Geçen hafta Libya’nın başkenti Trablus’taki uluslararası havalimanı silahlı gruplar arasında yaşanan çatışmalara sahne olmuş, yaşanan çatışmalarda 10’a yakın ölü, 40’a yakın yaralı olduğu basına yansımıştı.
Peki, yaşanan bu çatışma neyin işareti olabilir, Libya’daki siyasi dengeler bağlamında neyi ifade ediyor olabilir? Bu soruyu anlamak için önce olayın aktörlerine bir bakalım. Basına yansıyan bilgilere göre saldırıyı gerçekleştirenlerin Libya Savunma Bakanlığı’na bağlı Libya Orta Birlikleri ve Libya Devrimci Operasyon Kurulu mensubu silahlı güçler olduğu, havalimanında bulunanların ise devrik lider Kaddafi’nin düşmesinin ardından havalimanını kontrol etmeye başlayan devrimciler olduğu kaydedilmişti. Saldırının amacının ise havalimanının kontrolünün devlet hiyerarşisi altında bulunmayan bu milis guruplardan alınması olduğu ifade edilmiştir.
Aslında basına yansıyan bu bilgiler Libya kamuoyuna verilmek istenen mesajı çok iyi özetlemektedir. Çünkü saldırıyı gerçekleştirenler eski Misrata milletvekili Salah Badi liderliğindeki Misrata, Kekle, Gıryan ve Cenzur gibi bölgelerden müteşekkil silahlı birlikler, hava limanını koruyanlar ise Zintan bölgesinden silahlı birliklerdir. Zintan bölgesi milis birlikleri darbeci olarak nitelenen Halife Haftar’ın operasyonlarına destek vermiş, hatta o Bingazi’de şiddeti yöntem olarak kullanan radikal İslami hareketlerle çatışırken, Zintanlı milisler de Haftar’ın hedef tahtasına oturttuğu Libya parlamentosunu basarak oturumlarına ara vermesine sebebiyet vermişti. Tabi Mısrata Kartalları Tugayı’nın şaibeli bir olay sonrası Trablus’u terk etmek zorunda kaldığını, Trablus’ta Trablus dışından tek organize silahlı milis birliği olarak Zintanlıların kaldığını hatırlayacak olursak; Zintan’ın diğer bölgelerde uyandırdığı rahatsızlığı tahmin etmek zor değildir. Halife Haftar, illegal milis guruplara karşı operasyon başlattığını ilan edince parlamento, Zintanlı milislere karşı kendisini koruması için Misrata’da bulunan “Orta Bölge Birlikleri”‘ni Trablus’a çağırmıştı. O tarihten beri Trablus’ta bulunan Misratalı milisler, Haftar ile aynı meşruiyet söylemini kullanarak, hava limanının Zintanlıların elinde bulunmasının illegal olduğu, bu nedenle onlardan alınması gerektiğini iddia ederek havalimanına bir saldırı gerçekleştirdiler. Bunu yaparken de yalnız değillerdi. Gıryan, Kekle ve Cenzur gibi bölgeler de Misrata’ya destek veriyordu. Yani Haftar’ın operasyonları başladığında Mısrata dışında hepsi Haftar’ın yanında imiş gibi görünen bölgeler yavaş yavaş kendi arasında kamplaşmaya başlıyordu.
Ülkedeki çeşitli gurupların Halife Haftar’a destek vermesine rağmen bu kesimlerin aralarında hiyerarşik bir yapı bulunmaması ve Haftar’ın ise bunları idare edecek bir yapı kuramaması nedeniyle iç çıkar hesaplarının yaşanacağını önceki yazılarda belirtmiştik. Nitekim öyle de oldu. Artık Halife Haftar ve radikal İslami guruplar değil, ülkede mevcut çeşitli grupların çıkarları çatışmaktadır. Nihayetinde hava limanı noktasında taraflar, hava limanının tarafsız güçlere teslim edilmesi yönünde anlaştılar. Ancak Salah el-Badi’nin sözcüsü anlaşmanın sadece hava limanı için yapıldığını belirterek, farklı noktalarda yeni çatışmaların olabileceğinin sinyalini de vermiş oldu.
Haftar, çok büyük bir hata yapmıştı, zira kendi operasyonu ve destekçileri en az savaştığı taraflar kadar ulusal ve uluslararası hukuk açısından gayrı meşru idi ve kullandığı meşruiyet dili rakipleri tarafından da kullanılmaya başlandı. Özellikle Mısrata en başından beri “hukuku korumak” şiarını ön plana çıkartarak, Haftar’ın karşısında imiş imajı vermekten kaçınarak, meşruiyet vurgusu yaptı. Silahlı birliklerinin Savunma Bakanlığı’na bağlı olması gibi bir de avantajı vardı. Bu imkanlardan hareketle yukarıda belirtilen propaganda ile en güçlü rakibi Zintan karşısında bir koalisyon oluşturmaya gitti. Nispeten başarılı olduğunu da görüyoruz.
