Libya’da geçtiğimiz Mayıs ayından bu yana silahlı karşıt gruplar arasında yaşanan çatışmalar devam ederken önemli bir gelişme yaşandı. 6 Kasım Perşembe günü, Libya Anayasa Mahkemesi, 25 Haziran’da gerçekleştirilen seçimler sonucunda seçilen Tobruk Parlamentosu’nun feshedilmesine karar verdi.
Önceki yazılarda Libya’da çatışan tarafların siyasal ve askeri kanatları hakkında ayrıntılı bilgi verdiğim için, kısaca bir hatırlatma ile mahkeme kararı ve sonrasında gelişen süreci değerlendirmek istiyorum.
20 Mayıs 2014’de yüzde yirmi katılımla gerçekleşen seçimle belirlenen Parlamento Tobruk’da göreve başlamış, Halife Haftar’ın “Darbe” olarak nitelenen çıkışını desteklemiş, hatta Halife Haftar ve ona bağlı birliklerin Libya Ordusu çatısı altında değerlendirilmesine imkân veren bir yasa çıkarmıştı. Tobruk Parlamentosu’nun resmi törenle yerine geçeceği bir önceki parlamento (Milli Genel Kongre) ise Tobruk Parlamentosu’nun karşısında konumlanmış ve Haftar ve ona bağlı birliklere karşı mücadele eden Libya Şafağı Güçleri’nin yanında yer almıştı.
Siyasi açıdan Tobruk Parlamentosu ve Milli Genel Kongre karşıtlığı şeklinde belirginleşen kutuplaşma, askeri çatışma açıdan “Libya Şafağı Güçleri”, “Bingazi Devrimcileri Şura Meclisi” ve “Onur Operasyonu Güçleri”, “Zintan Birlikleri” karşıtlığı şeklinde belirginleşmekte, taraflar kendilerini tek meşru otorite olarak kabul etmekte ve uluslararası arenada muhatap olarak kabul edilmek istemekteydi. Bu koşullarda taraflar kendi meşruiyetini ispat etmek için girişimlerde bulunmaya başladı. Tobruk Parlamentosu’nun Trablus’ta toplanıp görevi Milli Genel Kongre’den devir almamasını yanlış (anayasal olarak) bulan Parlamento üyeleri, Parlamentoyu protesto ederek toplantılarına katılmamış, diğer taraftan da Tobruk Parlamentosu’na yönelik Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açmıştı. Ayrıca Milli Genel Kongre’den bazı vekiller Parlamento’nun seçim sürecine ilişkin düzenlemelerin Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle Parlamento’ya yönelik Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açmıştı. İtirazları değerlendiren Trablus’taki mahkeme Tobruk Parlamentosu’nun illegal olduğunu, aldığı kararların geçersiz olduğu ve feshedilmesi yönünde bir karar aldı.
Bu karar üzerine MGK etrafında toplanan siyasi güçler ciddi bir kazanım elde ettiğini düşünerek, bu kararın uluslararası arenada tanınması ve MGK’nın meşru otorite olarak tanınması için lobi faaliyetlerine başladı, bölgenin ve dünyanın önde gelen başkentlerini ziyaret ederek kararın tanınması gerektiğini anlattılar. Tobruk Parlamentosu üyeleri ve destekçileri ise Anayasa Mahkemesi’nin bazı üyelerin zorla değiştirildiğini, diğerlerinin ise tehdit edildiğini iddia ederek kararı kabul etmedikleri yönünde demeçler verdi. Sudan Dış İşleri Bakanı Ahmed Kerti ile Tobruk’ta görüşen Libya Parlamentosu Başkanı Salah Ukeyla, “Anayasa Mahkemesinin aldığı karar, mahkeme uzman bir mahkeme olmadığı için ve tehdit altında olduğu için yok hükmündedir” dedi.
