Irak tarihini inceleyen gözlemciler, ülkenin 1921’den bu yana, -15 yıllık bir sürecin dışında-, ülkede savaş, iç karışıklık ve siyasi istikrarsızlık olduğunu ve asla barış ortamının hüküm sürmediğini müşahede eder. Yıkıcı diğer iç sorunlar da cabasıdır. Irak devletinin kurulduğu yakın tarihin ötesine gitmeye kalktığımızda durumun pek de farklı olmadığını görürüz. Ancak bu makalede, Irak devletinin yakın tarihinde tanık olduğu iç karışıklıkların bazılarına odaklanmaya çalışacağız.
Irak devletinin kurulması oldukça zorlu bir süreçten geçmiştir. Bu uğurda çok kan akmıştır. Bu çerçevede Orta Fırat aşiretleri en çok bedel ödeyen taraflar olmuştur. Bunun nedeni, savaş yıllarında Osmanlı Devleti’nin yanında yer almalarıdır. Ayrıca, İngiltere’yi, Irak’ı doğrudan manda yönetimi altına alma kararından vazgeçiren ve Irak’ta Faysal bin Hüseyin’in başında olduğu ulusal yönetimin iş başına gelmesini sağlayan 1920 Devrimi’nin sorumluluğunu taşımalarıdır. Nitekim, bu aşiretler ve Necef’teki din adamları Faysal bin Hüseyin’e Irak kralı olarak biat etmekte tereddüt etmemişlerdir.
Her şeye rağmen, Kral Faysal döneminde ülke siyasi istikrar ve huzur ortamı görmedi. Zaman zaman, Kral Faysal’ın elini kolunu bağlamak isteyen İngiltere’nin arkasında durduğu bazı silahlı çatışmalar patlak vermiştir. Kimi zaman devletin elindeki silahlardan daha gelişmiş silahlara sahip aşiretlerin ayaklanmaları yaşanmıştır. Bu aşiret ayaklanmaları bazen Necef’teki din adamlarının talepleri doğrultusunda, siyasi taleplerle olurken; bazen de ekonomik temelli ve çıkar amaçlı olmuştur. 1924 Nisan’ından itibaren hükümetle silahlı çatışmalara giren Şeyh Mahmut Berzenci’nin ayaklanması (Kürt ayaklanması) gibi bir kısmı da milliyetçi görünümlü hareketlerdir.
Kral Faysal, İngiliz baskısı ve ulusal çıkarları uzlaştırmaya çalıştığı, kendisine Hicaz’da kral olarak biat eden bazı aşiret ve din adamlarını sürgüne gönderdiği ve Iraklıları kendi politikalarına ikna etmeye çalıştığı bir dönemde; Necid kabileleri Irak’ın güneyine saldırdı (Aralık 1924). Ülke böylece uzun süren bir çatışmanın içine girdi. Ancak Kral Faysal, İbn Suud tarafından desteklenen Necid kabilelerine karşı bütün ülkenin desteğini almayı başardı. Fakat kendi aşiretlerini teskin etmekte yeterince başarılı olamadı. Nitekim Kral Faysal döneminde aşiretlerle hükümet arasında pek çok gerginlikler yaşandı. Sebeplerin bir kısmı, vergi toplanmasına protesto olsa da; siyasi amaçlı olanlar da az değildir. Bu gerginliklerin başında, özellikle Irak ve İngiltere arasında Haziran 1930’da bir anlaşma imzalanmasının ardından büyüyen ve daha sonra birçok kente taşan gerilimler gelmektedir.
Kral Faysal döneminin sonlarında, İngiliz güdümündeki “Levies” birlikleri sorunu baş gösterdi. Bu birlikleri oluşturan Asuriler ile Hakkâri Dağları ve civarını mesken edinen Hristiyan kabileler arasında sorunlar yaşanmaya başladı. Ülkede ulusal bir yönetim kurulduktan sonra, Asuriler ellerindeki silahları teslim etmeyi reddetti. Bu durum, devletle aralarında çatışmaların çıkmasına ve Asuriler’den çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu. “Simele Katliamı” olarak bilinen bu hadise, Kral Faysal’ın son dönemlerinde, hastalığı yüzünden tedavi gördüğü sırada -1933 yılında- meydana gelmiştir. Bazı kaynaklar, Kral Faysal’ın kendi bilgisi dışında yaşanan bu gelişmelerden çok etkilendiğini ve ölümüne tesir ettiğini yazmaktadır. Olayların, Bekir Sıtkı’nın Irak ordusunun komutanlığına getirilmesinden sonra yaşanması da dikkat çekmektedir.
