Türkiye ve Arap dünyası en az 1250 yıllık ortak bir tarihi geçmişe sahip olup mezkûr birliktelik bilhassa aynı din ve uzun süre aynı çatı altında yaşamak üzerine bina edildi. Ancak 20. yüzyılın başında Osmanlı Devleti’nin yıkılışı; yıkılış döneminde yaşanan bazı milliyetçi temelli sorunlar ve bölgede ulus-devletlerin kurulması Türk ve Arap milletlerini birbirinden uzaklaştırmıştır. Öyle ki coğrafi olarak bçok yakın olan iki millet, diplomatik ve toplumsal ilişkiler bağlamında birbirlerinden çok uzakta kaldılar. Akademik dünyada söz konusu ayrılık “boşanma” tabiriyle izah edilmektedir -ki yerinde bir tabirdir.

Öte yandan Arap ve Türk sokakları kesişmemesine rağmen eğitim yoluyla toplumlara aşılanan suni nefret aradaki soğukluğun ve küçümseyici tavırların yer yer canlı kalmasına neden olmuştur. Bu durum Türkiye’de 2002’den beri azalsa da son dönemde yeniden tırmanışa geçmiştir. Bunun temel sebebi zaten kimi kesimlerde var olan Arap karşıtlığının yanı sıra Suriye’deki iç savaştan kaçan 3.5 milyon göçmenin Türkiye’ye gelmesi sürecine paralel olarak Türk ekonomisinin de krize girmesiyle, göçmenlerin sorumlu olarak görülmesidir. Verilere göre gerçekte göçmenlerin ekonomik krizle ve işsizlikle bir bağı bulunmamaktadır. Nitekim göçün zirve yaptığı son 10 yıllık dönemde işsizlik oranının bir önceki döneme göre bir puan düştüğü gözlemlenmektedir. Ancak aşırı sağ kesimler yine de halka işsizliğin baş sorumlusu olarak göçmenleri ve özellikle Suriyelileri göstermeyi başarabilmişlerdir.

Diğer taraftan şunu da belirtmek gerekir ki ırkçı söylemler Suriyeli göçmenler gelmeden önce de vardı. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2010 yılındaki bir konuşmasında bile Arap düşmanlığından şikâyet ediyordu. Ancak son dönemlere ayrımcı ve yabancı düşmanlığının daha da artarak Arap göçmenleri aşıp Arap turistler ve yatırımcıları da hedef almıştır. Kendilerini böyle tanımlamasalar da kimi ırkçı gruplar sadece göçmenleri değil, ülke turizmine büyük katkılar sunan turistleri de dışlamakta, sokakta hor davranmakta ve bazen şiddet bile kullanmaktadır. Üstelik bu davranışlar medyada da yer verilerek meşrulaştırılmaktadır. Söz konusu ayrımcı tavırlar Arap dünyasına sosyal medya aracılığıyla ulaşmakta ve turistik rezervasyonların iptal edilmesine neden olmaktadır. Bu da ekonominin lokomotiflerinden biri olan Türk turizmine ciddi zarar vermektedir.

Körfez-Arap Yatırımları ve Irkçı Söylemler

Körfez menşeli yatırımların kesilmesi ve mevcut yatırımların başka ülkelere kaydırılması ekonomiye büyük darbe vuracaktır. Nitekim gelen haberlere göre bazı yatırım planları yakın zamanda iptal edilirken, Suriyeli iş adamları da yatırımlarını Mısır gibi ülkelere kaydırmaya başladılar. Detaylara geçmeden önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz Temmuz ayında üç körfez ülkesine yaptığı ziyarette devasa yatırım anlaşmaları yaptığını hatırlatalım. Erdoğan Suudi Arabistan’la rakamı henüz bilinmeyen ve fakat daha çok savunma sanayi alanında olan birçok satış ve yatırım anlaşması yaparken, BAE ile 50 milyar doları aşan ekonomik anlaşmalar yaptı. Söz konusu ekonomik iş birliği devletler arası anlaşmalar ile yapıldığı için gerçekleşme ihtimali yüksektir. Ancak özel sektör için bu kadar parlak bir tablo çizmek mümkün görülmemektedir.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi hali hazırdaki bazı yatırımlar başka ülkelere kaydırılmaya başlandı. Gaziantep ve İstanbul gibi Suriyeli iş adamlarının çok yatırım yaptığı illerdeki bazı fabrikaların kapandığı bilgisi gelmektedir. Bazı iş adamları işyerlerini satıp Avrupa’ya göç etmeyi seçerken, bazıları da Mısır gibi yabancı yatırıma teşvik veren ülkelere gitmeye başladı. Bir kısmının da Suudi Arabistan’a gittiği biliniyor. Kalanların ise fırsatını bulurlarsa gidecekleri ve bundan sonra yatırım yapmayacakları beklenebilir. Yatırımın durmasının temelinde Arap karşıtlığının davranışlara yansıması olduğu varsayılabilir. Zira ırkçı gruplar, Arap göçmenlerin ülke ekonomisine katkılarını göz ardı ederek yabancı yatırımcıları kaçırmaktan çekinmemektedirler.

