Geçtiğimiz Pazartesi günü Libya’da “darbeci” olarak nitelenen Halife Hafter’in sözcüsü tarafından yapılan açıklamada, “Türk ve Katar vatandaşlarının bölgede istihbarat faaliyetlerinde bulunduğu ve teröre destek verdiği” gerekçe gösterilerek iki ülke vatandaşlarının bölgeyi terk etmesi istendi. Türkiye ve Katar vatandaşlarının ülkeyi terk etmemesi durumda başlarına geleceklerden kendilerinin sorumlu olmayacağı tehdidinde bulunuldu.
Hafter’ın sözcüsü tarafından yapılan bu açıklamanın ardından, Libya Dış İşleri Bakanlığı ve Libya’nın Türkiye Büyükelçiliği’nden yapılan açıklamada, “Hafter’ın açıklamasının Libya devletinin resmi görüşü olmadığı, Türk vatandaşlarının güvenliği adına bütün önlemlerin alınacağı” belirtildi. Ancak ilginçtir Libya resmi makamlarından Hafter’e yönelik herhangi bir kınama gelmedi.
Yapılan açıklamada terk edilmesi gereken “bölge” Mısır sınırından Sirte kentine kadar olan “Berka” bölgesi olarak belirtilmişti. Bu nedenle bu bölgedeki Türk şirketleri çalışanlarını tahliye etti, ancak bölgeden aldığımız haberlere göre Batı’da ve güney bölgelerinde Türk şirketlerini çalışmalarını sürdürüyor.
Bu bağlamda şu sorular akla gelmektedir: Hafter neden Türk vatandaşlarının sadece Berka bölgesini terk etmesini istemiş olabilir? Türk ve Katar vatandaşlarına isnat edilebilen “istihbarat” faaliyetleri ne kadar doğru, doğru olsa bile bu ülkeyi terk edin tehdidine neden olabilir mi? Bu türden tehditler devlet ve halk için hareket ettiğini iddia eden kişi ya da gruplar için ne kadar münasiptir?
Hafter’ın askeri anlamda etki alanı “Berka” bölgesini aşamıyor şeklinde bir yorum yapılabilir. Ya da “Şiddet yanlısı İslami Gruplar” bu bölgede konuşlandığı için Türklerin ve Katarlıların bu unsurlara destek verdiği iddiasıyla onları bölgeden uzaklaştırmak istemiş olabilir. Bunun yanında Hafter, etki alanı olarak “Berka” bölgesini aşmak istemiyor da denilebilir. Çünkü Türk vatandaşlarının terk etmesini istediği bölge, federalizm yanlısı grupların silahlı birliklerinin lideri İbrahim Cudran’ın söze başlarken sınırlarını belirttiği bölge ile bire bir aynı. Hatta Cudran ilk günlerde Hafter’e desteğini açıkladı, ancak sonrasında kamuoyu önünde bir açıklamada yapmadı. Bu iki isim arasında ve arkalarındaki koalisyonlar arasındaki iş birliği olduğunu ön görmek zor değil.
Ancak Libya kamuoyunda tepkiye neden olmasın diye İbrahim Cudran daha sonra sessizliği tercih etmiş olabilir. Buna bir de uluslararası basın yayında her gün yenisi yayınlanan yeni bölge haritalarında Libya’nın hep üç parçaya bölünmüş olarak resmedilmesi de eklenince insanın aklına soru işaretleri gelmiyor değil.
Türk vatandaşlarına isnat edilen istihbarat faaliyetleri gösterdiği iddiası eğer doğru olsa idi, muhakkak, açıklamayı yapanlar ellerindeki delilleri tek tek kamuoyuna açıklamaktan kaçınmazdı. Demek ki ellerinde somut bir veri yok, yani iftira atıyorlar. Peki; bir ülke o bölgede istihbarat faaliyetlerinde bulunuyorsa vatandaşlarını o ülkeyi terk etmeleri yönünde tehdit etmek gerekli midir? Eğer Hafter, bu soruya evet şeklinde cevap verecek olursa sormazlar mı; bölgede istihbarat elamanlarının yaptığı uzun çalışmalarının ardından Şubat 2014’de Ebu Enes el-Libi isimli Libya vatandaşını, 15 Haziran 2014’de Ahmed Ebu Hantala isimli Libya vatandaşını Libya toprakları içinden yaptığı operasyonla alan ABD’nin durumu ne olacak.
Yani Hafter, bölgede istihbarat faaliyeti yürüttüğü somut bir şekilde ortada olan, bunun yanında operasyonel faaliyetlerde bulunan ABD’ye veya vatandaşlarına tehditler savurmuş mudur? Hayır, tam aksine ABD’ye sürekli iş birliği çağrısında bulunmaktadır. Demek ki; Türkiye’ye yönelik istihbarat faaliyeti yürüttüğü yönündeki ithamlar yersiz, bu gerekçeyle yapılan tehditler de anlamsızdır. Daha doğrusu başka amaçlara matuftur.