Kral Faysal’ın ölümünden sonra durum daha da kötüye gitmiş ve hükümete karşı birçok ayaklanma olmuştur. 1935 yılı Mayıs ayında Ramsiye’de Beni Rezic aşireti şeyhi Havvam el abd el abbas Al Farhoud ayaklanmıştır. Bu ayaklanma döneminin Şii mercii sayılan Şeyh Muhammed El Hüseyin’in talebi ile ve bütün kesimlerin yönetime dahil edilmeyip yönetimde mezhepçilik yapıldığı iddiasıyla başlattığı bir isyandır. Şiddetle bastırılan bu ayaklanmada çok sayıda kişi hayatını kaybetmiş ve Ramsiye ile Sukuşşuyh’ta sıkıyönetim ilan edilmiştir. Aynı şekilde 1935 yılı Eylül ayında, Basra’da bazı aşiretler; Ekim 1935’te de Ezidiler hükümete isyanı etmişlerdir. Bunun sonucunda Sincar’da da sıkıyönetimin ilan edilmiştir.
Darbeler Döneminde Irak
1936’nın Kasım ayında, Irak siyasi tarihine yön verecek en önemli olaylarından biri yaşandı. Genelkurmay Başkanı Bekir Sıtkı, genç kral Gazi bin Faysal’ın da desteğini alarak, çiftçilerin ayaklanmasını şiddetle bastıran Yasin El Haşimi hükümetine yönelik bir darbe gerçekleştirdi. Ancak darbe hükümetin devrilmesiyle sınırlı kalmadı ve kralın da güvenini alacak bir hükümeti başa getirdi. Darbede, Irak’ın ilk savunma bakanı General Cafer el Askeri de öldürüldü. Osmanlı ordusunda görev yapan El Askeri, 1921’de Irak devlerinin oluşmasından sonra Irak ordusunun kurucuları arasında yer almıştır. Söz konusu süreç bu gelişmelerle son bulmadı. Bekir Sıtkı da görevinde çok fazla kalamadı ve Ağustos 1937’de öldürüldü. Böylece ilk darbeci hükümet de bir çatışma sonucu sona erdi.
Irak daha sonra bir silahlı darbeye daha tanıklık etti. Bu darbe, 1941 Mayıs hareketi veya “Dört Albaylar” hareketi olarak da bilinmektedir. Bu hareket, Nuri Said hükümetini devirip, onun yerine Reşid Ali El Kiylani’nin darbe hükümetini getirdi. Kralın vasisi olan Emir Abdu’l ilah görevinden alındı ve yerine El Şerif Şeref getirildi. Bundan sonra, bazı gurupların Irak ordusuyla başlattığı askeri çatışmaların ardından yönetim İngilizler’in kontrolüne geçti. Ali El Kiylani de Mayıs ayında görevinden alındı ve Emir Abdu’l-ilah da vasilik görevine geri döndü. Kiylani 1960’ların ortalarına kadar dönmeyecek şekilde ülkeyi terk etti. Dört Albaylar ise, Yunus Sebavi gibi onlara yardım eden bazı sivillerle idam edildiler.
