ABD’nin Ortadoğu’ya ilgisinin özellikle Birinci Dünya Savaşının sonuna doğru, enerji kaynaklarının kontrolü amacına bağlı olarak ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Bu çerçevede bölgedeki Amerikan kuvvetlerinin varlığının iki gerekçesi bölgesel istikrar ve petrol erişiminin güvenliğini sağlamaktır. Ancak 11 Eylül sonrası söz konusu gerekçelere yenileri eklenmiştir. Teröre karşı küresel savaşım ve diğer politik stratejik gelişmeler, keşif unsurları ve uzun menzilli füzelerle Amerikan askeri varlığının bölgede yeniden şekillendirmesini sağlamıştır. I. ve II. Körfez savaşları ile bölgede askerileşmeyi yöneten Washington, Irak ve İran yönetimlerinin veya rejimlerinin etkisizleştirilmesi stratejisi gözeterek askeri güçlerini yeniden yapılandırmıştır. Bu açıdan 1. Körfez Savaşı İkincisi için askeri açıdan altyapı niteliğindedir. Bu bağlamda Amerikan askeri planlaması ve bölge kuvvetlerindeki değişime kısaca değinmek bir sonraki adımına dair fikir edinmeye yardımcı olabilir.
Körfezde ABD Askeri Varlığı
Washington’un askeri gücü, bölgesel jeopolitik manzara gereği olarak takdim edildiği ve müttefikleri tarafından kabul gördüğünden, militer unsurların hedef ve seçeneklerini açıkça ortaya koymak zordur. Ancak askerileşmenin somut göstergeleri, örneğin, mevzilerin çeşitlenmesi, üsler, askeri kuvvetler ve silahların niteliği tanımlanan güvenlik ve tehdit algısını bir nebze açıklayabilir. Bugünlerde yaşanan ABD-İran çekişmesi, Washington’un Tahran’ın petrol ihracatını engellemeye yönelik tehdidi ve somut çabaları ve İran’ın Hürmüz Boğazı’nı bloke edebileceğine yönelik ifadeleri kritik ve stratejik bir evre olarak tanımlanabilir. Ve stratejik bir noktada muhtemel eğilimleri tespit etmeye yardımcı olabilir.
ABD’nin Körfezde iki boyutlu bir askeri planlaması vardır. İlk boyut bölgede yerleşik üsler kurmak ikincisi ise, müttefiklerini örgütlemek ve silahlandırmaktır
ABD, Körfezdeki ilk askeri tesisini Bahreyn’de 1971 yılında kurmuştur. Daha sonra Saddam Hüseyin’in 2 Ağustos 1990 tarihinde Körfez bölgesinin hâkimi olmak için Kuveyt’i işgal etmesi nedeniyle Washington, 1991 yılında Basra Körfezi’nde askeri varlığını güçlendirme imkânı bulmuştur. 2000’li yıllardan itibaren Körfezde askerileşme, ABD’nin varlığını ileriye taşıyacak şekilde yönetilmiştir.
Katar’da Amerikan ordusunun merkezi komutanlığı CENTCOM‟un önemli bir üssü mevcuttur. ABD’nin Orta Doğu’daki en büyük hava üssü olan el-Udeyd Başkent Doha’ya 40 km uzaklıktadır. Bu askeri üs, 11 Eylül saldırıları sonrası Irak ve Afganistan’a yakın olduğu için Suudi Arabistan’dan Katar’a taşınmıştır.1 Buna ilave olarak Katar’da ikinci bir üs daha kurularak, Irak ve Afganistan işgali CENTCOM tarafından yönetilmiştir. CENTCOM’un askeri açıdan “sorumlu” olduğu ülkeler Afganistan, Bahreyn, Mısır, İran, Irak, Ürdün, Kazakistan, Kuveyt, Kırgızistan, Lübnan, Umman, Pakistan, Katar, Suudi Arabistan, Suriye, Tacikistan, Türkmenistan, BAE, Özbekistan ve Yemen’dir.2
Tablo 1: ABD’nin Bölgedeki Askeri Üsleri
Amerikan Askeri Unsurlarının Konuşlandığı ülkeler | Üsler ve Diğer Askeri Güçler |
Bahreyn | Beşinci Filo karargâhı Bahreyn |
Umman | Çeşitli amaç ve boyutlarda 5 Amerikan üssü |
BAE | ABD ile yapılan anlaşma gereği, Washington lojistik üsleri kullanma hakkına sahip |
Suudi Arabistan | CENTROM karargahları mevcut |
Kuveyt | Üç büyük Amerikan üssü bulunuyor, 130 bin civarında Amerikan askeri gücü mevcut |
Katar | İki büyük Amerikan askeri üssü bulunuyor. Üssün 100’den fazla bombardıman uçağına ev sahipliği yaptığı düşünülüyor. |
Yukarıda tablo ABD’nin Körfez’deki varlığını kısa bir özeti niteliğinde sayılabilir. Bölgede askeri üsler kuran ABD, Körfez ülkelerini savunma ve saldırı kapasitelerini desteklemektedir.
