Arap Baharı, Filistin ve İsrail

İsrail bugünlerde en sakin günlerini yaşıyor. Komşu Arap ülkelerinden Mısır’da devrim sonrası istikrarsız ekonomik ve siyasal durum sürerken, Suriye’de iç savaş olanca yıkıcılığıyla devam ediyor. Irak‘da siyasal ve toplumsal karışıklıklar durulacak gibi değil. Ürdün ve Lübnan’da da istikrar sorunları bulunmaktadır. Bu bağlamda Hamas’la kısmen de bir anlaşma yapan İsrail Mahmud Abbas’ın itibar kaybetmesinden de memnun görünüyor. Zira Abbas sokağa dahi çıkamıyor. Ramallah’daki ofisinden halkın arasına çıkıp cumaya bile gitmekten imtina ediyor. Ramallah’tan Ürdün’e karayoluyla geçip oradan havaalanından dış dünyaya adım atıyor. Öte yandan, İntifada süreçlerinde olduğu gibi, İsrail karşıtı eylemler artık yapılmıyor. Zaten 4-5 metre yüksekliğinde tellerle örülmüş duvarlar eylem yapmaya da olanak vermiyor. Dolayısıyla İsrail’i barışa zorlayacak bir ortam yok. Zaten İsrailliler de biz barışı yarın yerinde olmayacak liderlerle ve onların siyasal örgütleriyle mi yapacağız diye soruyorlar.

Gazze’de hayat pahalılığı daha az. Yumurta, süt, et ve ekmek gibi temel gıda ürünleriyle petrol fiyatları yüzde 50 ve yüzde 70 kadar  Gazze’de Batı Şeria’dan daha ucuz. Bu durum Hamas’a ayrıca bir sempati sağlıyor. Gazze’de amborgodan kaynaklanan ciddi sıkıntılar ve özellikle yolsuzluk suçlamaları Hamas’ın popülaritesini hergeçen gün aşağı çekmektedir.

İsrail, Batı Şeria’da  “ekonomik barış” darken Gazze’de ekonomik ambargo politikası izleyerek çelişki gibi görünen bir durum ortaya koyuyor. Ancak İsrail asıl hedefi Gazze’yi kendi başına bırakmaktır. Bunun için  oradan yerleşimcileri  tamamen çekmiştir. Ambargo uygulayarak da  Gazze’nin gelişmesini engellemeye ve iç barışını sarsmaya öncelik vermiştir.

Özellikle Mavi Marmara olayı öncesinde Gazze ambargonun en sıkı biçimde uygulanışına şahit olmuştur. Gazze’ye uygulanan ambargo yaklaşık 1,5 milyon nüfusun ölmemesi için toplam kaç kalori gerekiyorsa o kadar gıda malzemesinin geçişine izin verilmiştir. Sağlık malzemeleri  açısından da en hayati olanlara bile kısıtlı kotalar ile giriş izni verilmiştir. Bu uygulamalar tam bir psikolojik savaş politikasıdır. Cezalandırma, bıkkınlık verme ve caydırıcılık amacıyla uygulanan bu politika Mavi Marmara Olayı sonrası büyük ölçüde gevşemiştir. İsrail’in Türkiye’den özür dilemesinden sonra ayrıca bir rahatlama daha olmuştur.

İsrail Gazze’yi Batı Şeria’dan ayrı tutarak 1,5 milyonluk bir nüfusu oyun dışına çıkarmış oluyor. Böylelikle bütün ağırlığın Kudüs ve Batı Şeria’ya verilmesi  imkanı ortaya çıkıyor.  Bu bağlamda Mısır’ın belirleyeceği politika önem kazanmaktadır. Eğer Mısır Refah sınır kapılarını açarsa Gazze Filistin’den kopabilir ve Mısır’a entegre olarak yaşamayı tercih edebilir. Bu bakımdan Refah kapısı açılırsa yasal yollarla çok büyük rakamlarda Mısır tarafına geçişler olacaktır. Şimdi kullanılan geçişler tüneller vasıtasıyladır. Tüneller de Gazze’nin bir başka gerçeğidir. Ancak şu aşamada tüm tarafların çıkarlarını korur vaziyettedir. Ambargonun en sıkı uygulandığı 2010 ve öncesinde Gazze’nin dış dünya ile irtibatı için çok önemliydi. 200’den fazla tünel dolar milyoneri bulunduğu söyleniyor. Bu ticaretten Gazzeli milyonerler istifade ettiği gibi Mahmud Abbas yönetimi de istifade ediyor. Gerek vergi almak gerekse illegal geçişlerden kaynaklanan ticari hareketi denetlemek Mahmud Abbas’ın askeri rütbe sahiplerini memnun etmektedir. Hamas da asıl tünel sahibi gibi görünüyor. 1,5 milyon nüfusun tüm ihiyaçları 200 kadar tünel bölgesine sıkıştığı için buradaki ticareti kontrol etmek kolay ve karlı bir durum oluşturuyor.

