmeye çalışan Hristiyanlara o sırada oradan geçmekte olan Yahudilerin tacizine (tükürmeleri) kameralara yansımıştı.

Hem Hristiyanlık hem Yahudilik bu tür pasajlar nedeniyle bir gün Tanrının Krallığı’nın kurulacağına inanmakta, bunun için bir kurtarıcı (Mesih) beklemektedir. Ancak her ikisinin Tanrısı farklıdır her ikisinin beklediği Mesih de farklıdır. Yahudi kaynaklarında beklenen Mesih Davut soyundandır; Hristiyanların beklediği Mesih ise İsa Mesih’tir. Yahudiler İsa’yı ne Mesih ne peygamber kabul eder. Kıyamet savaşları olarak geçen bu tür anlatıların sonu bir nevi Mesihlerin çarpışmasıdır. Akıbette; her biri kendi Tanrısının, kendi Mesihinin kazandığını iddia eder.

Teolojik olarak Yahudilik ve Hristiyanlığın birleşimi mümkün olmamasına rağmen, son dönemde Yahudilerin beklediği kurtarıcının aslında İsa Mesih olduğunu iddia eden yeni bir anlayış (hatta din) doğdu; “Hristiyan Siyonizmi”. Yahudilerin beklediği Mesih’in İsa Mesih olma ihtimali, Yahudi inanç ilkelerine göre mümkün değildir.

Kitaba Sondan Başladı

Yeşaya Kitabı’nda Babil’in yükselişi, Kudüs’ün yıkılışı, Yasa’nın (Musa Şeriatı) çiğnenmesi nedeniyle Tanrının dünyayı cezalandıracağı, Tanrı’ya karşı gelen her ulusun yıkılacağı gibi pek çok konu ele alınmaktadır. Ele alınan konulardan biri de, İsrailoğullarının günahı, kibri ve inatçılığıdır (Yeşaya 48). İsrail’in kurtuluşunun Yasa’ya uyduğu taktirde olacağı belirtilir (Yeşaya 48, 49). Örneğin İsrailoğullarının seçilmişliğini anlatan Yeşaya 43, metnin devamında İsrail’in günahları nedeniyle bütünüyle yıkıma, rezilliğe mahkûm edildiği belirtir. Öyle ki Yeşaya’nın giriş pasajında Yasa’ya uymamaları nedeniyle öfkeli bir Tanrı vardır: “…Çocukları yetiştirip büyüttüm ama bana başkaldırdılar. Öküz sahibini, eşek efendisinin yemliğini bilir ama İsrail halkı bu kadarını bile bilmiyor. Halkım anlamıyor (Yeşaya 1:2-3); Ellerinizi açıp bana yakardığınızda gözlerimi sizden kaçıracağım. Ne kadar çok dua ederseniz edin dinlemeyeceğim. Elleriniz kan dolu. Yıkanıp temizlenin. Kötülük yaptığınızı gözüm görmesin. Kötülük etmekten vazgeçin. İyilik etmeyi öğrenin, adaleti gözetin, zorbayı yola getirin, öksüzün hakkını verin, dul kadını savunun” (Yeşaya 1:15-17); İstekli olur, söz dinlerseniz, ülkenin en iyi ürünlerini yiyeceksiniz. Ama direnip başkaldırırsanız kılıç sizi yiyip bitirecek (Yeşaya 1:19-20)”. Yine Yeşaya 6:9’da “İşittikçe işitecek ama anlamayacaksınız, Baktıkça bakacak ama görmeyeceksiniz” denilmektedir. Yani Netanyahu kitaba sondan başlamıştır.2 Hem Yahudiler hem Hristiyanlar için kutsal olan bir metin seçerek saldırıları için gerekli destek ve yardım ihtiyacına teolojik bir argüman sağlamıştır.

Dış politikada teolojik hamleler uygulamadan önce, teolojik bir devlet olunup olunmadığı sorusunun yanıtının verilmiş olması gerekir. Bugün İsrail, uyguladığı politikalar nedeniyle tarihinin en yoğun protestolarını yaşamaktadır. Yerleşimci politikası da eleştirilmektedir. Son dönemde yerleşimci nüfusu arttırmak amaçlı dünyanın çeşitli noktalarından -bilhassa Afrika’dan- toplanan yeni göçmenlerin gerçek Yahudi olmadığını düşünen Yahudiler vardır. Bu konuda Knesset’teki tartışmalar sonlanmış değildir, ki yapılan gen ve DNA analizleri Etiyopya’dan kayıp Dan kabilesinin soyu oldukları iddiasıyla getirtilen Falaşa topluluğunun, Ortadoğu ile bağlantısı olmayan yerli Afrikalı bir kabile olduğunu ortaya koymuş durumdadır.3 Diğer yandan hemen hemen her gün dindar Yahudiler devlet aleyhine gösteriler yapmaktadır. Bu dindarlar, Yahudiler adına konuşan ve onlar adına savaştığını iddia eden İsrail’in meşruluğunu kabul etmemektedir. Askere gitmek istememelerinin altında yatan neden de budur. Bu açıdan İsrail’in kendi içerisinde meşruiyet problemi hala sürmektedir ve nedeni de 1948’de kurulan rejimin kutsal metinlerde geçtiği şekilde kurulmamasıyla ilişkilidir. Nitekim Yahudi kaynaklarında Yahudilerin bir devlet altında toplanması -beklenen kurtarıcı Mesih eliyle- olacaktır. Bu nedenle Netanyahu’nun vurgulamaya çalıştığı görkemli geleceğe ulaşma arzusu ilk kez ortaya çıkıyor değildir. Yahudi tarihi bu açıdan onlarca sahte Mesih vakasıyla doludur. En bilineni, Osmanlı döneminde yaşamış olan Sabatay Sevi’dir. Yahudi inanç dünyasında Mesih hala beklendiğine göre ortaya çıkan tablonun yorumu; Siyonizm Mesih’ten rol çalmıştır.

