“Aksa Tufanı” operasyonu beşinci ayını bitirirken 7 Ekim 2023 tarihi, tahminlerin ötesinde Hamas’ın direnişinin kırılmaması, buna karşılık İsrail’in yenilmezlik mitinin büyük oranda çökmesi ve uluslararası arenada İsrail aleyhine açılan davalar nedeniyle tüm dünya için yeni bir başlangıcın da ilk günü anlamına geldi. Süreç içerisinde Ensarullah gibi Filistin meselesinde eylemsel bazda ortaya çıkan yeni aktörlerin yanı sıra bölgenin temel aktörlerinin savaştaki tutumları da bakış açılarındaki farklılıkları açığa çıkardı. 7 Ekim’den bugüne Hizbullah’ın savaşa girip girmeyeceği, girerse hangi saiklerle Lübnan tarafından cephe açacağına dair sorular yerini, Hizbullah’ın İsrail’le mücadelede çizdiği yol haritalarının detaylarının ne olduğuna bıraktı. Bu noktada da geçen beş ay içerisinde Hizbullah’ın Filistin konusundaki pozisyonu ve yeni konjonktüre göre belirlediği taktikleri tartışılmaya açıldı.
Hasan Nasrallah’ın yeni yol haritaları
2006 yılında İsrail ile Hizbullah arasında yaşanan ve 34 gün süren savaş nedeniyle 7 Ekim’den sonra iki düşmanın kolayca karşı karşıya gelecekleri düşünülüyordu. Bu açıdan kara savaşına her iki tarafın da hazırlık yapıyor olması, İsrail’in kuzeyindeki, Lübnan’ın da güneyindeki sivillerin bölgeleri terk etmeleri üzerine sınırdaki çatışmaların yoğunlaşması bölgesel savaşın başlayacağına dair işaretler sundu. Ancak gelinen noktada Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın farklı yöntemlerle süreci yönetmek istediği net bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu bağlamda öncelikle her iki tarafın psikolojik üstünlük sağlayarak düşmana geri adım attırmak istediğine yönelik taktikler öne çıkmaktadır. Nasrallah ve Şii milisler üzerinde caydırıcı bir etki oluşturmaya yönelik özellikle İsrail savunma bakanı Yoav Gallant’ın Hizbullah üzerinden Lübnan yönetimine savurduğu tehditler ve Beyrut’un 2. Gazze olacağına dair ifadeleri, söylemdeki şiddetin arttığını göstermektedir. Aynı şekilde Hizbullah’tan da İsrail’in içlerine kadar ilerleyebilecek uzun menzilli füzelerine ve İsrail’i yıkacak kapasiteleri olduğuna dair gönderilen tehditler, tarafların güç gösterisindeki dikkat çeken aktiviteleri olmuştur.
Her iki taraftan söylem noktasında yükseltilen tansiyonun Hizbullah-İsrail geriliminin tarihi kadar eski olduğu bir gerçek olsa da Gazze’deki son gelişmelerle birlikte Hizbullah tarafından yeni adımlar atıldığı görülmektedir. Bu noktada kayda değer adımlardan birisi Hasan Nasrallah’ın savaş boyunca sık sık beyanatlarda bulunması oldu. Bu bağlamda Gazze’deki katliamların boyutunu artırması ve Kassam Tugayları sözcüsü Ebu Ubeyde’nin ardı ardına gelen direnişin detaylarını içeren açıklamaları karşısında kendisinden beklentilerin arttığını fark eden Nasrallah, 3 Kasım 2023’te ilk konuşmasını yaptı. Konuşmada Hasan Nasrallah, İsrail’e açıktan savaş ilan etmesine yönelik beklentileri karşılamadı ancak özellikle yoğun askeri kayıplardan sonra kendi halkını teskin etme adına “buradayım” mesajını verdi.
