2016 yılında diplomatik ilişkilerini kesen İran ve Suudi Arabistan uzun bir aradan sonra bir uzlaşı çerçevesinde ilişkilerin yeniden başladığını ilan ederek yeni siyasi dönüşümlerin sinyalini verdiler. 2021 yılında iki ülke arasında Irak ve Uman’ın aracılığıyla başlayan müzakerelerin meyve vermesi neticesinde 10 Mart 2023 tarihi itibariyle barış ortamının sağlanmış olması, İran ve Suudi Arabistan kadar bölge ülkelerini de heyecanlandıran en önemli gündem oldu. Bu ülkelerin başında da her iki tarafta yaşanan en küçük krizlerden dahi etkilenen Lübnan geldi.

Uzlaşma Lübnan’a ne kazandırır?

Siyasi ve ekonomik gelişmesinin bölgesel güçlerin politikalarına bağlı olduğu göz önünde bulundurulduğunda Lübnan’ın, çevresindeki her girişimden doğrudan etkileniyor olması artık izaha muhtaç bir mesele değil. Bu doğrultuda Suudi Arabistan-İran yakınlaşması Lübnan için çok kritik bir öneme sahip. Nitekim her iki tarafın da vekalet savaşlarında kullandıkları alanlardan biri olan Lübnan’ın, kendi iç siyasetini özellikle Refik Hariri suikastından sonra Suudi Arabistan ve İran ekseninde dizayn etmeye başladığı biliniyor. Bu noktada iki ülke arasında 2016 yılında yaşanan krizin, kendi aralarındaki ilişkilerin bozulmasında etkili olduğu kadar Lübnan iç siyasetinde yol açtığı gerilimi hatırlamakta fayda var. Suudi Arabistan’da Şii din adamı Nimr el-Nimr’in terörist olduğu suçlamasıyla 47 kişiyle birlikte idam edilmesi ve Tahran’ın tepkilerinden sonra Suudi Arabistan’ın İran büyükelçiliğinin bazı eylemciler tarafından ateşe verilmesi, Riyad-Tahran arasındaki diplomatik bir süre sonra da ticari ilişkilerin kesilmesinin en önemli nedeniydi. Lübnan’ı ilgilendiren kısım ise dönemin başbakanı Tammam Selam hükümetinin İran’ı kınayan herhangi bir açıklama veya girişimde bulunmaması olmuştu. Tırmanan gerilimden sonra Suudi Arabistan’ın finansal desteğini çekmesi nedeniyle bir anlamda cezalandırılan Lübnan,  hâlihazırda içinden çıkmadığı ekonomik bunalıma aslında 2019 protestolarından önce girmiş oldu. İran ise Lübnan hamlesi yaparak Suudi Arabistan’dan boşalan gücü doldurmak istediğini, Lübnan ordusuna finansal destek sağlamaya hazır oldukları açıklaması bağlamında gösterdi. İran, Lübnan’a Suudi Arabistan’ın söz verdiği askeri yardımları yapmadı ancak süreç içinde Lübnan’daki hegemonyasını artırmayı başardı.

İran ve Suudi Arabistan arasında artan tansiyonun Lübnan’da yarattığı çıkmazın ülkede her alanda hissedilmesi kadar, anlaşmanın akabinde olumlu esmeye başlayan rüzgârların da Lübnan’da bir umut kapısının aralanmasına vesile olduğu görülüyor.  Buna göre ekonomisini turizm ve dış yatırımlara özellikle de Körfez yatırımlarına dayandıran Lübnan, her ne kadar yakın zamanda yaşanacak siyasi gelişmeleri kestiremese de öncelikle Suudi Arabistan’ın İran’la birlikte kuracağı barış ortamından ekonomik olarak faydalanmayı hedefliyor.  İran’la erimeye başlayan buzların bölgede oluşturacağı olumlu hava nedeniyle Hizbullah’ın da Lübnan’da yumuşak bir politika izlemeye başlayacağı ve Suudi Arabistanlı yatırımcıların Lübnan’la ilgilenebilecekleri, böylelikle de yatırımlarını artırmaları, ulaşılmak istenen hedeflerden biri. Bu nedenle de sıcak para akışına hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyan Lübnan, birtakım girişimlerle bölge ülkelerine de açılabileceğine dair fırsatları kollamaya başladı.