Filistin Meselesi İsrail’in Sorunu

Filistin meselesi Osmanlı Devleti’nin o topraklardan çekilmesiyle başlayan bir sorundur ki aslında sorun Filistin’in de değil, İsrail’in sorunudur. Zira İsrail bahsi geçen toprakları kendi toprağı olarak gördüğü için yerleşim hakkının da kendisinde olduğunu iddia etmektedir. Bu düşüncenin temeli de “vaadedilmiş toprak” mitiyle somutlaşan Kutsal Kitap’tan gelmektedir. Dolayısıyla Ortadoğu’da güç gösterisinde bulunan Amerika’yı, İsrail’i değerlendirirken bu tür teolojik yönlerin göz ardı edilmemesi gerekir. Yeşaya anlatısına yer verilmesi bu durumun saklanılmadığını da göstermektedir. Bununla birlikte gerek Yahudi gerek Hristiyan, dini ne olursa olsun dünya etrafından milyonlarca insanın İsrail’in saldırılarını insanlık dışı olarak görüp tasvip etmemesi, bir dönem sonra saldırılarda kullanılan teolojik argümanların işlevsiz kalacağına işaret etmektedir. Nitekim akıl ve vicdanın götürdüğü yol tektir. Daha kutsal metne nasıl dahil olduğu netliğe kavuşmayan, Hristiyan veya Yahudi akademilerinde hala tartışma konusu olan birtakım anlatıların insan öldürmeye, işgale gerekçe olarak sunulması da ayrı bir tartışma konusudur.

Türkiye Yeşaya Kehaneti’nin Neresinde?

Tam merkezinde. Türkiye’nin bu açıdan dikkatli bir politika yürütmesi gerekmektedir. Netanyahu’nun Işık olmak istediği alana Türkiye’nin Güneydoğusu da dahildir. Tanah metinlerinde Arz-ı Mev’ûd’un sınırları konusunda aslında karmaşa bulunsa da genel kanı İsrail, Filistin, Mısır, Lübnan, Ürdün, Suriye, Irak, İran, Kuzey Suudi Arabistan ve Türkiye’den toprak parçalarını içeren geniş bir alan olduğu şeklindedir (Tekvin 15:8; Tesniye 11:24). Yahudi tarihini çokça meşgul eden sahte Mesih vakalarını tetikleyen de bu ideali gerçekleştirme arzusuydu. Aynı arzunun 21. yüzyılda kişiden ziyade bir hükümet tarafından dile getiriliyor oluşu oldukça ilginçtir.

Adı üstünde bu bir kehanettir. Dünyanın çeşitli yerlerinde bilhassa Hristiyan dünyasında kehanetlere örülü onlarca kıyamet tarikatı bulunmaktadır. Sınır komşumuz İran da kendi kehanetiyle ilgilenmektedir. Netanyahu’nun örneklediği Yeşaya metni dahil Kutsal Kitap’ta yer alan pek çok dinî metin ve anlatının Kutsal Kitap’a nasıl dahil olduğu konusu belirsizdir. Araştırmalar yapılmaktadır. Doğru veya değil, bizi ilgilendiren husus bu tür argümanların sahaya taşınıp teo-politikleştirilmesidir.

Netanyahu uzun süredir İsrail toplumunda protestoların merkezindeydi, düştü düşecek gözüyle bakılıyordu. Son olayla ibre bir anda durdu.  7 Ekim’de istihbarat zafiyeti gösterildiği iddiaları arasında Netanyahu Yeşaya çıkışıyla hem yük hafifletti hem istediği askeri-ekonomik yardım isteğine zemin buldu, hem de meseleyi dinî boyuta çekerek somut katliamı teolojik bir temele dayandırdı. Verilen mesajı hoşnutlukla karşılayan Amerika’da tam bu sırada yeni Meclis Başkanı seçildi; İsraille iyi ilişkileri olduğu bilinen Evanjelist Mike Johnson. Johnson’un ilk görüştüğü konu, İsrail için düşünülen 14.5 milyar dolarlık yardım paketi oldu.4

Açıktır ki, İsrail’in dış politikada teo-politik argümanlara sığınması işgale ve soykırıma meşruiyet kazandırmak ve aynı zamanda dış destek sağlama ihtiyacı nedeniyledir. Yoksa dün Yeşaya’ya sırtını dayayanın bir gün sonra Tanrısını unutup -öldürmenin yasak olduğu- Şabat’ta soykırım yapması nasıl düşünülebilir?5 Tüm bunlar Yahudilikte teolojik kırılmalar yaşandığını göstermekle beraber bugün pek çoğu Filistinlilerin yanında olan anti-Siyonist Yahudilerin mücadelesinin de bir nebze anlaşılması sağlamaktadır.