İsrail’de din-toplum ya da din-devlet ilişkileri üzerine yapılan ve tarihsel bir analiz sunan çalışmalar dolaylı olarak İsrail’de dindarlaşma ya da sekülerleşme yönünde birtakım çıkarımlar içermektedir. Bunun sebebi Siyonizm ile Ortodoks hareketler arasındaki tarihsel ilişkidir. Bu ilişki bir tarafın (seküler Siyonist liderlik) diğer tarafa tahakkümü şeklinde tek taraflı bir eylem şeklinde olmamıştır. Bilakis Siyonizm Ortodoks hareketleri şekillendirmiş, Ortodoks hareketler de Siyonizm’e etki etmiştir. Devlet kurulduktan sonra ise her ne kadar belirli dini alanlar ve gruplar statükolaştırılarak, mevziler dondurulmuş olsa da karşılıklı ilişki (gerilim ve destek) devam etmiştir. Son on yıllarda ise toplumsal birer kategori olarak dindar (modern Ortodoks veya ultra- Ortodoks) toplumun genel İsrail toplumu ile entegrasyonu ve geleneksel kabuğunun dışına taşması (bu durum özellikle Harediler için geçerlidir) din- devlet- toplum ilişkilerini tartışmayı yeniden canlandırmıştır. Örneğin, her geçen gün daha fazla sayıda Haredi erkeğin iş piyasalarına katılması Yeşiva1 ekseninde dizayn edilen ve korunagelen toplumsal yaşam adalarının suya batıyor olması anlamında dinin gerilemesini örneklendirebilirken, iş piyasasına katılan Haredilerin, Haredi teritoryası dışında, daha doğru bir ifadeyle ortak alanlarda görünürlüğünün ve beklentilerinin artması (karma olmayan iş ortamları talebi vs.) ise yeni dini talepler noktasında bir dindarlaşmayı beraberinde getirebiliyor. Bu yönüyle dindarlaşma ve sekülerleşme yönündeki iddiaları besleyecek örnekler çekip çıkarılabiliyor.
Tel Aviv Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü Emeritus Profesör Yoav Peled ile medya sanatçısı ve güzel sanatlar ve medya kültürü araştırmacısı Horit Herman Peled’in yazdıkları ve Routledge Yayınevi’nden 2019 yılında çıkan ‘İsrail Toplumu’nun Dindarlaşması’ (The Religionization of Israeli Society) isimli kitap ise konuya tarihsel bir bakış açısıyla dâhil olmaktadır. Özellikle dindar Siyonizm’in hegemonik serüveni üzerinden kurulan kurumsal, ideolojik ve toplumsal bağlar ve bunun üzerinden tanımlanan dindarlaşma önemli bir bakış açısı getirmektedir.
Yazarların temel tezine göre İsrail’de 1967 Savaşı sonrası dönemde belirginleşmeye başlayan bir dindarlaşma süreci yaşanmaktadır. Bu süreç ise Yahudi milliyetçiliğinin kurumsal olarak periferisinde yer alan ve İsrail Devleti içerisinde din-devlet ilişkilerinin ana aktörü olan dindar Siyonizm’in 1967 Altı Gün Savaşı ekseninde mesihçi (ve yayılmacı) bir Siyonizm ideasının politik bir proje olarak (Batı Şeria’nın kolonizasyonu) somutlaşmasının etkisiyle İşçi-Siyonist milliyetçi tahayyüle meydan okumasıyla başlatılabilir. Böyle bir meydan okumanın kökleri ise devlet öncesi (Yişuv) döneminde bulunmaktadır. Siyonist tahayyülün aktif ‘Yeni Yahudi’ imgesinin ve ideal ‘Sabra’ (Filistin’de doğmuş Yahudi) tanımlamasının pasif ‘Eski Yahudi’ ve ‘Diaspora Yahudisi’ imgesinin antitezi olarak kurgulandığı sıklıkla belirtilir. Peled ve Herman-Peled ise özellikle eğitim alanında Yahudi milli kültürünün, Yahudi dini kültürünün terki ile geliştirilemeyeceğine yönelik Siyonist liderlikte var olan bir farkındalıktan bahsederek bu geleneksel anlatıya bir parantez açmaktadır. (s.105). Buna göre Yahudi Devleti kurma ideası ve projesiyle ideolojik hegemonyasını Yahudi toplumuna kabul ettiren İşçi Siyonizm, ulus şekillendirme sürecinde dini kimliğe ihtiyaç duymuştur. Dolayısıyla dindar liderlik (hem Mizrahi liderleri hem de Agudat Israel liderliğiyle) ile yapılan uzlaşılar birtakım tavizler olarak değil, yeni kurulan Yahudi toplumunu bir arada tutacak ortak tarihsel ve dini değerleri yansıtan siyasal-toplumsal düzenlemeler olarak işlev görmüştür. Bu yönüyle 67 sonrası yaşanan gelişmeler bir ‘tersine dönüş’ değil, taşıyıcı Siyonist tasavvurun ağırlığının yön değiştirmesi olarak tanımlanabilir. İşçi Siyonizm (hem partiler düzeyinde hem ideolojik olarak) güç kaybederken dindar Siyonizm (partiler düzeyinde değil ama ideolojik olarak) güç kazanmaya başlamıştır.