2004 yılında, CENTCOM öncülüğünce Kuveyt, Bahreyn, BAE, Suudi Arabistan ve Katar katılmasıyla Basra Körfezi’nde deniz güvenliğinin sağlanması için Görev Gücü-152 kurulmuştur. Körfeze askeri destek Obama döneminde devam etmiştir. Örneğin, ABD İran’la nükleer uzlaşıya vardıktan sonra, Mayıs 2015 ile Mart 2016 arasında, Körfez İşbirliği Konseyindeki müttefiklerine 33 milyar dolar değerinde silah satışına onay vermiştir.
2016 yılının Aralık ayında ABD, Suudi Arabistan’a hassas güdümlü mühimmatın satışında Yemen’deki sivil ölümleri gerekçe göstererek kısıtlamaya gidileceğini açıklamıştır. Buna ilave olarak Başkan Trump, ilk yurt dışı ziyaretinde Suudi Arabistan’la 110 milyar dolarlık silah anlaşması yaptıklarını ilan etmiştir. Yapılan anlaşamaya balistik füze savunma sistemleri, saldırı helikopterleri, gelişmiş firkateynler ve füzelerin satışı dâhildir. Körfez’deki silahlanma fırtınası İran’ın var olan güvenlik kaygılarını arttırmaya devam etmektedir.
İran’ın Körfez’deki Yerleşik ve Konvansiyonel Askeri Güçleri
Batılı ülkelerin silah ambargosu nedenliyle Tahran yönetiminin silah satın alabildiği ülkeler Rusya, Kuzey Kore ve Çin’dir. Ambargo ortamında İran bir dizi savunma öncelikleri belirlemiş ve büyük oranda bu öncelikleri takip etmiştir. Savunma stratejisinde orta ve uzun vadeli füze yapına büyük önem veren İran teknolojik alt yapısını geliştirmenin caydırıcı gücünün farkına varmıştır.
İran, Basra Körfezinde tatbikatları ve donanma gücüyle ön plana çıkmaktadır. İran donanması bölgesel bir donanma olarak Basra ve Umman Körfezi’nde faaliyettedir. Gelişmiş Rus yapımı entegre hava savunması, kıyı devriye firkateyni, hücumbotlar ve denizaltılar Tahran’ın Körfez’deki güç unsurları arasında sayılmaktadır.
Ayrıca İran bölgedeki denizaltılarının anti-gemi füzeleri sistemine sahip ve silahlı olduğu değerlendirilmektedir. Buna ek olarak birkaç mayın döşeme gemisi ve envanterinde 2000’den fazla donanma mayını olduğu ve nispeten dar olan Hürmüz Boğazı’nı kontrol etmek için kullanılabileceği tahmin edilmektedir. İran’ın bölgesel askeri yetenekleri, kapasitesinin bölgesel rakipleriyle karşılaştırarak, ülkenin mevut potansiyelini değerlendirmek için bir parametre olarak kabul edilebilir.
Tablo 2: Suudi Arabistan, BAE ve İran’ın Askeri Personel Sayısı ve Savunma Bütçesi
Ülkeler Asker Sayısı Savunma Bütçesi 2017/Milyar Dolar | ||
Suudi Arabistan | 231.000 | 69.413 |
BAE | 64.000 | 23.7 |
İran | 534.000 | 14.548 |
İran askeri personel sayısı bakımından rakiplerine göre ezici bir üstünlüğe sahip görünmekle birlikte, resmi bütçede savunma harcamalarına bölgesel rakiplerine göre daha az oranda kaynak aktardığı tespit edilebilir. Ancak askeri personel üstünlüğü yanıltıcı bir parametrede olabilir. Örneğin Irak işgali öncesi 2001 yılı verilerine göre, Irak hükümetine bağlı 424 bin askeri personel bulunmaktaydı.3 Ancak işgal güçleri karısında güçlü bir direniş göstermemişlerdir. Diğer yandan, İran rejim güvenliği endişesi nedeniyle, asimetrik güç unsurlarına çok fazla yatırım yapmıştır. Tahran’ın askeri kapasitesini, savaş öncesi Irak’la karşılaştırmak savaş ihtimali ve sonuçları hakkında bir nebze fikir verebilir fakat resmin tamamını göstermez.
Tahran yönetiminin askeri açıdan zayıf noktası ise karadan bir saldırının, lojistik üstünlük ve askeri personel sayısının fazla olması sayesinde önlenebileceği varsayımından dolayı geleneksel hava ve kara kuvvetlerini ihmal etmiş olmasıdır. Bunun yanında Devrim Muhafızları (DM) İran’ın savunma stratejilerinin temeli oluşturmaktadır. Amerikan kaynaklarına göre, DM ve geleneksel ordu arasında, ülkedeki politik kutuplaşmanın bir yansıması olarak uyum ve işbirliğinden ziyade siyasi sürtüşme yaşanmaktadır.
