Göç ve mülteci meselesinin, terörden güvenliğe, siyasetten ve ekonomiye olmak üzere birçok boyutu bulunmaktadır. İslam dünyasındaki sosyoekonomik sorunlardan ama özellikle Arap Baharından kaynaklı insani trajedinin Türkiye’yi de yakından ilgilendiren göç olgusu haline gelmesi, ülkede Suriyeli sığınmacılar kaynaklı tartışmaları buraya taşımış oldu. Esat rejimi, ayakta kalmak ve demokratik halk hareketlerini bastırmak için bir yandan ülke içinde demografik değişim yürütürken, öbür yandan çevre ülkeleri adeta cezalandırmak maksadıyla dışa yönelik birtakım stratejiler geliştirmiştir.

Bu anlamda Esat, özellikle de devrim tarafında yer alan ülkelere karşı kullanmak üzere iki kartı hep devrede tutmaya özen göstermiştir. Birinci kartı, terör örgütlerine alan açıp onlara destek sağlayarak güvenlik sorunu yaratmak suretiyle bölge ülkelerini cezalandırmak ve dikkatleri Suriye’deki rejim değişikliğinden başka yerlere çekmek üzerine dünyaya sorun ihraç etmektir. Böylece terör örgütleri, Suriye’de kendilerine elverişli bir zemin bulmuş, önce devrimi baltalamış ve daha sonra bölge ülkelerinden başlamak üzere tüm dünyaya yönelik güvenliğini tehditleri oluşturmuştur.

Esat ve Baas rejiminin başvurduğu ve kullandığı ikinci kartı ise mülteci kartı olmuştur. İnsani bir boyut taşıyan bu mesele, zamanla Türkiye başta olmak üzere birçok ülkenin yumuşak karnı olmuştur. Milyonlarca insanların yerinden edilmesi, Pandemi sonrası dar boğaza giren dünya ekonomisini büyük bir baskı altına almıştır. Bu iki kart üzerinden Esat, özellikle de Suriye meselesine “romantik” yaklaşan ülkelere büyük bedeller ödetmeye çalışmıştır.

Esat, izlediği bu iki strateji ile savaşı kazandığını söylemek için hâlâ erken olsa da, dünyanın artık demokratik talepleri ve insani trajedileri unuttuğunu ve mülteci konusunu daha fazla önemsediğini belirtmek abartı olmayacaktır. Dünya kamuoyu, çok uzun olmayan bir süre öncesine kadar sokak hareketleri eliyle Ortadoğu’da iktidar değişimlerini konuşurken, artık bir anda mültecilerle mücadele meselesini önceler bir duruma geldi.

Dünya kamuoyunun önceliklerinin değiştiği gibi söylemlerinin de değişmeye başlamasının birçok yansımaları bulunmaktadır. Özellikle de devrim tarafı bu söylemlere çok bel bağlamış ve neredeyse kaderini bu ülkelerle eşdeğer tutmaya başlamıştı. Ancak dünyanın da bu yükü, daha fazla taşıma gibi bir niyeti de olmadığı dünya liderlerinin yaptıkları açıklamalardan anlaşılmaktadır. Yeni konjonktürde eski ve kulağa hoş gelen “demokratik Suriye” gibi kavramlar ve sloganlar yerini, “Suriyeliler hayatımızdan çıkmalı” gibi başka bir nefret söylemine bırakmış durumda.

Hayatın gerçekleri ile yüzleşme ve bu gerçeklere göre politika ve pozisyon belirleme yanında ülke çıkarlarını düşünme konusunda kimsenin itirazı olacağını sanmıyoruz. Ancak Suriye krizinde yeni bir döneme girer iken ve yeni stratejiler geliştirir iken çok hassas davranılması gerekmektedir. Realist bir davranış sergilemenin yanında bu insanların hangi koşullar altında ve gerekçelerle yurtlarını terk ettiklerini unutmamak ve bu insanların ruhlarını incitmeden gerçekçi politikalar izlemek ve aksi davranış ve uygulamalardan uzak durmak gerekmektedir. Geçmişte yapılan fedakarlıkların yüzü suyu hürmetine ve iki toplumun geleceğinin yeniden sağlam temeller üzerine inşa edilmesi için değerlerimize uygun hareket edilmesi önem arz etmektedir.

Türkiye’de, Suriyeli mülteciler konusu son zamanlarda düzensiz göçmenlere karşı hayata geçirilen bazı uygulamalar sebebi ile yara aldığı izlenimi vermektedir. Mesele, düzensiz göç ile mücadele etme bahanesinin ardına sığınarak, gidecek başka bir yeri olmayan milyonlarca kadın ve çocuğu mağdur etme seansına dönüşmemeli. Ülkede kayıtlı ve yasal yollarla kalan yüzbinlerce insan, sanki kriminal suçlu imiş gibi muamele görmeyi hak etmiyor. Sayısını resmi yetkililerin bildiği bir grup düzensiz ve kaçak göçmenle mücadele demek, bu ülkede yasal yıllarla ve uluslararası koruma kurallarına göre kalan yüzbinlerce mazlumun suçlu olduğu anlamına gelmiyor.

