Uluslararası ilişkilerde ve diplomaside müzakereler içinden çıkılmaz bir hal alınca yeni bir gelişmeye kadar sorunlar buzdolabına alınarak, çözüm üretiliyormuş gibi görünen birkaç formalite görüşme, buluşma ve konferans düzenlenerek olayların dondurulması hedeflenir. Suriye meselesi de gelmiş olduğu aşama itibarıyla bu tanımdaki olguya tam uymuş ve uluslararası kamuoyu çözüm üretemediği için, tüm Suriye krizi adeta derin dondurucuya alınmış ve yeni bir gelişmeye kadar bu soruna kulaklarını ve gözlerini kapatmış vaziyettedir.

Uluslararası toplum her ne kadar Suriye meselesine duyarsız olmayı tercih etse de bölgemizde yaşanan haksızlıklara, dökülen kana ve gözyaşlarına karşı Türkiye’nin duyarlı olması ve gerçekçi çözümler üretmesi gerekmektedir. Nitekim Suriye savaşının uzaması ve gerçekçi çözümün üretilememesi nedeni ile her geçen gün savaşın bilançosu ve tahribatı artmakta ve bölge halklarına ve devletlerine daha maliyetli hale gelmektedir.

Yakın bir zamanda bölge halkları ve devletleri arasında Türkiye’nin girişimleri ile yakınlaşma ve iş birliği bakımından iyi bir ivme yakalanmıştı. Ancak 2010 yılından itibaren Arap Baharı olarak nitelendirilen olaylarla birlikte emperyal güçlerin de taktiksel müdahaleleri sonrasında, bölgenin daha demokratik rejimleri eliyle işbirliğini derinleştirme hayali tersine dönmüş, yakınlaşma ve özgürleşme olguları yerine öldürücü rekabet ve düşmanlık artmıştır. Ülkeler arası rekabet ve Batılı güçlerin müdahalesi yerel rekabeti kısır bir döngünün içine çekerek, kendi silahı ile kendini öldürmeye gönüllü birçok yerel grubun ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Yaşanan 13 yıllık deneyimin sonucunda bu gidişatın özellikle de bölge halkları ve devletlerinin faydasına olmadığı kanısı her geçen gün daha fazla kabul görmeye başlamıştır. Zira ölen, sömürülen ve her türlü hakları elinden kaçıp giden bu bölgenin insanıdır. Üstelik yaşanan kaotik ortamdan yararlanıp bölgeye yerleşen ve her türlü insanlık suçunu işleyen küresel terör örgütlerinin ipotek altına aldığı hayatlar; bölge insanlarının hayatlarıdır. Buna karşın silahlarını satıp kendilerine servet edinen ve bölgedeki grupların birbiriyle savaşı üzerinden kendi küresel çıkarlarını temin eden ise emperyal güçlerdir. Başta Suriye savaş olmak üzere, bölgedeki her savaşın sürdürülmesi, birkaç savaş lordu ya da yerli maşanın dışında ülkelerin çıkarına değildir.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da meydana gelen olayların sonucunda karşımızda kocaman bir enkaz ve başarısızlık bulunmaktadır. Büyük umut ve coşku ile çıkılan bu yol, kısa bir süre içerisinde kan ve göz yaşına döndü ve geriye maddi ve beşerî büyük bir yıkıntı ve çöküntü bıraktı. Kuşkusuz bu acı tablonun oluşmasında küresel güçlerden daha çok, yerel iktidar ve muhalefet gruplarının suçu olduğunu da teslim etmek gerekiyor.

Tarihi ve insani sorumluluk gereği, Suriye başta olmak üzere Libya, Yemen, Sudan ve Irak gibi bölgelerde halen devam eden bu savaşların durdurulması ve hayatların normale döndürülmesi için vicdanı hür her insanın elini taşın altına koyması ve sorumluluğunu yerine getirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde medeniyetimizin beşiği, tarihimizin göz bebeği yurtlarımız ve bölgelerimiz kan gölüne ve terör yuvasına dönüşüp, emperyalistlerin ve terör örgütlerinin cirit attığı bir bölge olacaktır.

Gelinen bu süreç içerisinde ortaya çıkan bu tablonun kimseye bir faydası olmadığı gibi sürdürülebilir bir tarafı da yoktur. Dram her geçen gün artmakta ve krizlere yenileri eklenmektedir. Hiçbir güç ve taraf birbirine üstünlük sağlayamamış, tersine dışa bağımlılıkları artmış ve bölge zenginlikleri savaşın devam etmesinden başka bir çözüm üretmeyen sömürgeci güçlere peşkeş çekilmeye başlamıştır. Ayrıca krizin devam etmesi nedeniyle etnik, mezhepsel ve dini sorunlara dönüşmesi ve bu sorunların kalıcılaşması ve gelecek kuşaklara taşınması, bölgenin güvenliği ve geleceği için büyük kaygılar uyandırmaktadır.

Bu veriler ışığında bir an önce savaşların bitirilmesi, topluluklar arası barışın sağlanması ve devletlerarası güvenin yeniden tesis edilmesi için çözüm arayışları yeniden başlatılmalıdır. Bu bağlamda somut ve gerçekçi çözüm arayışları içerisine girmeden önce tarafların bazı olgular üzerinde hem fikir olması gerekmektedir. Suriye dâhil bölgesel krizlerin çözümünde ilkesel bazı ön koşulların kabul edilmesi barış süreçlerini de kolaylaştıracaktır:

  1. İdeolojik davranılmamalı, gerçeklerle yüzleşmeli, Hayalperestlikten ve yalanlardan vazgeçilmelidir.
  2. Rasyonel çözümler üretilmeli, tek taraflı çözüm arayışlarından ve dayatmalardan vazgeçilmelidir.
  3. Tarafların birbirilerini yok etme arayışları yerine birbirilerini oldukları gibi kabul etmeleri ve yeniden birlikte yaşama yolları arayışı içine girmeleri gerekmektedir.
  4. Birkaç çıkar gurubunun faydası yerine bölge halklarının ve devletlerinin menfaatine odaklanmalıdır.
  5. Uluslararası güçlerden medet ummaktan vazgeçilmeli, bölgesel ve yerel unsurlara önem verilmelidir.
  6. Tarafların kaprislerine takılıp kalmadan ve dolambaçlı yollardan vazgeçilmeli, taraf tutmadan doğrudan taraflar arası görüşmeler başlatılmalı.
  7. Tarihi hadiselerden kaynaklı olumsuz düşünce ve korkulardan kurtulup kendimize olan özgüvene inanıp yeni bir sayfa açmalı.

Bu kabullerin ötesinde başka maddelerin de eklenebileceğine kuşku yoktur. Somut çözüm önerilerine bir sonraki yazıda değinmek üzere.