İran’da 28 Aralık Perşembe günü başlayan eylemler kısa süre içinde Tahran, Raşt, Meşhed, Kirmanşah, İsfahan, Ahvaz, Sabzevar, Hamadan, Şehrekürd ve Kum gibi önemli kentlere yayıldı. Bu aşamada İran toplumunun yaygın öfkesini, dönemsel refleks olarak okumak veya kesin sonuçlar çıkarmak yanıltıcı olabilir. Ancak hükümet karşıtı protestoları, bir arayış ve aşama olarak nitelendirmek yanlış olmaz.
Dünya tarihinde her eylem yeni bir rejim veya devrim yaratmamıştır. Dahası totaliter rejimlerin çökmesi anlık olarak gerçekleşmez. Bu bağlamda devam eden protestolar, müzmin sorunlar karışında eylemci geleneği yabana atılamayacak huzursuz bir toplumun öfke nöbetlerinden biri olarak görülebilir. Protestoları tetikleyen dinamikler, ekonomik durgunluk, yolsuzluk, siyasi baskılar ve kamu yönetimde yapısal sorular olarak sınıflandırılabilir.
Devrim Sonrası Siyasal Eylemler
1979 Devrimi, İranlıların siyasal eylemciliğinin bir yansıması olarak nitelendirilebilir. Diğer taraftan Devrim sonrası tüm muhaliflerin, “gaflet, ihanet ve ajanlıkla” suçlanarak tasfiye edilmesi madalyonun diğer yüzüdür.
İran’da, 1980’li yıllarda devam eden Irak Savaşı nedeniyle toplumsal protestolara geçit verilmemiştir. Ancak 1990’lı yıllarda Tahran ve diğer kentlerde büyük protestolar meydana gelmiştir. 1991’de Tahran’da, 1992 Şiraz ve Meşed ve 1995’de Tahran’ın İslamsehir bölgesinde, protestolar yapılmıştır. 1995’deki 3 gün süren ayaklanma Rafsancani’nin iktisadi politikalarına yöneliktir. 1999 yılında Tebriz ve Kazvin’de, bireysel özgürlük ve bölgesel özerklik taleplerini dile getiren çeşitli öğrenci olayları yaşanmıştır. Devrim sonrası en kapsamlı isyan olan Yeşil Hareket, (2009) siyasal sistemin niteliğini sorgulamaya açmıştır.
2009 yılında Tahran’da yaklaşık 5 milyon gösterici toplanmış, barışçıl ve silahsız protestocular, gerçek mermiler kullanılarak dağıtılmıştır. Olaylarda 100 kişi hayatını kaybetmiş ve yaklaşık 4.000 kişi gözaltına alınmıştır. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, gösterilerin bastırılmasında kilit rol oynayan Devrim Muhafızlarına, bütçede, kabinede ve idari görevlerde öncelik vererek minnettarlını göstermiştir. Ayrıca, devlet erkânı tarafından rejimin kurtarılması, 9 Dey Hamaseti adı altında kutlanmaya devam etmektedir.
Rejim, İran muhalefetinin taleplerini anlamaya çalışmak yerine, protestocuları “fitneci, düşman, şeytani emelleri olan” gruplar olarak nitelendirilmektedir. Bu yaklaşım, çözüm üretemediği gibi toplumsal öfkenin daha da derinleşmesine ve sokağa yeniden inmesine zemin hazırlamaktadır.
Ekonomik Dengesizlikler ve Yolsuzluk
İran halkını sokağa çıkmaya sevk eden en önemli konu başlığı şüphesiz ekonomidir. Ekonomik dengesizlik ve yolsuzluk, İran’da devrim öncesine dayanan kronik bir sorundur. Genel olarak Pehlevi yönetimi ehlikeyif yaşamanı, mollalar devralmış, bu yaşamın yükünü de halk taşımaya devam etmiştir.
Ekonomik sorunlar yeni değildir. Ancak sokağın hareketlenmesinin nedeni, nükleer anlaşmayla birlikte, ekonomik canlanma ve özgürlük beklentisi hayli yükseltilen halkın, geçen sürede umudunu kaybetmesi olabilir. Çünkü ekonomik ambargonun kısmen kaldırılması, reel ekonomiyi değil, güç devşirme politikalarını harekete geçirmiştir.
Bununla birlikte çeşitli aktörler, kaynakların eşitsiz dağlımı, yolsuzluk ve fakirlik sorunu olduğunu kabul etmektedirler. Ancak tüm taraflar, sorunlarla ilgili olarak birbirini suçlamakta veya sorumlu tutmaktadır. Hamaney, cumhurbaşkanlığını sorumlu mevki olarak gösterirken, cumhurbaşkanı kamu kaynaklarını denetimsiz bir şekilde kullanan vakıfları ve Devrim Muhafızlarını eleştirmektedir. Hiçbir aktörün, ekonomik huzursuzluğu yatıştırmak için seçim dönemlerine özgü popülist politikalar dışında, kapsamlı bir çözüm önerisi bulunmamaktadır.