Verdiği mesajın dünya kamuoyunda bir heyecan yaratmaması üzerine Nasrallah 11 kasımda yeniden ekranlara çıkarak Hamas’a verdiği desteği ispatlamak, ayrıca kendi örgütünün de ne kadar güçlü olduğunu anlatmak adına bazı detaylar sundu. Buna göre İsrail’e karşı ilk defa Kamikaze dronlarının ve Burkan füzelerinin kullanıldığı bilgisini paylaşan lider, esasen Hizbullah’ın 2013 yılında Suriye iç savaşına dâhil olmasıyla birlikte yeni askeri deneyimler ve silahlar elde etmiş olduğu gerçeğini yansıtmış oldu. İlerleyen süreçte Hizbullah İsrail’de vurduğu noktalar kadar, Rus yapımı FROG-7 füzeleri gibi sahip olduğu savaş kapasitelerine vurgu yaparak 2006 savaşından farklı olarak pozisyonunu modernize edilmiş güçlü silahları üzerinden göstermeyi tercih etti. Bir diğer ifadeyle Nasrallah neden kara savaşına girmediğine dair satır aralarında açıklamalarını yapsa da İsrail’in de gerilimi artıran tehditlerinin karşılığı olmadığını yeni silahlarıyla anlatmak istedi. Dolayısıyla da bu yeni taktikle popülaritesini artırmak istediğini göstermiş oldu.
Nasrallah’ı yeniden ekrana çıkaran bir diğer gelişme ise İsrail’in güney Lübnan sınırındaki çatışmaları aşarak Beyrut’ta Salih el Aruri’yi öldürmesi oldu. 2 ocakta İsrail’in mesajını Dahiye’de alan Nasrallah’ın, iki gün sonra yaptığı konuşmada intikam alacaklarına dair ifadeleri, küresel boyutta da etkili oldu. İsrail’le savaşın Beyrut’a ve sonrasında da tüm ülkeye sıçradığı, hatta bölgesel savaşın başladığı yorumları derinlik kazandı ancak Hizbullah’ın Lübnan’a dair hesaplarının değişmediği kısa sürede anlaşıldı. İran destekli olsa da bölge aktörü olarak İran’dan bağımsız daha da ötesi Hamas’ın önceliklerinden bağımsız bir taktik izlediği suyun üzerine çıkmış oldu.
Bu noktada Hizbullah-Hamas arasındaki ilişkinin 7 Ekim’den bu güne kadarki yansımasına göz atmakta fayda var. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ile Hamas’ın üst düzey yetkililerinin birlikte verdikleri fotoğraf, savaşın ilk günlerinde ve sonrasında servis edilmişti. Müzakerenin ve işbirliğinin bir göstergesi olan fotoğraflar, Hamas Uluslararası İlişkiler Ofisi Başkanı Musa Ebu Merzuk’un “Hizbullah’tan daha fazla şey bekliyorduk!” sözleriyle kırılganlığa uğrasa da iş birliğinin devam ettiğine dair vurgular her iki taraftan da gelmeye devam etti. Hasan Nasrallah da, Aksa Tufanı operasyonundan kendilerinin haberdar olmadığını söyleyerek dikkatleri üzerine çekti ancak Hizbullah’ın sessiz kalması da beklenen bir tutum olmayacaktı. Yine de Salih el Aruri gibi üst düzey bir Hamas yetkilisinin başkent Beyrut’ta suikasta uğramasını takiben Hizbullah’ın İsrail’e attığı roketler dışında bir politika izlemediği göz önünde bulundurulduğunda ve Hamas-Hizbullah işbirliğindeki detaylar incelendiğinde Nasrallah’ın artık izaha muhtaç bir konu olmaktan çıkan Lübnan merkezli tutumu da belirginleşti.
Hasan Nasrallah’ın çizdiği yeni planda Kızıldeniz’deki hareketlenmeler ile Husiler’in de önemli bir etkisinin olduğunu söylemek mümkündür. Yemen’deki son gelişmelerin Husiler’in iç aktörden bölgesel aktöre evrilmesine yol açması, Hizbullah açısından birbirine ters iki durumu açığa çıkarmaktadır. Öncelikle Hizbullah’tan beklenen aksiyonun kontrollü devam etmesi ancak sert tepkinin Husiler’den gelmesi, son Gazze işgaliyle birlikte bölgede İsrail’i Filistin dışında tehdit eden tek aktörün artık Hasan Nasrallah olmadığını gösterdi. Bu durum aynı zamanda Hizbullah’ın üzerindeki baskının azalmasına da vesile oldu. Diğer taraftan Husi cephesinde Amerikan ticaret gemilerine yapılan saldırıların İsrail işgalinin son bulmasını içermesi, Direniş Ekseni’nin koordineli bir şekilde hareket ettiğine dair görüşlerin belirginleşmesine yol açtı. Dolayısıyla Hizbullah tarafında bir yandan Lübnan’ı İsrail’in geniş çaplı saldırılarından uzak tutma çabaları gözlenirken, diğer yandan Husilerin desteklenmesiyle koordinasyonun önemli bir parçası olduğu vurgusu kayda geçilmiştir. Bir başka açıdan Nasrallah, Husilerin görünürlüğüyle liderlik paylaşımı yapmıştır ancak İsrail’in ve destekçi ülkelerin dikkatlerini Yemen’e de vermeleriyle kendi odağını güçlendirmiştir. Bununla birlikte her ne kadar Hizbullah ve Ensarullah arasındaki organik ilişki mezhep merkezli ve İran öncülüğünde güçlendirilmiş olsa da Zeydilerin kontrollü olmadığını dikkate almak gerekmektedir. Nitekim Husiler’in uzun süredir Yemen iç savaşında oynadıkları rolün Hizbullah’ın veya İran’ın direktifleriyle birlikte mezhebin temel inanç ilkelerinden olan “huruç” anlayışıyla belirginleştiği, tarihi süreç incelendiğinde açığa çıkmaktadır.