Ancak anlaşmayla birlikte Suudi Arabistan’ın değişen Ortadoğu gündeminde Lübnan’ı heyecanlandıracak bir girişim olmayacağına işaret eden açıklamalar geldi. Suud Krallığı, dışişleri bakanı Faysal bin Ferhan’ın beyanatları yoluyla Lübnan’a karşı tutumunu gösterdi ve ülkenin iç istikrarının İran- Suud anlaşmasından daha önemli olduğunu vurguladı. Lübnan’ın Suudi Arabistan-İran yakınlaşmasından bir sonuç beklemeden önce kendi içinde yakınlaşması gerektiğini ifade eden bakan, Suudi Arabistan’ın Lübnan’la bir süre daha yakın ilişkiler kurmayacağını üstü kapalı izah etmiş oldu. Bir anlamda IMF’nin “reform yoksa destek yok” politikasını gözeten Suudi Arabistan, Lübnan’daki gergin siyasi ortamın bir parçası olmak istemediğini göstermiş oldu. Siyaseten ise Suudi Arabistan’ın Hizbullah’ın cumhurbaşkanlığı için desteklediği Süleyman Franciye’ye müdahalesi olup olmayacağı zihinleri meşgul etmeye başladı. Buna göre Suudi Arabistan’ın Süleyman Franciye’nin adaylığı hususunu İran’la görüşmesinin muhtemel olacağı düşünülürken, İran’ın nasıl bir reaksiyon göstereceği henüz belli olmasa da Hizbullah’a destek noktasında Süleyman Franciye’yi kollayacağı ön görülüyor.

Lübnan’dan uzlaşıya tepkiler

İran- Suudi Arabistan yakınlaşmasına Lübnan’daki hemen her siyasi cepheden beklenen tepkilerin geldiğini görmek mümkün. Dini otoritelerin yanı sıra siyasi aktörlerin uzlaşıya yaklaşımları büyük oranda pozitif bir görünüm sergilese de madalyonun bir diğer yüzünün olduğunu tahmin etmek zor değil. Suudi Arabistan’ın İran’la aynı masaya oturmasına karşı gösterilen reaksiyonların en dikkat çekenlerinden biri ise hiç şüphesiz Hizbullah ve müttefiklerine ait oldu. Hasan Nasrallah’ın Suudi Arabistan ve İran arasında yeniden başlayan diplomatik ilişkileri “iyi bir gelişme” olarak nitelendirmesi olumlu olarak görülse de Lübnan’da genişleyen nüfuzu sayesinde oynadığı politik rolün kısıtlanma ihtimalini de göz ardı etmediği son konuşmasının detaylarında belirginleşiyor. Bu doğrultuda Hizbullah, Lübnan için kritik bir aşamada olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Suudi Arabistan’ın oluşan havadan ilham alarak müdahale etmesinin önüne geçmeye çalışıyor. Bu nedenle Nasrallah’ın son beyanatında cumhurbaşkanlığı seçimlerinin “iç” mesele olduğunun altını çizmesi, hiçbir “dış” söylemi kabul etmeyecekleri anlamına da geliyor. Suudi Arabistan’ın Lübnan büyükelçisi Velid Buhari’nin cumhurbaşkanlığı seçimi için İran-Suudi Arabistan anlaşmasının olumlu etki edeceğine dair ifadeleri ise Nasrallah’ın bu çıkışının en önemli işareti olduğu anlaşılıyor. Bununla birlikte Nasrallah’ın konuşmalarında Suudi Arabistan’a yönelik suçlamalarında bir üslup değişimine gideceği muhakkak.  Dolayısıyla Nasrallah’ın özellikle 2019 yılındaki protestolardan bu yana yaptığı konuşmalarında Suudi Arabistan’ı Lübnanlıları kışkırtan bir işgalci ve IŞİD zihniyetini yayan bir terörist olarak gördüğüne dair söylemlerinin artık yer almayacağı tahmin ediliyor.

