13 Ağustos tarihinde Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) İsrail ile hali hazırda gayri resmi olarak yürüttüğü ilişkileri resmen ‘normalleştirdiğini’ ilan etti. BAE’den kısa bir süre sonra aynı adımı Bahreyn’in de atması, ardından Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump’ın huzurunda tüm tarafların katılımıyla gerçekleşen imza töreni, bölgede ‘yeni bir normal’in başlangıcı oldu.
Yaşananların ardından gözler, Trump’ın “başka ülkelerin de İsrail’le normalleşeceği’ mesajlarını vermesinin de etkisiyle diğer Körfez ülkelerine çevrildi. Suudi Arabistan, Kuveyt, Umman ve Katar’ın benzer adımı atıp atmayacağı veya hangisinin ilk adımı atacağı bölgede en çok konuşulan konulardan biri haline geldi.
Katar’ın isminin sıkça zikredilmesi üzerine Katar Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, spekülasyonları bertaraf ederek Doha yönetiminin İsrail’le normalleşmeyi mevcut soruna bir çözüm olarak görmediğini söyledi.
Katar Emiri Şeyh Temim de bölgedeki normalleşmelerin öncesinde ve sonrasında ‘iki devletli çözüm’ gerçekleşmediği takdirde mümkün olamayacağını hemen her fırsatta vurguladı.
Katar’ın İsrail’le normalleşip normalleşmeyeceği sorusundan önce, aslında “ikili arasındaki ilişkiler anormal mi?” sorusuna yanıt aramak meseleyi anlamak açısından daha yararlı olabilir.
Katar-İsrail ilişkileri ‘anormal’ mi?
İsrail’in Körfez ülkeleriyle diplomatik ilişkilerinin başlangıcı, BAE’nin bölgede bir ilk olan normalleşme adımından çok önce, 1990’lı yılların ortalarında gerçekleşti. Bölgede ilk adımı atan iki ülke Umman’la birlikte Katar oldu.
1995 yılında Katar’ın modern dönem dış politikasının mimarı sayılan Emir Şeyh Hamad’ın tahta geçmesi sonrası İsrail’le diplomatik ilişkiler gelişmeye başladı. Şeyh Hamad’ın tahta çıkışının üzerinden çok geçmeden, 1996 yılında dönemin İsrail Başbakanı Şimon Peres Katar’ı ziyaret etti ve bu ziyaretten yaklaşık bir ay sonra İsrail’in Doha’da ticaret ofisi açıldı.
Söz konusu ticaret ofisinin varlığı o dönem için oldukça radikal bir adımdı. Öyle ki dört yıl sonra Katar’da toplanan İslam İşbirliği Konferansı’nda Suudi Arabistan, Libya, İran ve Irak, Katar’ın İsrail’le ilişkilerini devam ettirmesi durumunda boykot kararı açıkladı. Aynı dönemde patlak veren İkinci İntifada yüzünden Katar’ın Filistinlilerle dayanışma için İsrail’e ait ticaret ofisini kapadığı iddia edildi. Ancak daha sonra ofisin resmen kapatılmadığı, İsrailli çalışanların Katar’da yaşamaya devam ettiği, yalnızca kaldıkları otel odasından çalışmalarını sürdürdükleri anlaşıldı.
Katar’a, İsrail ticaret ofisini kapatması yönündeki baskılar takip eden yıllarda zaman zaman devam etse de Katar bunlara direndi ve karşılıklı ziyaretler devam etti.
Bunlara ek olarak Şeyh Hamad’ın inisiyatifiyle 1996 yılında kurulan Al Jazeera televizyonunun, Arap dünyasından yükselen tepkilere rağmen sık sık İsrailli yetkililerin görüşlerine yer veren ilk medya kuruluşu olduğunu da not etmekte fayda var.
Ancak ilişkilerdeki tüm bu olumlu hava, İsrail’in 2009’da başlattığı Gazze operasyonu ile bozuldu. Bu operasyona tepki olarak Katar, tam 13 yıl açık kalan ticaret ofisini tek taraflı bir kararla kapattı.
Öte yandan resmi ofisin kapatılması Katar ile İsrail arasındaki ilişkileri bitirmedi, yalnızca biraz daha ‘gayri resmi’ ve düşük profilli bir düzeye taşıdı. Örneğin 2013 yılında İsrail’den bir ticaret heyeti Doha’yı ziyaret ederek Katar’ın İsrail’de teknoloji alanındaki yatırım fırsatlarını ve iş birliği imkanlarını görüştü.