Kürtlerin İsyanı
Bütün bu gelişmeler devam ederken, Kürtler’in yaşadığı kuzey bölgeleri de bir dizi siyasi çalkantılara sahne oldu. Şeyh Muhammed Hafid’in ayaklanmasının bastırılmasından sonra birbiri ardına askeri müdahaleler yaşandı. Kürtler, gerek krallık döneminde, gerekse de cumhuriyet yönetiminden sonra merkezi hükümetlerle askeri çatışmalara girdi. Şeyh Muhammed Hafid’in isyanından bahsetmişken, diğer Kürt ayaklanmalarını da hatırlatmakta fayda vardır:
Mayıs 1943’de Molla Mustafa Barzani, İran’dan döndükten sonra, Barzan’da isyan başlattı. Bu isyan, Ekim 1945’e kadar devam etti. Ancak Barzani daha sonra tekrar İran’a kaçmak zorunda kaldı. Mayıs 1947’de ise geri dönerek tekrar yeni bir isyan bayrağı açtı. Bu tarihten itibaren 1958 darbesine kadar kesintili olarak merkezi hükümet ile çatışmalara girdi ve sonunda bir barış imzaladı. Ancak 1961 Eylül’de hükümetle yeniden silahlı savaşa başladı. Nitekim Molla Mustafa’nın müteaddit isyan girişimleri 1968 yılına kadar devam edince merkezi hükümet ona karşı kapsamlı bir operasyona girişti. Bu gerginlik, Mart 1970’te dönemin cumhurbaşkanı yardımcısı Saddam Hüseyin’in Barzani ile görüşmesine kadar devam etti. Bu tarihten sonra Kürt meselesinin çözümü için müzakereler başlamış ve süreç 11 Mart deklerasyonuna kadar gitmiştir. Yapılan özerklik anlaşması 1974’te bozulmasının ardından bir kere daha savaş başladı ve 1975’teki İran ve Irak arasındaki Cezayir Anlaşmasına kadar devam etti. Bu anlaşmayla İran Şahı’nın Kürtler’e desteği kesilince Barzani hareketi çökmeye başladı. Bu gelişme sonrasında Barzani hareketi durdurduğunu ve İran’a çekildiğini açıkladı. Ancak 1976’da dağlık Kürt bölgelerinde gerilla savaşı başlatıldı. Ekim 1991’de de, yine merkezi hükümet ile Kürtler arasında Erbil ve Süleymaniye’de çatışmalar yaşandı ve Irak güçleri bu bölgelerden çıkmak zorunda kaldı. Süreç sadece merkezi hükümete karşı değil Kürt guruplar arasında da savaşların başlamasına neden oldu. Nitekim Mesud Barzani, Ağustos 1976’da Celal Talabani liderliğindeki KYB’ye karşı Irak hükümetinden yardım istedi.
Saddam Hüseyin ve Dönemi
Aynı dönmede, ülke içinde şiddetli çatışmalar ve gerilimler de artarak devam etti. Başarılı ve başarısız darbe girişimleri, tutuklamalar, suikastler ve sonrasında Saddam Hüseyin’in El Bekir’e karşı yaptığı darbeyle cumhurbaşkanı olması; 1979’da önde gelen birçok Baasçı’nın idam edilmesi ve eylül 1980’de İran ile Irak arasında Körfez savaşının başlaması dönemin en önemli olayları olarak tarihe geçti. Sekiz sene süren ve 8 Ağustos’ta ateşkesin ilan edildiği savaşın ardından; Ağustos 1990’da Irak ordusu Kuveyt’i işgal etti. Saddam Hüseyin, Ocak 1991’de ABD’nin öncülüğündeki uluslararası koalisyon ile yıkıcı bir savaşa girdi. Ağır darbe alan Irak ordusu Kuveyt’ten çekilmek zorunda kaldı. Bunun da etkisiyle aynı yılın Mart ayında Saddam Hüseyin rejimine karşı bir ayaklanma başladı ve 14 şehir Bağdat’ın kontrolünden çıktı.
İkinci Körfez Savaşı’nın etkileri sadece ekonomik alanla sınırlı kalmadı. Aksine askeri hareketlilik olarak da kendini gösterdi ve Eylül 1996’da Amerikan Ordusu Irak’ın güneyindeki hedeflere yönelik 44 Cruise füzesi fırlattı. Bir süre sonra, Eylül 1998’de, İngiltere ile beraber Çöl Tilkisi Operasyonunu başlattı. Bu operasyon ABD’nin İkinci Körfez Savaşı’ndan itibaren İngiltere ile düzenlediği en kapsamlı askeri operasyon olmuştur. Olaylar burada durmadı, ABD başkanı George W. Bush’un, 17 Mart 2013’te Saddam Hüseyin’e nükleer silah geliştirme ve terörü destekleme suçlamaları yüzünden Irak’ı terk etmesi için 48 saat mühlet vermesi ile yeni bir boyuta taşındı. En büyük sonucu; 20 Nisan’da üçüncü Körfez Savaşı’nın başlaması ve Bağdat’ın işgal edildiğinin açıklanmasıyla, Saddam rejiminin sonunun ilan edilmesi oldu.