İsrail ve Filistin Arasındaki Demografik Denge

İsrail demografik ve siyasal açıdan bugün kendisini çok rahat görüyor. Ancak yakın gelecekte demografi sorunuyla başbaşa kalabilir. İsrail demografi sorununa care olması bakımından dünyanın her tarafından Yahudileri İsrail’e davet ediyor. 1990’lı yıllarda Rusya’dan gelen 1 milyon civarındaki nüfus bazı sorunlarla gelmiş. Daha önceden gelen Yahudiler Rus kökenlilere şüpheli bakıyorlar. Bunların arasına Hristiyanların da karıştığı iddialarını ciddi biçimde araştırıyorlar. Ayrıca eğlence sektöründe Rus kökenlilerin çalışması, yeme ve içme alışkanlıkları da özellikle dindar Yahudiler tarafından eleştirilere konu oluyor. Etiyopya, Çin, Irak, Avrupa, Amerika ve Hindistan’dan gelen Yahudiler İsrail’de inanılmaz bir renk cümbüşü oluşturmuş durumda.  Siyonist felsefe ve kan bağına dayalı bir inanışa sahip İsrail halkı için bu durum tarifi imkansız bir paradoks oluşturuyor. Irkçı Naziler tarafından soykırıma uğrayan bir millet nasıl oluyor da bu kadar çok farklı renkte olmasına rağmen hala ırkçı yasalara sahip. Çağdaş dünyada dışardan gelen soydaşlarına vatandaşlık hakkı verirken, 1948’den beri vatandaşı olan Araplara ikinci sınıf muamelede bulunuyor. İsrail demografi sorununu dışardan gelenlerle çözdüğünü düşünüyor olsa bile bu sorun başka boyutlarda halen sürmektedir. Filistinli Arapların en önemli avantajları olarak bu madde önemini halen korumaktadır. İsrail, Batı Şeria ve Gazze’de 2012 Filistin İstatistik Kurumu rakamlarına göre toplam Filistinli nüfusu 5,8 milyon, İsrail İstatistik Kurumu’na göre ise İsrail’de yaşayan Yahudi nüfusu 6 milyon civarında. 2016 yılında tarafların nüfusu eşitlenecek, 2020 yılında ise İsrail’deki Yahudiler 6,9 milyona Filistinliler de 7,2 milyona çıkacak diye beklenmektedir. Filistinliler’in yıllık doğum oranı 3,47 iken Yahudilerin oranı 3 olarak görülmektedir. Kısacası, rakamların gösterdiği gibi demografik faktörler gelecekte de önemini koruyacaktır.

Türkiye’nin Filistin TİKA ile Yürüttüğü Teknik Yardım Projeleri

Filistin halkı Müslüman olsun Hristiyan olsun Türkleri çok seviyor. Özellikle Başbakan Erdoğan’a çok büyük bir sempati var. Bu sempati kısaca TİKA denilen Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı’nın faaliyetleriyle daha da kuvvetleniyor. TİKA yurtdışında Filistin’den Moğolistan’a kadar çok başarılı çalışmalar yapmaktadır.

TİKA, Filistin’de mezhep ve din ayrımı yapmadan faaliyet göstermeyi başaran itibarlı bir kuruluştur. Hristiyan Arapların yaşadığı ve Hristiyan Arap vali idaresindeki Tubas ilindeki faaliyetleri bunun en güzel örneğidir. Bu tür örneklerin TİKA internet sitesinde ve diğer tanıtım faaliyetlerinde belirtilmesi, kurumun itibarının artarak yaygınlaşması açısından faydalı olacaktır.

TİKA’nın faaliyetlerine yansıyan başarısı Büyükelçilik mensuplarınca yetirince takdir edilemediği gözlemlenmiştir.  Büyülelçilerimizden başlayarak tüm diplomatlarımızın bu konuya dikkat etmeleri, TIKA tarafından kendilerini ziyaret eden heyete kendileri gibi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kişiler oldukları ve en önemli vazifeleri üstlendikleri için gereken ihtimamı göstermeleri daha üst makamlar tarafından hatırlatılması yerinde olacaktır.

İsrail makamları ve toplumu özür dileme gerçekleştikten sonra ilişkilerimiz kaldığı yerden devam etmeli görüşüne sahip. Hemen Türkiye ile ortak akademik toplantılar ve kültürel faaliyetler yapmak istiyorlar. Gazeteciler hemen Türkiye-İsrail ilişkileri düzeldi. İlk akademik heyet geldi manşetleri atmak istiyorlar. Nitekim İstanbul Kültür Üniversitesi’nden giden bir akademik gurubu gazetelerin ilk sayflarında haber yaptılar. Bu bakımdan Türkiye’nin Mavi Marmara konusunda öne sürdüğü ve İsrail başbakanının özür konuşma metninde yer alan ambargo kalkıncaya kadar ikili ilişkileri dikkatli bir şekilde sürdürmekte yarar vardır.

Filistin’de Türk sivil toplum örgütlerinden hiçbirisi faaliyet göstermiyor. Tüm dünyada faaliyet gösteren cemaat ve vakıflar anlaşılmaz bir biçimde buraya hiç bir şekilde gelmemiş. TİKA’nın bu konuda öncülük yapması, kapasite geliştirici toplantılar düzenlemesi faydalı olacaktır. Söz konusu sivil toplum kuruluşlarının en azından Filistin’in farkında olmasını sağlayacaktır.

Son olarak Kahire’de bir araya gelen El-Fetih ve Hamas  temsilcileri anlaşarak üç ay içinde ortak bir hükümet kurmak konusunda mutabakat sağladılar. Kısa sureli de olsa Hamas ve El-Fetih’in anlaşması Filistinlilere Gazze ve Batı Şeria’nın bütünlük ve birlik içinde olması gerekliliği açısından yeni bir ümit doğurmuştur.