Devlet, ciddiyetle yönetilmeli ve devlet yönetiminde duygusallığın yeri olmamalıdır. Devlet cemal yüzünü de celal yüzünü de her zaman göstermelidir. Ancak sosyal medya ile bilgi kirliliği ve dezenformasyon çağında maalesef algılar, olguların önüne geçmekte ve bu algılarla doğru bir şekilde mücadele edilmezse Türk devletinin imajını kirletmek için fırsat kollayan birçok mihrak yıllardır beklediği fırsatı ele geçirmiş olacaktır. Ferdi bazı tasarruflar genellenmekte, eski görüntüler yeniden servis edilmek suretiyle dünya kamuoyunda Türkiye karşıtı bir imaj oluşturulmaktadır. Türkiye’nin İslam dünyasında ve Ortadoğu’da yıllardır inşa etmeye çalıştığı insani dış politika ve imaj, sosyal medyadaki Türkiye düşmanlarının eline verilen kozlar nedeniyle bir anda yok olmaktadır.

Yalnız Türkiye’nin değil, dünyanın baş sorunları arasına giren kaçak göçmenler ve mülteciler konusunda alınması gereken birçok tedbir vardır. Bu tedbirlerin alınması ve hayata geçirilmesi yerinde bir uygulamadır ve hatta çok geç kalındığı bile söylenebilir. Bu kontrolsüz girişler ve gelişler ile ekonomik amaçla gelen başı bozuk genç insan nüfusunun sokaklarda elini kolunu sallayarak dolaşması, herkesten önce düzenli ve düzen kurmuş mültecilere zarar vermektedir. Bunlarla mücadele herkesten önce bu gurubun beklentisidir.  Ancak uygulama sırasında kurunun yanında yaş da yanmakta ve telafisi güç sorunlara neden olmaktadır. Bu sebeple ayağı yere basan kadrolar eliyle, sahada bulunan sivil toplum ve kanaat önderleri ile işbirliği halinde bu işi çözüme kavuşturmak gerekmektedir.

Mülteci sorunu ile mücadele etme konusunda, mücadelenin iki ayağı bulunmaktadır. Bu olgunun birinci ayağını düzenli göç oluşturuyor iken ikinci ayağını ise tartışmalara konu olan düzensiz yani illegal göç oluşturmaktadır. Göçle mücadele konusunda stratejiler geliştirir iken iki olgu arasında ayrım yapmak oldukça önemlidir. Yasal olarak ülkeye gelmiş ya da sığınmış ve bir takım müktesep haklar elde etmiş kişi ile ülkeye yasal yollarla girmemiş ve başı bozuk kişiler arasında özellikle de sahada operasyon yürüten kolluğun bilgilendirilmesi oldukça önem arz etmektedir. Her yabancıyı mülteci olarak gören bir bakış açısı sağlıklı değildir.

Göçle mücadelede sadece siyasi ve ekonomik sebeplerle hareket etmek, doğru bir yaklaşım değildir. Göçle mücadele güvenlik kaygıları ve demografik yapıyı korumak gibi hayati konuların dengeli biçimde mağdur kitleler yaratmadan planlanması gerekmektedir. Her ne kadar süreler uzasa da mültecilere yasal statü verilmesine gerekçe olan koşulların ortadan kalkması gerekmektedir. Örneğin Suriyeli sığınmacılar örneğinde olduğu gibi, “sizin kalış süreniz uzadı, o yüzden geri dönün” şeklinde özetlenebilecek bir mantıkla göndermek birçokları için çözüm gibi gösterilse bile milyonlarca insanın mağduriyetine yol açacak tehlikeli bir anlayıştır. Suriye’de savaş ilk aylardaki gibi olmasa bile, barış ortamı da kesinlikle bulunmamaktadır. Dolayısıyla insanları gelişigüzel biçimde geri göndermek çözüm değildir. Göçün esas gerekçeleri ortadan kalkmadan geri dönüş yollarına başvurmak, telafisi güç sorunlara neden olacaktır.

Düzensiz göç ile mücadele adı altında iltica hakkı elde etmiş insanların göçe zorlanması, ahlaki olmadığı gibi milli ve dini değerlerimizle de asla uyuşmamaktadır. Geri dönüşlerde temel anlayış ve kural; onurlu, güvenli ve gönüllü dönüşler üzerine inşa edilmelidir.

Özetle; bu soruna bakış açımız ve çözüm önerilerimiz, insanı merkeze alan tarihi öğretilerimize ve inanç değerlerimize uyan bir anlayış çerçevesinde olmalıdır. Kimilerinin hoşuna gitse bile, sadece polisiye ve “Esatvari” tedbirlerle insanları oradan oraya sürüklemek doğru değildir. Bu olgu ile mücadelede mazlumlara kucak açmış, kalkan olmuş Türk milletine yakışır bir yaklaşıma sahip olmalıyız. Çünkü 10 yıldır yapılanlar, bir iki görüntü ile yerle bir olacak kadar hassas bir çağda yaşamaktayız.