Lübnan siyasi tarihinde alışılmadık gelişmelerden biri, siyasi parti liderlerinin partilerinden istifa etmesidir. Parlamentoda yaşanan krizler nedeniyle hükümetlerin düşmesi veya protestolar neticesinde başbakanların kabineleriyle birlikte istifalarını sunmaları mutad olsa da her siyasi lider, kurucusu olduğu veya babasından devraldığı partiyi ömrünün sonuna kadar bir kalkan olarak kullanmayı tercih etmiştir.

Bu anlamda ülkedeki Dürzilerin en önemli lideri ve aynı zamanda İlerlemeci Sosyalist Parti Başkanı Velid Canbolat’ın 25 Mayısta parti liderliğinden istifası her ne kadar parti yetkilileri tarafından doğal bir durum olarak ifade edilse de Lübnan için hayati dönüşümlerden biridir. Ülkedeki Dürzi nüfusun en önemli temsilcisi olan Velid Canbolat, yalnızca siyasi kariyerinde attığı adımlarla değil, Lübnan’ın zaim geleneğini son iki yüz yıldır bir şekilde devam ettiren biri olması sebebiyle toplumsal kimliği açısından da önemli bir figürdür. Dolayısıyla istifa haberini açıklayan Velid Canbolat, yalnızca Dürzi toplumunu değil Lübnan’ın iç ve dış dinamiklerinin belirlenmesinde rol oynaması açısından tüm ülkenin kaderini yakından ilgilendirmektedir.

Canbolat’ın siyasi serüveni

1977 yılında Lübnan’ın en önemli siyasi figürlerinden Dürzi Kemal Canbolat’ın suikaste uğraması sonucunda partinin başına geçen Velid Canbolat, 28 yaşında genç bir lider olarak dönemin karmaşık Lübnan siyasetinde riskli bir görev üstlenmişti. Canbolat ailesi aslında 1975 yılında başlayan Lübnan’daki kanlı iç savaş sürecinde Lübnan Ulusal Hareketi bayrağı altında örgütlenerek, Hristiyan cephe karşısında yer almış ve bir anlamda Müslüman cephenin lideri olarak savaşmıştı. Savaşın ikinci yılında suikastla hayatını kaybeden Kemal Canbolat yerine partinin başına geçen oğul Velid Canbolat, henüz o tarihte Beyrut Amerikan Üniversitesinde Siyaset Bilimi bölümünden mezun olmuş, hızlı gece yaşamı ve farklı giyim tarzı ile babasının mücadelesiyle fazla ilgili görünmeyen farklı bir kimlik sergiliyordu. Babasının ölümü Canbolat’ın Lübnan iç savaşının en önemli aktörlerinden biri haline getirirken, iç savaşta Marunilerle kanlı çatışmalara giren Dürzilerin tek koruyucusu haline dönüştü. 1982 yılında kendisi de bir suikasttan yaralı olarak kıl payı kurtulan Velid Canbolat, komutan ve bir kahraman olarak Lübnan’daki politik şöhretini artırmaya başladı.

1989 yılında resmen sona eren İç savaştan sonra Canbolat’ın siyasi kariyeri ise 1992 yılında yeniden ama daha sivil bir kimlikle yeniden yükselmeye başladı. Yapılan parlamento seçimlerinde Şuf bölgesinden meclise giren Velid Canbolat, çeşitli bakanlıklar elde ederek aktif politikada yer aldı. Bununla birlikte Dürzi toplumu için esasen Canbolat’ın “zaim” özelliği siyasi kimliğinden önce geliyordu. Bir tür toprak ağalı sistemine benzeyen “zaim” geleneği içinde Velid Canbolat, özellikle Muhtara bölgesindeki sarayında halkın dertlerini dinleyen ve çözümler bulmaya çalışan feodal bir yerel lider rolü ile başkentin karmaşık siyaset koridorlarında pazarlıklar yapan siyasetçi rolünü birleştirmişti.

Bütünlüklü bir görüntü sergilemeyen Dürziler için mecliste Canbolat tarafından temsil edilmek bir diğer Dürzi lider Talal Arslan’dan daha önemliydi. Örneğin günümüzde Dürzilikte ruhani liderliğin zirvesi olarak kabul edilen “Şeyhü’l-Akl” makamına Canbolat ailesinin desteklediği Sami Ebu’l Muna’nın seçilmesi Canbolat’ın mezhepsel ağırlığını da ispatlar nitelikte olmuştu. Her ne kadar Talal Arslan’ın desteklediği Nasiruddin Gureyb ile Sami Ebu’l Muna arasında son zamanlarda görüşmeler sıklaşmış olsa da bu görüşmelerin siyasi bir mesaj olmadığı yönünde yapılan vurgular, Sami Ebu’l Muna’nın Canbolat’ın siyasetine müdahale etmediğini de açıklıyor.

