Washington Post gazetesi yazarı Cemal Kaşıkçı, Suudi Arabistan’dan gönderilen 15 kişilik bir ölüm timi tarafından Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğunda vahşi şekilde öldürüldü. Kaşıkçı cinayeti, Muhammed bin Selman (MBS)in baskıcı politikalarını ve temsil ettiği bölgesel vizyonu temsil etmesi itibarıyla, bölgedeki toplumsal taleplerin tamamının sembolüdür. Kaşıkçı’nın başına gelenler bölgede demokrasi taleplerinin ve muhalefetteki aktörlerin başına gelenleri temsil etmektedir. 15 kişilik ölüm timinin Cemal Kaşıkçı’ya yaklaşımı ve cinayeti işleme biçimi, MBS ve onun temsil ettiği baskıcı rejimlerin kendi toplumlarıyla kurduğu ilişkinin sembolüdür. Olayın Suudi Arabistan başkonsolosluğunda gerçekleşmesi, Suud yönetiminin şu ana kadar gerçekleştirdiği eylemlerde hesap vermemesi nedeniyle ne kadar şımardığını göstermektedir. Cinayetin gerçekleşme biçimi, bölgede şu ana kadar ortaya çıkmayan cinayetlerin ne denli vahşice öldürüldüğünü imgelemektedir.

Muhammed Bin Selman ve Kaşıkçı Cinayeti

Cemal Kaşıkçı’nın öldürülme emrini Muhammed bin Selman’ın verdiği iddiaları yerel, bölgesel ve uluslararası kamuoyunda hala tartışılmaktadır. Zira böylesine bir eylemin Suudi Arabistan’daki (SA) en üst yönetimin izni ve emri olmadan gerçekleştirilmesi, bu ülkelerdeki tekelci siyasi düzen dikkate alındığında mümkün görünmemektedir. Bu nedenle Türkiye, ısrarla emri kimin verdiği ortaya çıkıncaya kadar dosyayı takip edeceğini vurguluyor. ElCezire konuyu yakından takip ediyor, bunun yanında CNN, BBC gibi kanalların tamamı ve Washington Post konunun takipçisi. Yerel ve uluslararası basına yansıyan bilgilere göre, suikast timinin lideri olduğu düşünülen Abdülaziz el-Mutrib ve Suudi Arabistan arasında cinayet tarihinde 19 görüşme gerçekleştiği, bu görüşmelerin dördünün MSB’nin danışmanı Suud el-Kahtani ile yapıldığı kaydedilmiştir. Bu görüşmelerden birinde Mutrib’in, Kahtani’ye “Efendine söyle iş tamam” dediği belirtilmektedir. Diğer taraftan Kahtani’nin daha önce sosyal medya hesaplarından yaptığı paylaşımlarda “Benim iki efendim var biri MBS diğer Kral Selman, onları emri olmadan hiçbir şey yapmam” dediği bilinmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan Washington Post’daki yazısında Kral Selman’ın bu cinayetten haberinin olmadığını ifade etmiştir. Bu durumda MBS’nin bu cinayet emrini verdiği ihtimalini öne çıkmaktadır.

Muhammed bin Selman, 2015 yılında babasının tahta oturmasının ardından, Savunma Bakanı oldu, 2017 yılı Haziran ayında Veliaht olarak ilan edildi. Bu tarihler Suudi Arabistan siyasetinin kırılarak Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)-İsrail bloğuna kayma noktaları olarak ifade edilebilir. SA, geleneksel olarak ABD kampında yer alan bir ülke, ancak Selman’ın babasıyla birlikte belirleyici aktör olması SA’nin iç ve dış politikasında önemli kırılmalara yol açmıştır. Savunma Bakanı olarak ilk yaptığı hamle Yemen’e savaş açması olmuştur, SA açısından tam bir başarısızlık örneği olan bu hamle Yemen’de İran ve BAE’nin etkisini artırmıştır. 2017 yılında SA geleneklerine aykırı olarak Veliaht ilan edilmesi,  MBS’nin hangi sözler vererek bu makama geldiğinin sorgulanmasına neden olmuştur. Kudüs meselesinde takındığı tavır ve bölgede takip ettiği politikalar ortaya çıktıkça ABD yönetiminin MBS’i neden desteklediğini gösterecektir.