Hasan Nasrallah’ın İsrail’le olan çatışmayı faydaya çevirmek adına diplomatik yolları kullanmayı ve savaşın sonunda Lübnan’da meşruiyetini artırmak için sınır anlaşmalarını gündeme getirdiği de dikkati çekmektedir. İsrail’le gerilimi belirli bir düzeyde tutarak 2006’daki gibi bir kara savaşına girmeden ateşkesi sağlayabilirse, Nasrallah’ın kara sınırının belirlenmesi için de görüşmeleri perde arkasından yürüteceği tahmin edilmektedir. 2022 yılında iki ülke arasında imzalanan deniz sınırı anlaşması mevcut savaş durumunda risk altında olsa da Nasrallah’ın savaştan karlı çıkması adına kara sınırının belirlenmesi için müzakereleri desteklediği bilinmektedir. Nitekim Hasan Nasrallah’ın “Lübnan topraklarımızın her santimetrekaresini özgürleştirmek ve düşmanın (İsrail’in) sınırlarımızı ve hava sahamızı ihlal etmesini önlemek için tarihi bir fırsatla karşı karşıyayız.” minvalindeki sözleri savaşın başka bir boyutuna işaret etmektedir. Bu doğrultuda Şeba çiftlikleri başta olmak üzere sorunlu bölgeler üzerinde varılacak olan kara sınırı anlaşması Lübnan için de tarihi bir dönüm noktası olacaktır. Mevcut durumda kara sınırı görüşmelerine dair izler, Hizbullah’ın sınırın 10 km gerisine çekilmeyi reddetmesi ve bu yüzden de İsrail’in çıkmaza girmesi nedeniyle silinir olsa da, kara sınırına dair anlaşma planları bütünüyle ortadan kalkmamıştır. 2022 yılında imzalanan deniz sınırı anlaşmasından bölge açısından İsrail kazançlı çıkmıştır ancak Nasrallah’ın Lübnan adına yaptığı girişimi göstermesi, müzmin krizlerin sona ermesi ihtimali açısından olumlu bir adım olarak yorumlanacaktır.
Gazze Savaşı, uzlaşmaya varılamayan ateşkes nedeniyle bir süre daha tırmanarak devam edecek gibi görünmektedir. Bu süreçte İsrail, Hizbullah’ı tahrik etmek, biraz da Gazze üzerinde yoğunlaşan kamuoyunun ilgisini Lübnan’a sarkıtmak amacıyla angajman kurallarının sık sık dışına çıkmaktadır. Bununla birlikte Hizbullah’ın bu tahriklere kapılmamak için farklı taktiklere eğildiği görülmektedir. Nitekim bu savaş, öncekilere nispeten çok daha farklı yol haritalarının çizilmesi gerektiğini açık bir şekilde göstermiştir. Hasan Nasrallah da Lübnan’daki ve bölgedeki konumunu korumak adına topyekun bir savaştan ziyade yeni taktiklerle gücünü ispatlama yoluna gitmektedir.
Yorumlar
Savaşın arka planını, güncelini ortaya koyarken Ortadoğu’yu saran bu ateşin kıvılcımlarının nerelere kadar uzanabileceğine dair son derece gerçekçi bir yazı. Bölgeyi tam anlamıyla analiz eden titiz bir çalışmanın ürünü.