Bu yönüyle 67 sonrası görülen dindar milliyetçiliğin yükselişi olgusu kitabın bölümlerini oluşturmaktadır. Aslında bu yönüyle kitap, İsrail toplumunun dindarlaşmasından ziyade Yahudi ulusal kimliğinin dindarlaşmasına ve bunun kurumlar, siyaset, toplum, sanat, eğitim alanlarında nasıl vukuu bulduğuna odaklanmaktadır. Dolayısıyla yazarların odak noktaları İsrail’deki Yahudi toplumudur. Yazarlara göre son elli yılda dindar Siyonizm’in hegemonyası kurulmuştur. Kitabın bölümleri de bu hegemonyanın nasıl kurulduğuna yoğunlaşmaktadır. Tabi, burada dindar Siyonist partilerinin ötesinde bir dindar Siyonizm’in hegemonyasından söz edilmektedir. Bu ise kavramsal bir problem ortaya çıkarmaktadır. Zira pratikleri, siyasal düşünce ve söylemleri şekillendiren dini referanslar ile dindar Siyonist partilerin Knesset seçimlerindeki gücü karşılaştırıldığında bir uyumsuzluk görülmektedir. Dolayısıyla Peled ve Herman-Peled’in vurgularının dindar Siyonist partiler ile sınırlandırılamayacak daha geniş bir toplumsal dönüşüme işaret ettikleri görülmektedir.
Kitap, giriş ve sonuç bölümleri dâhil olmak üzere on bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde; din, milliyetçilik ve Siyonizm, hegemonya kavramları üzerinde durulmakta ve özellikle Yahudilik bağlamında din ve sekülerlik kavramları sorgulanmaktadır. Siyonizm’in güçlü din vurgusu sebebiyle sekürlerlik tartışmasının tam olarak yapılamayacağını vurgulayan yazarlar İşçi Siyonist hegemonyasının sürdüğü dönemde Siyonizm’in dini taşıyıcılarının kontrol altında tutulabildiğini ileri sürmektedirler. İkinci bölümde ise tam bu noktada İşçi Siyonist hegemonyanın düşüşüne ve dolayısıyla dindar Siyonizm’in yükselişine yol verdiği tartışılmaktadır. 67 Savaşı sonrası İsrail, Doğu Kudüs ve Batı Şeria topraklarını Ürdün’den almış ve bu toprakların geleceği üzerindeki tartışmalar bugüne değin sürmeye devam etmiştir. Dindar Siyonizm ise tarihsel olarak Yahudi yurdu olarak görülen bu topraklar üzerinde daha net, yayılmacı bir misyonun bayraktarlığını yapmış ve İsrail’i kuran yerleşimci ruha mesihçi (ve daha dindar) bir içerik kazandırmayı başarmıştır. 1973 yılındaki Yom Kippur Savaşı ise sadece İsrail’in yenilmezlik mitine darbe vurmamış aynı zamanda İşçi-Siyonist liderliğin güvenlik sağlama konusunda 1937’den beri taşıdığı iddiasını da zedelemiştir. Son olarak ise devletçi ekonomik politikaların gerileyişi de İşçi-Siyonist hegemonyayı zayıflatmış, dindar Siyonist alternatifin önünü açmıştır. Üçüncü bölüm ise bu dindar Siyonist meydan okumaya odaklanmaktadır. Bu meydan okumada en önemli rollerden bir tanesi devlet-dini eğitim akımının özerkliği başta olmak üzere hem ulusal-dindar hem de ultra-Ortodoks topluma verilen imtiyazlar ve Ortodoks kurum ve pratiklerin otoritesinin sosyal alanın pek çok veçhesinde tanınmasında aranmaktadır. Devlet kurulduktan sonra doğan nesil arasında dindar-Siyonist kurumlar içerisinde Haham Abraham Kook öğretilerinden esinlenen daha radikal bir grup olarak Gachelet’in, dindar-Siyonist hareketin daha romantik ve etkileyici bir akımını daha 1950’lerde oluşturmaya başladıkları görülmektedir. Dindar-Siyonizm’in kalesi Merkaz HaRav Yeşiva’sı ekseninde ve Abraham Kook’un oğlu Zvi Yehuda Kook etrafında örgütlenen bu grup dindar-Siyonizm içerisinde yükselmeye başlamışlardır. 