Maruni cephede ise tepkilerin daha yumuşak düzlemde seyrettiği dikkat çekiyor. Patrik Bişarra el Rai Kilise’nin uzlaşıya tam destek verdiğini belirtirken, siyasi kanadın anlaşmaya biraz daha tedirgin yaklaştığı görülmekte. Lübnan’ın mevcut gündeminde en fazla yer alan isim olan Hizbullah’ın cumhurbaşkanı adayı Süleyman Franciye bu tedirginliği yansıtan Maruni aktörlerden biri. Suudi Arabistan’ın kendisinin adaylığı karşısında duracağını ön gören Franciye’nin adaylığını ve cumhurbaşkanlığı koltuğu kaybetme ihtimali bulunuyor. Bu nedenle de Süleyman Franciye’nin geçtiğimiz günlerde Fransa’ya giderek Emmanuel Macron’la görüşmesi, uluslararası desteği artırmaya çalıştığını gösteriyor. Suudi Arabistan’ın Samir Caca’yı öne sürüp sürmeyeceği ise belirsiz. Ancak böyle bir ihtimalin İran’ın engeline kesinkes takılacağı göz önünde bulundurulduğunda şansının düşük olacağı söylenebilir. Nitekim Samir Caca’nın, anlaşma çerçevesinde İran’ın Yemen’de Husiler’e verdiği desteği keseceği gibi Hizbullah’a verilen destek de kesilir mi minvalindeki sorusu, hiçbir karşılığa sahip olmadığı gibi İran’ın Caca’yı Lübnan’da görmek istemeyeceğinin de kanıtı olarak öne çıkıyor.

Sünni tarafın ise yeni bölgesel heyecana daha silik yaklaştığı görülüyor. 2017 yılından bu yana Suudi Arabistan’la çekişmeli bir süreç yaşayan Saad Hariri, konuyla ilgili hiçbir yaklaşım sergilemezken, geçici hükümetin başbakanı Necib Mikati bölgenin geleceği için bir umut ışığı olarak nitelendirmekle yetindi. En net çıkışı veren Eşref Rifi ise, Suudi Arabistan’ın Lübnan’da Hizbullah ve İran etkisini kıracağına dair yaklaşımını ifade etti. Ancak Hizbullah’ın ve İran’ın etkisini Suudi Arabistan’ın kısa sürede kırmayacağının bilincinde olan Sünni cephe, iç siyasette olduğu kadar dış siyasette de hayalet figür olarak kalmaya devam edecek görünüyor. Bu durumun Sünniler açısından Lübnan’da uzun vadede beklenmeyen sonuçlar doğuracağı bilinse de Sünni siyasi cephe güçlü bir dış destek bulmadan Lübnan’da bir iç dinamik olarak harekete geçmeyi planlamıyor.

Lübnanlılar için ise siyasi boşluğun ve ekonomik krizin İran- Suud anlaşmasıyla çözüme kavuşabileceğine dair bir inanç bulunmuyor. Ancak bölgede esmeye başlayacak olan müzakere ortamının ve barış havasının Lübnan’a yansımasını ve yeni siyasi adımların ülkede görece istikrar sağlayacağı ve gerilimin azalacağı beklentisi yüksek. Her ne kadar anlaşma Yemen’i öncelese de Lübnan’ın da kendisine bir yer bulacağı muhakkak. Bununla birlikte anlaşmanın fayda sağlaması için ülkede iç siyasetin belli bir istikrara kavuşması gerek. Lübnan’ın kendi iç barışını sağlayıp istikrarı elde edip edemeyeceği ise yeni cumhurbaşkanının seçimiyle birlikte belirginleşecek. Zira bu seçim Lübnan’ın iç siyasetinin yönünü belirlemek kadar anlaşmanın sahiplerinin yönünü belirlemede de etkili olacak.