Yani karar Tobruk Parlamentosu etrafında toplanan siyasi güçler tarafından tanınmadı. Bu karardan hareketle “Onur Operasyonu” güçlerinin illegal olduğu yönündeki söylemler ise kesin bir dille reddedilerek, “Onur operasyonu güçleri, meşru Libya parlamentosu güçlerinin emri ile hareket eden resmi Libya ordusu askerleridir. Libya ordusu Libya parlamentosunun verdiği yetki ile Libya halkı ile omuz omuza vererek teröre karşı mücadele etmektedir” denildi.
MGK Başkanı Nuri Bu Sehmeyn, Tubruk Parlamentosu’nun bu tavrını ve “Onur Operasyonu güçlerini ağır bir dille eleştirerek, “Yabancılardan yardım alan, devrimcileri terörist olarak niteleyen, Kaka ve Savaik tugaylarına yardım eden, Kabileler ordusuna destek veren, devlet mallarına, limanlara, petrol kuyularına zarar veren, devletin egemenlik haklarına uymayan anlaşmaların altına imza atanların hepsi suçludur, hesap verecektir” yorumunu yaptı.
Kararın Bölgesel ve Uluslararası Yansımaları
Anayasa Mahkemesi kararı, Tobruk Parlamentosu ve Halife Haftar’a bağlı birlikleri açıkça destekleyen Suudi Arabistan ve Mısır’ın olaya yaklaşımında herhangi bir değişikliğe neden olmadı.
Suudi Arabistan’a yakın Şark el-Avsat ve El-Arabiya gibi basın yayın kuruluşları, kararın alındığı günden bu yana Halife Haftar’a bağlı birlikleri “Libya Ordusu”, Tobruk Parlamentosu’nu “Libya resmi otoritesi” ve Tobruk Parlamentosu’nun tayin ettiği Abdullah el-Sini hükümetini “Libya Hükümeti” olarak tanımlamaya devam ediyor. MGK’yi “görev süresi biten parlamento”, Libya Şafağı güçlerini “ Terörist grupların desteklediği oluşum”, “Müslüman Kardeşlerin silahlı kanadı” olarak nitelemeye devam ediyor.
Mısır, Libya’ya ilişkin diplomatik faaliyetlerine hız verdi. Bu bağlamda Sudan Dış İşleri Bakanı Ali Kerti ve Mısır Dış İşleri Bakanı Samih Şükri ile bir araya gelerek Libya’da yaşanan son gelişmeleri değerlendirdi. Abdulfettah Sisi, Cezayir Başbakanı başkanlığındaki Cezayir heyeti ile gerçekleştirdiği görüşmelerde, 25 Ağustos girişimine uygun bir biçimde Libya devleti ve halkının korunması için Mısır’ın üzerine düşün her şeyi yapmaya hazır olduğunu kaydetti. Sisi, Fransa ziyaretinde Fransa Devlet Başkanı François Hollande ile bir araya geldi. Libya konusun da müzakere edildiği toplantıda, Sisi’nin Tobruk parlamentosu lehine görüş belirttiği basına yansıdı. BM Libya Temsilcisi Bernardo Leon Kahire’de resmi temaslarda bulundu. Tubruk Parlamentosu Başkanı Ukeyla ve beraberindeki heyet Kahire’de Leon ve Sisi ile görüşmeler gerçekleştirdi. Mısır Dış İşleri Bakanı, Sudan’ı ziyaret ederek Sudan Dış İşleri Bakanı ile Libya konusunu değerlendirdi. Bütün bunlardan diplomatik hareketlilik, Mısır’ın Anayasa Mahkemesi kararından sonra Tubruk Parlamentosu etrafından toplanan siyasi ve askeri güçlerin bölgesel ve uluslararası arenada desteklenmesi için ciddi çalışma yürüttüğünü gösteriyor.