Ayrıca her ne olursa olsun, ülke halkı adına hareket ettiğini iddia eden insanların kendi topraklarında bulunan başka bir ülkenin vatandaşlarına yönelik tehditler savurması kabul edilemez. Bu durum ancak bu tehditleri savuranların devlet geleneklerinden habersiz olduğunu, herhangi bir durumda devlet iradesi ele geçirmeleri durumda sağlıklı hareket etmeyeceklerinin de bir göstergesidir.
Libya Türkler için ne kadar güvenli?
Ülkenin doğusundaki şirketlerin ülkeyi tahliye etmeye başladığını ancak batı ve güney bölgesindeki şirketlerin çalışmalarını sürdürdüğü belirtmiştik. Ancak hem batı bölgesinde hem de güney bölesinde Hafter yanlılarının bulunduğu ve bu kimselerin Türkleri taciz edeceğini gözden kaçırmamak lazım. Zira, Hafter’in tehditlerinin ardından, bir Türk şirketi çalışanının kaçırılarak fidye karşılığında serbest bırakıldığı, Başkent Trablus’taki bir Türk Şirketinin ofisinin basılarak çalışanlarının darp edildiği ve 100 bin dolardan fazla bir paranın gasp edildiği, bugün ise Libya’daki büyük Türk şirketlerinden birinin üst düzey iki yöneticisinin kayıp olduğu ve halen haber alınamadığını bölgedeki kaynaklarımızdan öğrenmiş bulunuyoruz. Bunu ön görmek zor değildi. Çünkü ülkenin doğusunda harekete geçen ve Türkleri “istenmeyen adam” ilan edenlerin ülkenin Batı ve Güneyindeki Türk vatandaşlarına huzur vereceğini düşünmek saflık olurdu elbette.
Libya hükümeti her ne kadar Türkiye vatandaşlarını korumak için elinden geleni yapacağını ilan etse de; bunu ifa edecek kolluk kuvveti olan ordu ve polis teşkilatı içinde yoğun bir Hafter yanlısı yapılanma olduğu ve bu unsurların Türklere yönelik saldırılarda sessiz kalacağını ön görmek de zor değil. Velev ki; hükümet bütün samimiyeti ile Türk vatandaşlarını korumak istese bile, devlet mekanizmasının oldukça zayıf olduğu ülkede devlet kendi vatandaşlarının güvenliğini sağlamakta bile güçlük çekmektedir. Bu durumda Türkleri koruması oldukça güçleşmektedir.
Hafter bölge dengelerinde neye tekabül etmektedir?
Hafter, “darbe” olarak nitelenen girişimi sırasında önce “şiddeti yöntem olarak kullanan İslami örgütleri” hedef tahtasına oturtmuş, bu iddianın karşılık bulması neticesinde Müslüman Kardeşleri bu örgütlerle özdeşleştirmiştir. Bu iddiasının da karşılık bulmasının ardından, Müslüman kardeşlerin parlamentoyu ele geçirdiğini öne sürerek parlamentonun ilgasını istemiştir. Adım adım taleplerinin karşılık bulması neticesinde bölge konektöründe Müslüman Kardeşlerle özdeşleştirilen (kasıtlı bir kısım kalemler tarafından) Türkiye’yi ve Katar’ı hedef tahtasına oturtmuştur.
Öyle görünüyor ki, bir emekli generalin taktik/stratejik planlamasının fevkinde bir kademelendirme ve zamanlamayla, yine bir emekli generalin alacağı kamuoyu desteğinin fevkinde bir destekle hareket eden Hafter, kendini bölge denkleminde Türkiye karşıtı blokun tarafına yerleştirmek istemektedir.
Zira, siyasi başarısızlıklarını “darbeci” olarak nitelenen bir generalin arkasına düşerek örtmeye çalışan siyasiler ve basın/yayın, sosyal medya aracılığıyla izahat getirmekten yoksun kaldıkları girişimi savunmaya çalışan entelejansiya neden bu kadar kararlı bir bicimde aynı safta aynı hedefe kilitlenmiştir? Bölgede her alanda çalışma yürüttüğü kesin olan uluslararası istihbarat örgütlerinin bulunduğunu da dikkate alınacak olursa akla gelen soru işaretlerini cevaplamak oldukça güçleşmektedir.
Yani Suriye’de diktatör rejimi bile mazur gören kalemlerin suçladığı Türkiye, Mısır’da darbecilerin hedefe oturttuğu Türkiye, Irak’ta etnik ve mezhebi politika yürütenlerin doğru tavsiyelerinden rahatsız oldukları Türkiye, Libya’da da hedef tahtasına oturtulmak istenmektedir. Yani bölgede bir üst akıl Türkiye’yi izole etmeye çalışmakta gibidir. Ancak darbecilere, diktatörlere, etnik-dini siyaset yürütenlere uluslararası sitemin meşruiyetini tartışmalı hale getirmekten kaçınmayarak destek verenler Türkiye’nin tavrının tarih tarafından aklandığına tanıklık edeceklerdir.