Ülke ekonomisine kasıtlı zarar vermek anlamına gelen bu tür tavırlar maalesef Suriyeli göçmenlerle sınırlı kalmamaktadır. Körfez bölgesinin zengin ülkeleri olan Suudi Arabistan, BAE, Katar ve Kuveyt’ten yatırımcılar da duyduklarıyla demoralize edilmekte ve yatırım şevkleri kırılmaktadır. Oysaki hidrokarbon kaynaklarla zenginleşen bölge ülkeleri, ekonomik gelirlerini çeşitlendirmek için yıllardır yurtdışına yatırım yapmaktadır. Bugün çok bilinen İngiliz, Amerikan, Fransız, Alman ve daha nice global otomotiv, petrol, otel, mücevher, banka, futbol takımı vs.’de büyük miktarda körfez hisseleri bulunmaktadır. Adı geçen ülkeler Arap yatırımcıları dışlamak yerine yatırıma teşvik etmekte ve her türlü kolaylığı sağlamaktadırlar. Birçok batılı ülke uyguladıkları siyasetle zaman içinde yüz milyarlarca dolarlık Arap sermayesini kendilerine çekmişlerdir.

Son zamanlarda kimi söylemlerinde Türkiye’deki bazı kesimler, Araplar “her şeyimizi alıyor” gibi temelsiz ve ekonomiye zarar veren sloganlar üreterek yabancı yatırımcıları ürkütmektedir. Mezkûr propagandayı yapanların aynı zamanda ekonominin kötü gidişatından, cari açıktan ve yabancı yatırımdan rahatsız olanlar olması ve başka milletlerden yatırım gelince aynı tepkiyi vermemeleri yaman bir çelişki olarak gözükmektedir. Yabancı (Arap) düşmanlığının ekonomiye verdiği zararı tam olarak ölçmek mümkün olmasa da medyada geçen bazı rakamlar az çok fikir vermektedir. Bir gazete haberine göre sadece iki ayda 1 milyar dolarlık körfez sermayesi Türkiye’den çıkarak başka ülkelere yönelmiştir. Haberde kaçan yatırımlar yüzünden sağlık, inşaat, ayakkabı, turizm ve gıda gibi 15 sektörün etkilendiği belirtilmektedir. Bu söylemler artarak devam ettiği için önceden karar verilen yatırımların yapılmaması ve mevcutların iptal edilmesi de muhtemel görülmektedir.

***

Geçmişte Türkiye’nin alışık olmadığı ırkçı söylemler, yabancıları milli güvenlik sorunu olarak görüp o minvalde propaganda yaparak siyasi kazanım elde etmeye çalışmaktadırlar. Oysaki tarihi bir gerçek olarak ırkçı söylem en çok da bu söylemlerin üretildiği ülkelere zarar vermiştir. Ülkenin imajı, yabancılara uygulanan şiddet ve bilhassa gelmeyen veya kaçan yatırımlar ülkeye çok yönlü zararlar vermektedir. Dolayısıyla bizzat kendisi bir milli güvenlik sorunu olan ırkçılığın özellikle ülke ekonomisine zarar vermemesi için yasal çözümlerin bulunması elzemdir.

Türkiye’de ırkçılığı caydıracak kanunlar henüz mevcut değildir. Meclisin soruna kalıcı bir çözüm bulmak için kanunları çıkarması, bu sayede ülkeye zarar veren aşırı sağ grupları, partileri ve medyayı hukuk çerçevesinde engellemesi gerekmektedir. Çünkü ön alınmadıkça zarar daha da büyüyecektir. Oysaki Türk ekonomisi sürekli cari açık vermekte, döviz eksilmekte ve dış yatırıma ihtiyaç duymaktadır. Türkiye’ye en çok yatırım yapan ve çok turist gönderen körfez ülkelerinin (son verilere göre Türkiye’yi bu yıl en çok ziyaret edenlerin başında Almanlardan sonra Suudiler gelmektedir) azınlığı temsil eden ama sesi yüksek çıkan ırkçı gruplar yüzünden küstürülmesi karşı tarafa değil Türkiye’ye zarar vermektedir.

Mezkûr zararın yabancı düşmanlığı yapanların umurunda olmadığı ve hatta zararın farkında olmadıkları yüksek ihtimaldir. İçlerinden bazılarının hali hazırda körfez sermayesinin hissedarı olduğu bir şirkette çalıştığı ve sermaye giderse işini kaybedeceği de muhtemeldir. Ancak biyolojik bir gerçekten çok psikolojik bir sorunun dışa vurumu olan ırkçı söyleme müptela olmuş birilerinin bu konuda hassasiyetlerinin olmayacağı da muhakkaktır. Dolayısıyla Türk ekonomisinin kaderinin yabancı düşmanlığı hastalığına kapılanlara bırakılmaması gerekmektedir. Söz konusu aşırılıklara engel olmak özellikle ekonomi için önemli bir kazanç olacağı gibi Türkiye’nin güvenliği de için bir gerekliliktir.