Diğer taraftan ekonomik kalkınma için enerji kaynaklarına güvenen Tahran yönetimi, petrol fiyatlarının uzun süredir düşük seyretmesinden muzdarip sayılabilir. Ancak tek sorun bu değildir. Enerji endüstrisinin alt yapısının modernize edilmesi için yabanı yatırımcıların teknolojik desteğini ihtiyaç duyan Tahran, bürokratik ve idari yapısını uluslararası sermayenin beklentilerine uyumlu hale getirmekte zorlamaktadır. Ayrıca yabancı ülke vatandaşlarının casuslukla suçlanma tehdidi altında olması, ticari açıdan düşmanca bir tutum olarak algılanmaktadır.
Diğer bir sorun ise ekonomik kaynakların bölgesel askeri planlar için harcanmasıdır. Bölgesel yayılmacılık, askeri ve jeopolitik olarak belli kazanımlar yaratabilir veya iç ve dış politikada güçlü bir propaganda imkânı verebilir ancak ekonomik maliyeti yüksektir.
İran, bir anlamda savaş ekonomisi ile yönetilmektedir. Devlet, sürekli halkı seferberliğe, düşmanlarına karşı uyanık olmaya ve emperyal güçlerin oyununa gelmemeye davet etmekte, diğer taraftan ekonomik kaynakları, Suriye’de rejime, Yemen’de Huti milislere, Lübnan’da Hizbullah’a destek amaçlı kullanmaya devam etmektedir. Askeri yayılmacığının toplumsal maliyeti yükseldikçe (örneğin çeşitli kaynaklar İran’ın, Suriye savaşına 100 milyar dolar harcandığını iddia edilmektedir.) toplumsal huzursuzluğun boyutu da artmaktadır.
Buna rağmen halka daha fazla ekonomik refah vaat eden siyasiler, ekonomik kaynakların güvenlik birimlerine transfer edilmesine öncülük etmektedir. Bunun sonucu olarak İran İstatistik Merkezine göre, ülkede işsizlik bir önceki yıla oranla %1,4 artış göstermiş %12,4 seviyesine yükselmiştir. Son zamanlarda yükselen gıda fiyatları, enflasyon ve yolsuzluk tartışmaları, kendilerinden sürekli fedakârlık talep edilen İran halkının öfkesinin doruğa çıkmasına neden olmuştur.
Kısaca ekonomi politikaları, reel olarak ekonomik gelişmeyi teşvik etmediği gibi umut verici bir manzara da ortaya koyamamaktadır. Umutsuzluğun diğer nedeni, özgürlükleri kısıtlayan baskıcı siyasal sistemdir.
Siyasi Baskılar
İran’da siyasi baskılar, öncelikli olarak kadınları, öğrencileri, gençleri, etnik ve dini grupları ve muhalif siyasal kesimleri hedef almaktadır.
Örneğin, 28 Aralık 2017’de Tahran polisi şefi General Hüseyin Rahimi, “ahlak polisinin” İslami kıyafet kurallarına riayet etmeyen kişileri tutuklamak yerine eğitim vereceğini açıklamıştır. İran’da yaygın eğitim, devlet medyası, “ahlak polisi” ve cami vaazları aracılığıyla hali hazırda kadınlar “eğitilmeye” devam edilirken, polis şefinin “ikna odaları” benzeri açılımı toplumsal uzlaşı arayışı değildir. Bilakis toplumsal öfkeyi daha da derinleştirecek bir adımdır.
Ayrıca, istihbarat kurumları tarafında sokaklarda bir anlamda gözaltında tutulan İranlılar ve özellikle gençler, kamu kaynaklarının kullanılması konusunda şeffaf ve hukuki denetim mekanizması olmadığının, denetlenenin yalnızca kendileri olduğunun farkındadırlar.
Siyasi baskılardan en fazla etkilenen diğer gruplar, etnik ve dini azınlıklardır. Azınlıkların olduğu bölgelerde yargısız infaz ve keyfi tutuklama iddiaları yaygındır. Bu bağlamda Kermanşah’da yapılan protestolarda siyasi tutukluların serbest bırakılması talep edilirken “ya özgürlük ya ölüm” sloganları atılmıştır. Ülkede etnik ve mezhepsel konularda akademik çalışma yapmak, zordur. Etraflı bir şekilde analiz edilmesi gereken kronik bir sorun, üstü örtülerek bastırılmaya devam etmektedir.