Mısır, bölgesel anlamda Libya’ya karşı takındığı tavırda yalnız değil. Körfez İşbirliği Teşkilatı Dış İşleri Bakanları, Ürdün Dış İşleri Bakanı ve Fas Dış İşleri Bakanı’nın katılıyla Katar’ın Başkent’i Doha’da gerçekleştirilen zirvenin sonuç açıklamasında, “Libya’nın meşru temsilcisi olarak Tobruk parlamentosunu tanıdıklarını” kaydedildi. Libya’ya komşu ülkeler, Mısır, Cezayir, Tunus, Nijer, Cad ve Mali Dış İşleri Bakanları Sudan’ın başkenti Darfur’da bir araya geldi. Libya Dış İşleri Bakanı Muhammed el-Dairi toplantıda Tobruk Parlamentosu’nu destekleme yönünde bir eğilim belirtti. Ayrıca, toplantıya Abdullah el-Sini hükümetinin Dış İşleri Bakanı’nın çağırılması doğrudan Tobruk Parlamentosu’nun tanınmaya devam ettiğini gösteriyor.
BM Özel Temsilcisi ve Siyasal Çözüm
Anayasa Mahkemesi kararın hemen arkasından Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Malta, Kanada ve İspanya ortak bir açıklama yaparak “Libya’da bir an önce askeri faaliyetlerin durdurulması ve BM Özel Temsilci Bernardo Leon’un çizdiği yol haritasına riayet edilmesi, sorunun siyasi yollarla çözülmesi gerekmektedir” şeklinde bir açıklama yaptı.
Tobruk Parlamentosu tarafı, BM’nin bu kararına uyacakları, ancak bu noktada MGK’nın engel çıkartacağı yönünde kamuoyu oluşturma şeklinde bir yöntem takip etti.
Yukarda zikredilen açıklamanın ardından Abdullah el-Sini, BM Özel Temsilcisi Bernardo Leon ile görüşürken kentte bazı bombalar patladı. Sini ise Bernardo Leon’un Libya Şafağı güçlerince istenmeyen adam ilan edildiğini, bu nedenle saldırının Leon’a yönelik olduğunu ima eden açıklamalarda bulundu. Olayın hemen ardından Tobruk Parlamentosu yaptığı açıklamada Birleşmiş Milletlerin sunacağı çözüm planını kabul etmeye hazır olduğunu duyurdu.
Bernardo Leon tarafları masaya oturtmak için temaslarda bulunurken Abdullah el-Sini diyalog için beş şart öne sürdü;
- Tobruk Parlamentosu ve onun tayin ettiği hükümet kabul edilecek.
- Asker ve polis teşkilatı meşru olarak kabul edilecek, hükümetin bu kurumları inşa süreci desteklenecek.
- Terörle mücadele konusunda mutabık olunacak, bütün teröristler yargı karşısına çıkarılacak.
- Güvenlik güçlerinin başkent Trablus’ta kontrolü ele alması kabul edilecek.
- Meşru hükümet bütün bunlar tamamlandıktan sonra Trablus’ta görevine devam edecek.
El-Sini bu şartların ardından, ülkedeki meşru otorite olarak parlamento ve hükümetin sorunun çözümü için her türlü müzakereye açık olduğunu belirtti. Yani aslında Sini, MGK tarafının bütün kazanımlarından vaz geçmesini ve Tobruk Parlamentosu’nun en başında beri öne sürdüğü şartları kabul etmesini istiyordu. Bu ise karşı tarafın üzerine konuşmak için dahi masaya oturmayacağı bir yaklaşımdı.
Leon, temaslarını sürdürerek tarafları masaya oturtmak için “İkinci Gadamis” toplantısının gerçekleştirilmesi, orada şekillenen görüşler çerçevesinde bir yol haritası çıkartılması şeklinde bir plan sundu. Birinci toplantıda MGK kanadı toplantıya yönelik eleştiriler sunarken, bu toplantıya dair Tobruk Parlamentosu, temsilcilerinin Tobruk Parlamentosu’nu temsil edip etmediği konusunu tartışmaya başladı. Yani, kulislerde yapılan konuşmalarda Sini’nin yukarıda zikrettiği şartlar dışında bir zemin belirmeye başladığı, bunun ise Tobruk tarafını rahatsız etmeye başladığı söylenebilir. Muhtemelen karar sonrası şekillenen siyasi arenada kendisini güvende hissetmeyen Halife Haftar yaptığı açıklamada, “Toplantıya katılacak taraflar kimler olacaktır? Libya Ordusu ve Müslüman Kardeşlerin askeri birlikleri mi? Biz Libya’da tek meşru otorite olan Parlamento’nun bölünmez bir parçasıyız, Libya’da bizim dışımızda meşru bir taraf yoktur” ifadelerine yer verdi.