Ortadoğu’da Körfez’de silahlanma hız kesmeden devam etmektedir. Bölgede gerilimi yükselten askerileşme eğiliminin diğer ayağı ise, 1979 sonrası ABD-İran arasındaki sınırlı askeri çatışmalar, sıcak temaslar ve karşılıklı gözdağı anlamına gelen askeri tatbikatlardır.
Bilindiği gibi, 1988 yılında Körfezde ABD ve İran arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Örneğin ABD’ne ait USS Samuel B Roberts isimli füze firkateyni İran güçlerine ait donanma mayını ile büyük hasar almıştır. Buna karşılık ABD’nin Körfez’de bulunan üç firkateyn, bir uçak gemisi bir savaş gemisi ve dört destroyerden oluşan askeri kuvvetleri, İran devriye güçlerine saldırı düzenleyerek 56 kişinin hayatını kaybetmesine neden olmuştur.
Bundan sonra askeri tatbikatlarla iki ülke birbirine gözdağı vermeyi sürdürmüştür. Örneğin 2011-2012 yıllarında Velayet 90 tatbikatları, Körfezi, Hürmüz Boğazı’nı, Umman ve Aden Körfez’lerini içine alacak şekilde yapılmıştır. Ayrıca İran karasularını ihlal ettikleri gerekçesiyle Amerikalı denizcilerin gözaltına alınması, BM Güvenlik Konseyi’nin kararına rağmen balistik füzelerin test edilmesi ve Hürmüz Boğazı’nda Amerikan savaş gemilerine yakın füze fırlatılması, iki ülke arasındaki gerilimi tırmandırmıştı. Bu durum doğrudan diplomatik bağlantısı olmayan iki ülkenin tehdit algısının uzlaşı dönemlerinde bile belli bir seviye devam ettiğini göstermektedir.
Körfez’de Stratejik Kriz Bölgesi: Hürmüz Boğazı
Güncel olarak ABD ve İran arasındaki kriz bölgesi, Basra Körfezinin en önemli geçiş noktası olan Hürmüz Boğazı’dır. Suudi Arabistan, İran, Irak, Kuveyt, Bahreyn, Katar ve BAE petrol ürünlerini Basra Körfezi üzerinden ihraç etmektedir. Çeşitli kaynaklara göre, dünya petrol kaynaklarının %20-40 körfezden ihraç edilmektedir.
Hürmüz Boğazı’ndan, 2011 yılı verilerine göre günde yaklaşık 17 milyon varil geçişi olmaktadır. Boğaz’dan ortalama olarak, günde 14 adet ham petrol tankerleri geçiş yapmaktadır, Bu ham petrol ihracatının büyük bölümü (yaklaşık % 85’inden fazlası) Japonya, Hindistan, Güney Kore ve Çin’ine ve Asya pazarlarına yapılmaktadır. Lojistik zorluklar ve maliyetleri göz ününde alındığında Hürmüz Boğazı’na alternatif yollar bulmak oldukça zordur.
İran Umman’la birlikte Boğaz’ın stratejik bir noktasına komşudur. İran, bulunduğu konum ve askeri imkânları nedeniyle Körfez’de ve Boğaz’da petrol geçişini engelleme kapasitesine sahiptir. Washington yönetiminin, İran’ın petrol ihracatını engellemeye adımları, ardından Güney Kore’nin petrol ihracatını durduğunu açıklaması, Washington’un İran meselesini küresel ölçekte öncelikli gördüğüne dair emarelerdir.
İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehdidi ise, yazının başında belirtilen Körfezde askerileşme eğilimi ile birlikte düşünüldüğünde, 2003 Irak işgali sonrası en tehlikeli döneme girildiğini göstermedir. Buna ilave olarak İran’daki ekonomik dengesizlikler, demokratik hak ve özgürlükler bakımından sorunlar ve diğer iç istikrarsızlıkları gözle görünür şekilde arttırmıştır. Her iki boyut göz önüne alındığında önümüzdeki dönemde Körfez’de suların daha da ısınması muhtemeldir.
Sonuç olarak Körfez’de bölgesel aktörlerin askeri kapasitelerinde belli bir denge bulunmakla birlikte, küresel bir aktör olarak ABD’nin fiili varlığı ve müttefiklerine askeri desteği, bu denge durumunu önemli ölçüce değiştirmektedir. İran’ın, Hürmüz boğazını kapatma tehdidinin yeniden hatırlattığı üzere petrol arz güveliğinin tehlikeye girmesi, iki ülke arasında çatışmanın, spesifik bir konuya ve bölgeye doğru evrilmesi anlamına gelmektedir.