Mart 2003’ten sonra iç savaşlar başladı ve büyüyerek devam etti. Mezhepsel bir boyut kazanan bu iç savaşlarda taraflardan biri ABD’nin desteklediği Irak hükümeti, diğer taraf da çeşitli silahlı örgütler oluyordu. Bu örgütlerin bazıları Amerikan güçlerinin hedef alınmasına odaklanırken, El Kaide gibi bazı örgütler de açık bir mezhep savaşı yürütüyordu. Bu çatışmaların sonucunda binlerce sivil hayatını kaybetti. ABD’nin icbar ettiği anayasanın ilan edilmesi de ülkeyi istikrara kavuşturmadı. Aksine yeni problemleri beraberinde getirdi.
2009 yılında, bir yandan bir rahatlama yaşanırken; diğer yandan da kanlı patlamalar devam etti. Haziran 2014’e gelindiğinde, Irak ordusu Musul’da büyük bir felaket yaşadı ve bu durum diğer kentlerde de görülmeye başlandı. Bu süreçte Irak hükümetinin kontrolünden çıkan alan, Irak devletinin 3’te 1’ine tekabül ediyordu. Irak, yeniden büyük bir askeri çatışma sürecine girdi. Çatışmayı, ancak Necef’teki dini merciinin Haziran 2014’teki fetvasından başka bir şey kurtaramayacaktı. Irak güçlerine katılıp, ülkenin savunulmasının istendiği fetvadan sonra Haşdi Şaabi gibi gayri nizami yapılar ortaya çıktı ve Irak ordusuyla beraber IŞİD’e karşı yapılan savaşta yer aldı. Irak’ın değişik askeri ve güvenlik birimlerinin katıldığı ve ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun destek verdiği askeri operasyon, IŞİD’ten kurtuluşun ilan edildiği 2016’ya kadar sürdü. Bu savaş Irak’ta ciddi can kaybına mal olurken, şehirler ve alt yapı yıkıldı ve bundan sonra Irak hükümeti tarafından kontrol edilmesi güç silahlı unsurlar sahayı tutmaya başladı.
Bu kronoloji su soruyu sormamıza imkan veriyor: Irak devletinin yaklaşık yüzyıllık ömründe hâkim olan en belirgin özelliği nedir? Maalesef bu özellik çatışmadır, savaştır. İçeride hükümetle muhalifleri arasında, dışarıda Irak ile komşuları arasında ya da Irak ile sınır aşan örgütlerle sürdürülen savaşlardır. Bu savaşlar, içinden çıkılması güç toplumsal sorunlar, mezhepsel ve ırka dayalı çekişmeler yaratmaktadır. Bu da birbirini besleyen çatışmaları ve iç savaşları beraberinde getirip başka krizlerin doğmasına sebep olmaktadır. Böylece savaş ekonomisinden çıkar elde eden, komisyonculuk, rüşvet ve siyasi dayatmalarda bulunan parazitler türemekte ve istikrarsızlığı teşvik etmektedirler.
Savaş, Irak’ta her şeyin anası ve siyasi anlaşmazlıkların sonucudur. Bu da devleti kuran sosyal sözleşme üzerinde bir ittifakın sağlanamamasından kaynaklanmaktadır. Irak’ta etnik kökenleri temsil eden güçler, evlatları arasından devlet kurabilecek ve onu destekleyecek kişiler çıkaramadığı sürece, savaş ve çatışmaların devam etmesi kaçınılmazdır. Yine de bir kere daha sormak gerekiyor: Irak’ta kim savaşıyor?