Muhammed bin Selman ve Muhammed Bin Zayed İlişkisi

MSB’nin veliaht olarak ilan edilmesinde 2004 yılından bu yana fiilen BAE’yi yöneten Ebu Dabi Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayed (MBZ) parmağı bulunmaktadır. MBZ bir taraftan körfez ve Arap dünyasına uzanan erişim ağı olan diğer taraftan İsrail ve ABD’de etkin bir lobiye sahip Ortadoğu’nun en karanlık siyasi yüzlerinden biridir. BAE, Ortadoğu’daki paraların küresel piyasalara aktarıldığı en önemli istasyon niteliğindedir. Bunun yanında dünya genelinde bir trilyon dolara yakın yatırım fonlarını yönetmesi itibarıyla küresel sermayeyle iç içe geçmiş bir elit tarafından yönetilmektedir. Ayrıca, emekli CIA ve MI6 ajanları bu seçkinlere danışmanlık yapmakta ve bölgedeki birçok operasyonu yönetmektedir. Bunun yanında International Crisis Grup gibi düşünce kuruluşları, SKY News gibi küresel tv kanalları ve ABD ve İngiltere’den yayın yapan birçok gazeteyi doğrudan, birçoğunu ise dolaylı olarak yönlendirmektedir. Bunun yanında BM misyonlarından tutun da, bölgede ve Balkanlarda birçok siyasetçi ve eski devlet adamlarını harekete geçirilebilmektedir.

MBZ, 2011 yılında gerçekleşen Arap devrimlerini tersine çevirmek isteyen bölgesel kampın uygulayıcı yöneticisi olarak karşımıza çıkmaktadır. İfade edilen küresel ağın odağında bulunan BAE, Arap devrimlerinin temsil ettiği toplumsal taleplerin bir siyasi düzene dönüşmemesi için uygulayıcı aktör rolü oynamaya başlamıştır.

Bu kamp 2012 yılı sonundan itibaren Mısır’da gerçekleşen Mursi karşıtı gösteriler neticesinde 2013 yılı ortasında askerin iktidara el koymasında, Tunus’ta Nahda karşıtı gösterilerde, Libya’da Haftar’ın darbe girişiminde belirleyici rol oynamıştır. Mursi, bürokrasi, asker, yargı, siyaset ve basından oluşan bir koalisyonun, BAE tarafından yönlendirilmesi neticesinde düşülmüştür. Bu kadar çok bileşenli bir koalisyonu yönlendirmek ciddi bir maharet isterken, bu darbeyi küresel düzeyde kabul ettirmek daha kompleks bir yapının olduğunu göstermektedir. Mursi, bölgede kısmen toplumsal irade üzerine kurulu bir siyasi düzen arayışını temsil etmekteydi, düşürülmesi bu arayışı açmaza sokmuştur. Tunus’ta 2012 yılı sonunda ABD Büyükelçiliğine yönelik protesto gösterileri, 2013 yılı Şubat ayında solcu siyasetçiler Şürki Blaid ve Temmuz ayında Muhammed Brahmi suikastları sonucu Nahda iktidardan düşürülmüştür. Mahmud Cibril ve Halife Haftar, BAE’nin Libya’da müttefikleri olarak BAE’nin dış politika stratejisine göre hareket etmektedir. 2013 yılı ortasından itibaren askerin Mısır’da iktidarı ele alması, BAE’nin Libya’da elini güçlendirmiştir. 2015 yılında MBS’in iktidara gelmesi, BAE’nin Yemen’de elini güçlendirdiği gibi Selefi ağı bu kampın hizmetine sunulmuştur. Selefiliğin aşırı bir yorumu olan Medhali Selefiler, bu kampın önemli araçlarından biridir.

MBS, MBZ’in yerel ve küresel ağından yararlanarak Velihat olmak için, MBZ’in ortağı olmaya başlamıştır. Muhammed bin Nayef, veliahtlıktan azledilerek yerine MBS’in geçmesinde MBZ’in desteği olmadan başarması mümkün değildi. MBZ, MBS’yi bir taraftan ABD başta olmak üzere küresel ağına takdim ederken, içerdeki muhaliflerin temizlenmesinde de ona en güçlü desteği o sunmuştur.

MBS’in 2015’ten 2017’ye kadar dünyaya takdim edilmesinde MBZ’in etkin rolü olduğu gibi 2017’den sonra MBS’in izlediği politikalarda da MBZ’in temsil ettiği bölgesel kamp planlayıcı aktör niteliğindedir. Muhalif prenslerin etkisizleştirilmesi, yatırım hamleleri ve Selefi ağın bölgede yönlendirilmesinde BAE belirleyicidir. Filistin’e ilişkin yüzyılın planında SA’nın ABD yanında pozisyon almasında BAE belirleyicidir. ABD ile yapılan silah anlaşmalarında BAE etkilidir. SA’nın Türkiye karşı pozisyonunda, özellikle Suriye’nin kuzeyinde PKK-PYD terör örgütün desteklenmesi gibi hamlelerde, MBZ-MBS ikilisi ekindir.

Kaşıkçı’nın öldürülmesi, MBS’in bölgede ve dünyada temsil ettiği vizyon açısından bir sembol niteliği taşımaktadır. Toplumsal talepleri ve farklı siyasi kesimleri temsil eden seslerin vahşi yöntemlerle katledilmesini imgelemektedir. Bu ülkelerdeki yargının işlevsizliğini imgelemektedir. Trump yönetimin, ABD’nin kurumsal yapılarının bütün uyarılarına rağmen bu kampla ilişkisini göstermektedir. SA devletinin MBS eliyle itibarsızlaştırılmasını temsil etmektedir.