İkili arasında tamamen ‘anormal’ bir ilişki olmadığı, geçen yıl düzenlenen bir spor organizasyonunda da kendini hissettirdi. 2019’da Katar’ın ev sahipliğinde gerçekleşen Artistik Jimnastik Dünya Kupası’nda İsrailli atletin altın madalya kazanması sonrası İsrail milli marşının çalması ve bayrağının dalgalanması ciddi tepkilere yol açarken, o dönem sosyal medyada “Normalleşme karşıtı Katarlılar” etiketi kısa sürede yoğun ilgi gördü.
Filistin merkezli çözüm
Suudi Arabistan’la birlikte Katar’a üç yıldır ekonomik ambargo uygulayan BAE ve Bahreyn’in İsrail’le ilişkilerini normalleştirme adımları karşısında, dış politikada ağırlıklı olarak yumuşak güç kullanımı ilkesiyle hareket eden Katar’ın normalleşme yerine başka kanallar ve alternatif çözüm yolları aracılığıyla İsrail-Filistin meselesine yaklaşması daha olası.
Bugüne kadar Arap dünyasında -zaman zaman sembolik olmakla eleştirilebilecek yönleri olsa bile- Filistin’e ve Filistinlilere en fazla destek veren ülkelerin başında Katar geliyor. Nitekim Doha yönetimi, neredeyse bütün dünya tarafından göz ardı edilen Hamas’ın da en önemli destekçileri arasında. Bu durum, Doha’nın her fırsatta vurguladığı şartlar yerine gelmeden İsrail’le yapacağı resmi bir normalleşme anlaşmasının ciddi bir kredi kaybına yol açması riskini doğuruyor.
Öte yandan geçtiğimiz haftalarda Fetih ve Hamas hareketlerinin temsilcilerinin İstanbul’da buluşması ve Filistin’de bir seçim takvimi üzerinde anlaşması, İstanbul’dan hemen sonraysa yetkililerin Doha’ya uçarak Dışişleri Bakanı ile görüşmesi, Türkiye ve Katar’ın diğer Körfez ülkeleri gibi İsrail’i değil Filistin’i merkeze alan bir çözüm ve barış süreci üzerinde çalıştığının sinyallerini veriyor.
Olası handikaplar
Katar’ın İsrail’le olan geçmişi ve diğer tüm faktörler dikkate alındığında, Doha yönetiminin resmi normalleşme konusunda oldukça ‘arada’ bir yerde kaldığını söylemek mümkün. Körfez ülkeleri tarafından kendisine halen abluka uygulanan Katar’ın, BAE ve Bahreyn ile aynı adımı atması ‘onların gölgesinde’ kalmak şeklinde algılanacak, bu da Doha yönetiminin yıllardır ablukaya ve komşularına gösterdiği ‘direniş’e gölge düşürecektir.
BAE ve Bahreyn’nin İsrail’le normalleşmesine şiddetle tepki gösteren Türkiye ve İran’la olan ilişkileri de Katar için bir diğer handikap. İki ülke ile ilişkilerin devamı Katar için özellikle bütün Körfez’de izole edildiği bir dönemde hayati önem taşıyor. Ancak Türkiye’nin de İsrail’le tamamen sıfırlanmış bir ilişkisi olmadığı düşünüldüğünde Katar için normalleşme, Türkiye ile ortaklığına zarar verecek bir adım olarak görülmeyebilir. Bu noktada Doha’nın İran’ı ikna etmesi çok daha zor olabilir.
Öte yandan ABD’nin Arap dünyasında İsrail’le normalleşme konusundaki ısrarı, bilhassa Trump’ın yeniden seçilmesi halinde güçlenerek devam edecek, bu da ABD ile ilişkilerine büyük önem veren Katar için ciddi bir baskı unsuru yaratacaktır.
Katar, Türkiye ile birlikte diplomasi yürüterek Filistin’de alternatif bir çözüme ve barış sürecine öncülük etmeyi başardığı takdirde dengeler daha farklı yönde değişebilir, ancak bu gerçekleşmezse Doha’nın Tel Aviv’le normalleşmeyi sonsuza dek reddetmesini beklemek pek de olası görünmüyor.