İç savaştaki başarıları veya Dürzi toplumunun koruyucusu olmasından öte Velid Canbolat’ı ayrıca öne çıkaran unsurların başında son dönem Lübnan iç ve dış politikasında oynadığı kritik roller olmuştur. 14 Mart 2005 tarihinde Hizbullah karşıtı partilerin bir araya gelerek kurduğu “14 Mart Cephesi” liderleri arasında yer alan Velid Canbolat, 2009 yılındaki genel seçimlerde koalisyon ortağı olarak meclise 16 milletvekili sokarak Sünni lider Saad Hariri’yi desteklemişti. Ancak Velid Canbolat için katı bir taraf olmak çok kabul edilir değildi. O nedenle de Arap Baharının başlamasından hemen önce 14 Mart hareketinden ayrıldığını ilan ederek dönemin konjonktörü gereğince Suriye’yle yakınlaşma sinyali verdi. Ancak Canbolat’ın bu adımı nedeniyle iç siyasette bir parça daha kırıldı ve yeni hükümetin kurulma süreci uzadı.

Nitekim 2019 protestolarının akabinde Hariri hükümetinin ayakta kalması için destekleyen de 2021 Tayyune olaylarından sonra Samir Caca’yı savunmasıyla 14 Mart’ın içinde yer almadığı halde, rakibi 8 Mart koalisyonuna da istediğini vermeyeceğini gösterdi. Bu durum bir anlamda Dürzi pragmatizminin bilinen bir yansıması olarak da açığa çıktı.

Tüm bu serüven göz önünde bulundurulduğunda Velid Canbolat’ın istifasının farklı bir anlam kazandığı söylenebilir. Bu istifanın Lübnan’da kriz sarmalına dönüşmeye başlayan cumhurbaşkanlığı seçimlerini bir sekteye daha uğratacağı açık. Diğer taraftan Canbolat’ın süreçte Mişel Muavvad dışında hiçbir adaya yeşil ışık yakmadığı da biliniyor. 2016 yılında cumhurbaşkanı adayı olan Süleyman Franciye’yi açıktan destekleyen Velid Canbolat’ın, hali hazırda yine aday olan Süleyman Franciye’yi cumhurbaşkanı olarak görmek istememesi süreç içerisinde Hizbullah ve Suriye’ye karşı olan tutumunu göstermesi açısından da dikkat çekiyor.

Dürzilerde “Oğul” Canbolat Dönemi

Her ne kadar Velid Canbolat, Lübnan iç savaşından bir kahraman olarak çıkmış olsa da babası Kemal Canbolat’ın karizmasına hiçbir zaman ulaşamadı. Aynı şeyin 2017 yılında bu yana Dürzi hareket içinde giderek etkisini artıran oğlu Teymur Canbolat’ın başına gelip gelmeyeceğini söylemek zor. Bu doğrultuda Dürzi toplumunda bölünmüş olan siyasi liderlik yarışında Teymur Canbolat’ın babasından aldığı görevi sürdürmede ne oranda başarılı olacağı tartışma konusu.

Bu nedenle de Teymur’un Lübnan’ın iç savaştan daha da zor durumda olduğu bir dönemde Dürzi liderliğini devralması akla bazı soruları getiriyor. Ürdünlü Çerkes bir anneden doğan ve Velid Canbolat’ın tek oğlu olan Teymur için siyasete dahil olması aslında bir aile geleneği. Bu düşüncesi bağlamında teorik olarak hazır olduğunu ifade etse de ülkedeki ekonomik ve iç siyasi krizlerin arasında akıllı manevralar yapmak için yeteri kadar siyasi olgunluğa sahip olmadığı bir gerçek. Bununla birlikte Teymur’un diplomatik girişimlerle adından söz ettirmeye başladığı görülmektedir. 2017 yılında Bikirki’deki Maruni patrikliğine ve kısa bir süre sonra Baabda Sarayına arka arkaya yaptığı ziyaretler, Saad Hariri’yle 2021 yılında BAE’de bir araya gelip genel seçimler için ikna çabaları, Teymur’un iç ilişkilerde daha uzlaşmacı bir imaja sahip olduğunu gösteriyor. Bunun yanı sıra geçtiğimiz hafta Çin heyetini kabul eden Teymur’un Çin’le olan ilişkilerin gelişmesine yönelik beyanatı biraz da Lübnan dışına çıkaracağına işaret ediyor.

Dürzi siyasetinde yeni bir enerjinin ve genç bir liderin heyecan verici olduğu muhakkak. Ancak her grup gibi Dürzi toplumu da hali hazırda ülkenin geçirdiği buhranlı dönemden olabildiğince az zararla çıkmak istiyor. Bu nedenle Teymur’un diplomatik girişimleri önemli olsa da Velid Canbolat’tan siyasi beklentiler daha fazla. Özellikle Suriye’nin bölgede yeniden görünür olması, diğer Dürzi lider Talal Arslan’ın Esad’la olan ilişkisi nedeniyle Velid’in pragmatizmine ve yol haritasına şu an için daha fazla ihtiyaç duyuluyor. Son tahlilde, Velid Canbolat siyasi yolculuğunda liderlik misyonuna son verip, oğlu Teymur’u Lübnan’ın giderek artan sorunlarıyla baş başa bırakmış gibi görünse de, ömrü oldukça Dürzi siyasetinin gölge lideri olmaya devam edecek gibi görünüyor.