Kaşıkçı Cinayeti ve Türkiye

Türkiye’nin Kaşıkçı cinayetinde takındığı tavır da Türkiye’nin bölgede temsil ettiği vizyonun sembolü niteliğindedir. ABD ve birçok aktörün MBS lehindeki tavrı SA’nın hukuksuzlukları örtme girişimlerine karşı bağımsız siyasi iradenin kararlılığını göstermektedir. Elindeki verileri çeşitli kurumları üzerinden dünya ile paylaşması ve dünya kamuoyunu canlı tutması stratejik planlama ve yönetim kabiliyetini yansıtmaktadır. Yabancı basının konuya ilişkin saptırmalarına dahi basın özgürlüğü çerçevesinde imkan tanıması ifade hürriyetini göstermektedir. Toplumsal taleplere sahip çıkışını ve Arap halklarının talepleriyle bütünleşmesini simgelemektedir.

Bölgede farklı dış politika vizyonlarını temsil eden önemli bölge ülkeleri mevcuttur ve dünyanın içinde bulunduğu koşullarda bu aktörlerin önemi çok daha artmıştır. Türkiye, bölgede düzeni, toplumsal taleplerin yönetime yansıtılmasını, iktidarın barışçıl yollarla el değiştirmesini, ulusla egemenliğe saygıyı, kültürel ve iktisadi yardımlaşma ve iş birliğini temsil etmektedir. Tarih boyunca Türkiye, bölgede düzen kurmuş ve yönetmiştir. Bölgenin bir diğer aktörü olan İran, kısıtlı etki alanıyla, krizlerden beslenerek büyüyen bir ülke olmuştur. İsrail, bölgenin tarihi, sosyolojisi ve toplumsal dokusu ile uyumlu olmadığı için makul bir siyasi düzenden ürkmektedir, bu nedenle makul olmayan düzen ya da kaosu temsil etmektedir. Trump yönetimindeki ABD, halihazırda İsrail lobisinin tesiri altındadır. Rusya, krizlerden beslenerek alan kazanmaktadır, düzen için Türkiye ile anlaşmak zorunda olduğunu bilmektedir.

Bölgede Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra iki kez bölgesel düzen kurulmuştur, şu anda üçüncüsünün kurulması aşamasından geçiyoruz. MBS’in içinde bulunduğu BAE liderliğindeki blok bölgede Sisi rejiminde temsil edilen askeri diktatörlük tarafından yönetilen bir dizayn projesi için çalışmaktadır. Bu bloğun neyi temsil ettiği, Yemen ve Libya’daki iç savaşta ve Tunus siyasi krizinde takındıkları tavırda açıkça görülmektedir. Eğer BAE’nin temsil ettiği bölge vizyonu, bölgeyi istediği gibi dizayn ederse bölge elli yıl kaybedecektir.

İçinden geçtiğimiz bu kritik dönemde Türkiye’nin oynadığı ve oynayacağı rol bir hayli önemlidir, bu nedenle siyasi irade ciddi dönüşümlerin altına imza atmaktadır, bu yüzden Türkiye hedeftedir. Türkiye, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra halk iradesini yansıtmayan ve makul olmayan siyasi düzenler karşında, makul ve milli bir siyasi düzen arayışını temsil etmektedir. Türkiye’nin başkanlık sitemine geçişi, ekonomide görülen köklü değişiklikler ve Türkiye’nin milli kimliğine ilişkin derin düşünsel tartışmalar bu değişimi yönetme çabalarının dışa vurumudur. 2012 Şubat ayında MİT krizi ile başlayan Türkiye’yi hedef alan operasyonlar Türkiye’nin oynadığı ve oynayacağı rolden rahatsız olanların yönlendirdiği komplolardır.

***

Kaçıkçı cinayeti, MBS’nin de içinde bulunduğu bloğun bölgeyi Arap devrimleri sonrası dizayn etme çabaları sırasında nasıl araçlar kullandığını ortaya koymuştur. Bu blok bölgedeki değişim taleplerinin dünya ile entegre bir siyasi düzene dönüşmesini engellemek ve kapalı statükocu rejimleri sürdürmek için karanlık mahfillerde hareket eden suikast timleri ve operasyon odalarıyla bölgeyi dizayn etme çabası içindedir. Türkiye bunlar karşısında hukukun üstünlüğünü önceleyen, halkların taleplerini siyasete taşıma gayreti içinde olan bir dış politika vizyonu benimsemektedir. Kaşıkçı olayı sembolik olarak bölgedeki farklı dış politika vizyonlarının ilke ve eylem düzeyindeki ayrılıklarını deşifre etmektedir.