Temmuz 2012 seçimleri öncesinde ülkede güvenlik krizi en az şimdiki kadar derindi, ancak seçimlerin ardından yönetimi ele alan resmi parlamento ve meşru hükümet ancak bir yıl kadar ülkede sükûneti sağlayabildi. Elbette çok önemli başarılara imza atarak değil, tarafların düzelmeye dair ümidi ve meşruiyet arayışları çerçevesinde kendisine olan güveni neticesinde bir sonuç alabildi. Fakat sürecin sonunda hem parlamentonun hem de hükümetin Libya’nın siyasi, güvenlik, ekonomik sorunlarına dair neredeyse somut hiçbir adım atmaması, parlamentonun görev süresi bitmesine rağmen çalışmaya devam etmesi, başbakanın yolsuzluk iddiaları nedeniyle ülkeyi terk etmek zorunda kalması, yeni başbakan seçilememesi, seçilen başbakanın göreve gelememesi ülkede bütün meşruiyet zeminlerine derin hasarlar verdi. Neticede ülke 2012 Temmuz öncesine, daha derin bir güvenlik krizi ile geri döndü. Ancak bir farkla; artık seçilmiş parlamentoya ve seçilmiş hükümete olan güven daha sınırlı, darbeci olarak nitelenen bir general ve radikal İslami gruplar arasında üç ayı aşkın bir süredir devam eden çatışmalar var ve devrimi gerçekleştiren milis gruplar arasında da çıkar çatışmaları had safhaya ulaştı.
Dış Müdahale ve Bingazi’nin Durumu
Bütün bu anlattıklarımızın idrakinde olan geçici Abdullah el-Sini Hükümeti, son zamanlarda sık sık dış müdahale talebinde bulunacağını dillendiriyor. Öyle ki, Libya Dışişleri Bakanı Mahmud Abdulaziz , BMGK’da uzun bir konuşma yaparak, Libya’nın halen 7. Madde kapsamında olduğunu hatırlattı, ülkede güvenliğin sağlanması adına uluslararası desteğe ihtiyaçları olduğuna vurgu yaptı.
Basına yansıyan bilgilere; göre el-Sini ve kabinesi en son gerçekleştirdiği toplantıda kendilerine ulaşan istihbarat raporlarını masaya yatırmış, istihbaratın içinde silahlı gruplara destek veren çok sayıda unsur olduğu ve kendilerine yönelik suikast planları yapıldığı bilgileri müzakere edilmiştir.
Ayrıca sorun sadece Libya’yı bağlamıyor. Güvenlik zafiyeti nedeniyle sınırlarını koruyamayan Libya’dan çevre ülkelere her türlü kaçak malzeme ve insan girebiliyor. Bu sadece silah ve terörist anlamında değil, illegal göçmenlerin Avrupa’ya en rahat geçebildiği ülke şu an için Libya’dır. Bu nedenle Nijer, Çad, Sudan, Mısır, Tunus ve Cezayir Dışişleri Bakanları Tunus’ta Libya’da yaşanan kriz ve çözüm önerilerini konuşmak üzere bir araya geldiler. Toplantının sonucunda alınacak önemler işe yarayacak mı bunu zaman gösterecek ancak bu toplantı bölge ülkelerinin Libya hakkındaki endişelerinin düzeyini göstermektedir.
Örneğin Cezayir’in güneyinde faaliyet gösteren El-Kaide’nin bölgedeki lideri Muhtar Belmuhtar’ın şu an için Libya sınırları içinde bulunduğu ve karargâhını Fizan bölgesinin merkezi şehri Sebhe civarlarında kurduğu kaydediliyor. Özellikle Halife Haftar’ın radikal İslami guruplara savaş açmasının ardından Irak ve Suriye’den yüzlerce cihatçı Libyalı’nın ülkelerine geri dönerek Haftar’a karşı mücadelenin saflarına katıldığı belirtiliyor. Bu durum sadece yüz kişi anlamına gelmez, Suriye ve Irak’ta elde edinilen tecrübenin Libya’ya aktarımı anlamına gelir ki Irak ve Suriye’nin son yıllardaki yaşadıklarına bakılırsa Libya’yı nelerin beklediğini ön görmek zor değil.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki cihatçı/selefi akımların bölge dengeleri içinde neye tekabül ettiğini anlamak, anlamlandırmak belki de bölgeye tutulacak herhangi bir projeksiyonun en önemli sacayağı olacaktır. Çünkü gerek Libya örneğinde, gerek diğer Arap ülkelerinde, siyasi ve güvenlik denklemlerini derinden sarsan cihatçı/selefilik bağlamında bölgedeki siyasi ve kültürel sınırlar yeniden çizilecek gibi görülüyor.
Bu da dünyanın zoru ile Libya’ya taşınan Arap Baharı’nın bir işe yaramadığını göstermektedir.