Diğer taraftan gençler ve üniversite öğrencileri, idari ve akademik baskılarla mücadele etmek zorundadır. Yerel kaynaklara göre, ülkede akademik despotizm egemendir. Gelişmiş ülkelerde, demokratik, katılımcı, özgürlükçü ve öğrenci merkezli üniversite modeli esas alınırken, tek tip insan yetiştirmek için kendi doğrusu dayatan keyfi mekanizma, öğrencilerin, ülkeden ayrılmasına veya rejime yabancılaşmalarına neden olmaktadır.
Kurumsal Yabancılaşma
İran halkının rejimle arasında en önemli ve sürekli sorun olan unsurlar, lidere sadakat ilkesine göre şekillenmiş kadrolardır. Genellikle Makyavelist bir içgüdüyle hareket eden bürokrasi, üniversite, yargı ve güvenlik kadroları, kurumsal yabancılamanın mimarları olarak kabul edilebilir.
Kamu gücünü ve kaynaklarını kullananların, mali, hukuki ve idari olarak denetlenmemesi, keyfiliğin önünü açmakta, toplum ve devlet arasında uzlaşma zeminin ortadan kaldırmaktadır. Nitekim göstericiler, “halk yalvarıyor, din adamları Allah gibi davranıyor” sloganıyla, yalnızca dini lidere karşı sorumlu olan ve kurumlarda önemli yer işgal eden mollalara duyulan öfkeyi açıkla dile getirmişlerdir. Ahvaz’da kentinde daha ileri gidilmiş ve göstericiler “lider Tanrı gibi davranırken halk yoksul” sloganıyla doğrudan Hamaney’i hedef almışlardır. İran’ın dini merkezlerinden olan Kum’da genç protestocular, “Hizbullah için ölüm”, “İslam Cumhuriyeti istemiyoruz”, “gençler işsiz ve mollalar her şeye sahip” sloganları atmışlardır.
Rejim meşruiyet kaynağı, dini niteliği ve mollaların açıkça hedef alınması, devlete yabancılaşmanın boyutunu gözler önünde sermektedir. Buna karşın protestolar bütün otoriter rejimlerde olduğu gibi, yabancı güçlerin kışkırtması olarak takdim edilmekte ve şiddetle bastırılmaya çalışılmaktadır.
Tepkiler ve Beklentiler
İran yönetimin eylemlere tepkisi beklendiği gibi olmuştur. Ruhani, protestocuları yüksek faiz beklentisi ile mali kurumlara yatırım yapmış ve kaybetmiş kişilerden ibaret görmektedir. İran cumhurbaşkanı yardımcısı İshak Cihangiri, cumhurbaşkanına yönelik protestoları muhafazakâr muhaliflerin tetiklemiş olabileceğini iddia etmektedir. Hamaney’in Meşhed kentindeki temsilcisi ve tanınmış din adamı Ayetullah Ahmed Alamolhoda, göstericilere karşı daha sert müdahale edilmesini talep etmiştir. Alamolhoda, güvenlik güçlerinin ayaklanmaları gerektiği gibi bastırmaması halinde, “düşmanlara” malzeme verileceğini, alanlardaki görüntülerin dünyaya yayılacağını ve rejimin Meşhed’deki devrimci zemininin zayıflayacağını ifade etmiştir. Ayrıca devlet medyası, gösterileri halkın ekonomik sıkıntılarını kullanarak kaos yaratmak isteyen dış güçlerin ve karşı devrimci grupları organize ettiğini iddia etmiştir.
Son protestolar 2009 yılından sonra en kapsamlı toplumsal hareket olarak nitelenebilir. Buna karşın Rejim, kendi angajmanları nedeniyle ekonomik huzursuzlukları dindirmek için çaresiz görünmektedir. Ruhani’nin siyasi suçluların serbest kalmasına yönelik adımlar atması neredeyse imkânsızdır. Bölgesel politikalar konusunda Tahran yönetiminin geri adım atması da beklenmiyor. Kısaca protestoların, siyasi ve ekonomik reformlara zemin hazırlaması muhtemel değildir.
Buna karşın, ekonomik/siyasi darboğaz ve işsizler ordusu, protestoların güçlü dinamiklere dayandığını göstermektedir. İran’da etnik gruplar, dini azınlıklar ve nüfusunu yarısını oluşturan kadınlar, eşit yurttaşlık haklarından yoksundur. Dolayısıyla dini gerekçelerle hukuksuzları meşrulaştırmak ve bir çeşit hikmet-i hükümet varsayımına bel bağlamak, protestocuları ikna etmeye yetecek gibi görünmemektedir.
Tahran, bölgesel hedefleri peşinde koşarken evdeki bulguru kaybeder mi bilinmez. Ancak rejimin, endişe etmek için çok fazla nedeni vardır. Protestolarda atılan sloganlar, muhalif İranlıların kapalı kapılar arkasında sürekli şikâyet ettiği konulardır. Şimdi bunların açıkça ifade edilmesi, korku eşiğinin aşılmakta olduğunu göstermektedir.