Haftar, Abdullah el-Sini’nin şartlarına çok paralel biçimde şunları dile getirdi;
“Toplantı başlamadan önce, bütün taraflar şu şartları kabul etmelidir; Libya Parlamentosu’nu Libya’nın meşru otoritesi olarak kabul etmeli, Parlamento’nun ordu dışındaki bütün milis birliklerin fes edilmesi yönünde aldığı karar kabul edilmeli, kentlerdeki Milis birlikler kentlerden çekilmeli, bütün silahlar Libya ordusuna teslim edilmeli, milis birliklerin elinde tutsak bulunan bütün Libyalılar serbest bırakılmalı.”
El-Kaide, IŞİD ve Libya
Daha önceki yazılarımda Tubruk Parlamentosu ve bölgesel ve uluslararası basın yayın tarafından Milli Genel Kongre’nin Müslüman Kardeşler ile, Müslüman Kardeşlerin ise el-Kaide ve IŞİD ile özleştirilmesi yönünde özel bir çaba gösterildiğini kaydetmiştim. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi kararı öncesi ve sonrasında bu yönde açıklamalar yapılmaya devam edildi.
Tobruk Parlamentosu Başkanı Afrika Danışmanı İsa Abdulmecid, Şark el-Evsat’a verdiği demeçte IŞİD’in Libya’da var olduğu, varlığının ise Derne kenti ile sınırlı olmadığını, bu teröristlerle iş tutma biçimi aynı olan diğer grupların Trablus ve Bingazi’de de var olduğunu iddia etti. Sudan’ın son zamanlara kadar terörist grupları desteklediğini iddia etti. “Libya Mücahitleri” adlı kimliği belirsiz kişilerin IŞİD’in halife ilan ettiği Ebu Bekir el-Bağdadi’ye biat ettiği haberi basında yer aldı. Trablus’ta Mısır ve BAE Büyükelçiliklerine yönelik saldırı olduğu haberleri basına yansıdı. Tobruk’taki El-Ebrak havalimanına yönelik intihar saldırı gerçekleştiği, saldırıda 1 kişinin öldüğü 23 kişinin yaralandığı kaydedildi. Yani el-Kaide ile aynı yöntemi kullanan saldırganlar Libya’nın çeşitli yerlerine saldırılar gerçekleştirdi.
Bütün bunların üzerine 4 Ekim’de ABD’li Gen. David Rodriguez IŞİD’in Libya’da eğitim kampları olduğunu, Libya’nın her geçen gün terör örgütleri için güvenli bölgeye dönüştüğünü iddia etti.
Devam Eden Çatışmalar ve Libya Şafağı İçinde Çatlak
Yaşanan bu ulusal, bölgesel ve uluslararası siyasal gelişmelere koşut olarak Libya’nın birçok kentinde taraflar mevzi kazanmak için çatışmaları sürdürdü. “Onur Operasyonu Güçleri” Kasım ayı içinde üç defa Bingazi’nin kontrolünü ele geçirdiğini duyurdu. Hatta “Onur Operasyonu” güçlerinin Trablus’u almak için harekete geçtiği yönünde açıklamalar yapıldı.