67 Savaşı ise Gachelet ve Merkaz HaRav mezunu bu genç kuşağın, yani yeni kuşağın, 67 sonrası Gramşiyen tabirle dindar Siyonizm’i mevzi savaşından manevra savaşına taşıdığını ifade eder (s.62-63). Dördüncü bölüm ise Tşuva (dine dönüş) pratiğinin nasıl 67 döneminde savaş öncesi 3 haftalık korku ve arkasından gelen kesin zafer ile toplumsal-siyasal bir hal aldığını tartışmaktadır. Beşinci ve altıncı bölümlerde ise sırasıyla eğitim ve ordu başlıkları ele alınmaktadır. Eğitim konusunda hem dini eğitim özerkliği, hem de dini partilerin eğitim politikalarına etki etmeyi öncelemeleri (ve seküler eğitim kategorisinin içeriğinin dinselleştirilmesi çabaları) bir bütün olarak ulusal kimliğin dini boyutunun güç kazanmasını özetlemektedir. İsrail ordusu ise kompozisyonu itibariyle bu süreçte tartışılmıştır. Kurucu seküler Aşkenaz kadronun ekonominin liberalizasyonu ile ordu dışında kariyer arayışlarının toplumsal – siyasal olarak periferide olan dindar-Siyonist kadroların ordu içerisinde sayılarının artması ve üst rütbelere yükselmesinden bahsetmektedir. Bu yüzden kitabın giriş bölümüne, İsrail’in 2014 Gazze Operasyonu döneminde Givati Piyade Tugayı komutanı ve dindar Siyonist Albay Ofer Vinter’in, askerlerine yönelik yaptığı ve savaşın taraflarını inananlar ve İsrail dini düşmanları olarak ilan ettiği ve her ne kadar eleştiriler alsa da herhangi bir uyarı almadığı konuşmasıyla başlamaktadırlar (s.1). Bu alıntı hem savaş etiği bağlamında altıncı bölümde tekrar tartışılmış (s.128), hem de ekler kısmına tam metin olarak eklenmiştir. Kitabın geri kalan üç bölümü ise sırasıyla güzel sanatlarda din ve milliyetçi birlikteliğin görünürlüğünü, Ortodoks feminizmin yükselişini ve sinema alanında dinin görünürlüğü tartışmaktadır. Bu alanlar, geleneksel kalıpların yıkılarak toplumsal-siyasal hayatın her alanında kurucu seküler Aşkenaz kültürü ve ideolojisinin çeperinde kalan dindar kesimlerin merkeze yürüyüşünün çeşitli boyutları olarak sunulmuştur. Sivil toplumda dindar kesimlerin görünürlüğüne, yapıtlarına, söylemlerine açılması ise yazarların İsrail toplumunda dindarlaşma tezini desteklemiştir. Bu dindarlaşma süreci ise aslında dindar Siyonizm’in hegemonyasının kurulması ile ilişkilendirilmektedir. Bu kültürel hegemonyanın siyasette, orduda, eğitimde, sanatta, medyada, günlük hayatta tarihsel olarak inşa edildiğini iddia eden yazarlar kitabın bölümlerini de bu sacayakları üzerine kurmuşlardır. Tabi kitabın başlığı ‘İsrail Toplumunun Dindarlaşması’ olduğu için 2013 yılında Guy Ben Porat’ın Cambridge’den çıkan ‘Devlet ve Sinagog Arasında: Çağdaş İsrail’in Sekülerleşmesi’2 kitabında iddia ettiği 1990’lardan itibaren dini statüko sütunlarında meydana gelen kavgaların (ki 2019-20 İsrail seçimleri hatırlanırsa bu kavgaların siyasal sistemi kilitlediği görülecektir) ve dini kurumların otoritelerinde görülen erozyonun ne anlama geldiğine değinilmeden geçilmeyecekti. Yazarlar Ben Porat’ın bahsettiği erozyonun gerçeği yansıtmadığını ve yüzeysel olduğunu ifade ederek, dini referansların hayatın hemen her alanında görünürlük kazandığını iddia etmektedirler. Dindar-Siyonist düşüncenin 67’de kendini var ettiği şekliyle güç kazansa da günümüzde benzer motivasyon ve referanslarla ilerleyip ilerlemediği ya da düşünsel üretimin çoğullaştığı bir noktada ulusal kimliğin dini bileşeninin parçalanarak güçlenmesi ya da dini temsil ve üretimin özneleri arasındaki kopukluk ise göz ardı edilmiş görünmektedir.
Sonuç olarak Peled ve Herman-Peled, 1967 sonrası İsrail toplumunun dindarlaşmasını dindar Siyonistlerin ordu, güzel sanatlar, medya gibi çok çeşitli sosyal kurumlar ve alanlarda artan görünürlüğü ile İsrailli Yahudiler arasında dindar Siyonizm’in kültürel olarak hegemonik bir dünya görüşü olarak evrimine dayanarak açıklamaktadırlar (s.214). Bu açıdan dindar Siyonizm kavramı da bir dindar toplumsal grubu (20 yüzyıl başlarında ya da devlet kuruluş yıllarındaki gibi) temsil etmekten ziyade dini pratikler ve milliyetçi duygular ekseninde farklı derecelerde kendini tanımlayan büyük bir toplumsal kesimin hegemonik dünya görüşünü yansıtmaktadır.