Haftar’ın Bingazi’nin kontrolünü ele geçirmeyi, Batı’ya doğru ilerlemeye devam ederek İcdabiye ve Sirt kentlerini ele geçirerek oradan Misrata’yı bombalamayı planladığı belirtiliyor. Misrata’nın havadan bombalanması durumunda, Misratalı birliklerin kenti savunmak için diğer bölgelerden çekileceği ve “Onur Operasyonu”na bağlı birliklerin Batı bölgesinin kontrolünü ele geçirmeyi planladığı ifade ediliyor. Bunun yanında “Onur Operasyonu” güçleri Batı bölgesinde “Libya Şafağı”na ait mevzileri havadan bombalamaya devam ediyor.
“Onur Operasyonu”na bağlı hava kuvvetleri Trablus’taki Maitiga Havaalanını bombaladı. Hava Kuvvetleri Komutanı Sakr el-Çaruşi konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Bombardımanın Libya Genel Kurmay Başkanlığı’ndan gelen talimat doğrultusunda gerçekleştiğini, bombardımanın Misrata ve Maitiga havalimanlarını, Sirt, Misrata ve Zuvara limanlarını kapsayacak şeklide devam edeceğini, “teröristlerin” elinde bulunan bu merkezler aracılığıyla “teröristlere” silah aktarıldığını söyledi. Geçtiğimiz günlerde (4 Kasım), Sini hükümetinden yapılan resmi açıklamada, “Libya Ordusu’nun” Trablus’u kurtarmak için harekete geçtiği duyuruldu.
Bu süreçte gerek Tubruk Parlamentosu, “Onur Operasyonu” içerisinde gerek MGK ve “Libya Şafağı” güçleri arasında görüş ayrılıkları ve siyasi çekişmeler olduğu yönünde haberler basına yansıdı. Tobruk Parlamentosu içinden bir grubun Abdulah el-Sini hükümetini düşürmek ve yerine yeni bir hükümet oluşturmak istediği kaydedildi.
Diğer taraftan MGK’nın tayin ettiği Ömer el-Hasi’nin el-Vatan Partisi Genel Başkanı Abdulhakim Bilhac’ın özel korumaları tarafından darp edildiği, başbakanlık binası girişinin milis birliklerince izin verilmediği, bu nedenle Başbakanlık ofisi olarak Trablus’taki özel bir oteli kullandığı ifade ediliyor.
Bunun yanında Milli Genel Kongre’nin, İstihbarat birimi başkanı Salim el-Hasi’yi görevden aldığı kaydedildi.
Görebildiğim kadarıyla Suriye, Irak, Azavad bölgesi, Yemen, Filistin ve Batı Sahra’da başta olmak üzere bölgede radikalizm, şiddet ve iç savaş şeklinde kendisi gösteren kriz gün geçtikçe derinleşiyor. Bölgede çatışma halinde olan bütün bölgesel ve uluslararası aktörlerin yansımalarının gözlemlendiği Libya’da yaşanan çatışmaların kısa vadede bölge ile paralel olarak derinleşmeye devam edeceği ön görülebilir. Bu durumda ülkedeki orta sınıf sermayelerini de alarak farklı coğrafyalara göç edebilir. Bu da mevcut krizi yönetebilecek nitelikli kadroların eksikliği anlamına gelir. Bu durumda sorunun siyasal yollardan çözülmesi zorlaşır.
Libya’da yaşanan sorunun, uluslararası güç odaklarının bölgede gün geçtikçe derinleşen şiddetin geleceğine dair net bir karar vermeden sonlanması mümkün görünmüyor. Çünkü bütün tarafların tek bir parlamento ve tek bir hükümet üzerinde anlaşması, merkezi asker ve polis teşkilatının teşkili için milis birliklerin silah bırakması, petrol üretimin olağan şekilde devam etmesi ancak yerel aktörler ve uluslararası aktörlerin ortak bir yol haritasında mutabakatı ile mümkün olacaktır. Uluslararası aktörler Suriye ve Irak konusunda mutabakata varmadıkça, orada yaşanan çatışmanın farklı bir formu olan Libya’daki sorun devam edecektir.