Kudüs’ün Şam kapısı civarında iki haftadır yaşanmakta olan Filistinliler ile İsrail askerleri arasındaki gerginlikler 7 Mayıs’ta askerlerin bir anda Mescid-i Aksa’ya yaptıkları baskınla dünyanın gündemine girdi. Çok sayıdaki asker ibadet için orada bulunan Müslümanlara ses bombaları ve plastik mermilerle müdahale etti. İsrail kurumları 2009’dan beri sistematik bir şekilde Doğu Kudüs’te tarihi Şeyh Cerrah mahallesindeki Filistinlileri evlerinden zorla çıkararak yerlerine Yahudi yerleşimcileri iskan etmeye çalışıyor. Yaşanan bu şiddet olayları da evlerini terk etmek istemeyerek direnen Kudüslülere karşı gerek askerlerin ve gerekse silahlı Yahudilerin müdahaleleri neticesinde meydana geliyor.
Şeyh Cerrah Mahallesinin Ortaya Çıkışı
Şeyh Cerrah mahallesi sorunu, kökleri Osmanlı son dönemlerine kadar uzanan bir mesele. İlk olarak mahallenin bir yerleşim yeri olarak ortaya çıkışı ve devam eden süreçlerine bakalım:
Surlarla çevrili olan eski Kudüs şehrinin dışındaki yerleşimlere Osmanlı kale nizamları gereğince izin verilmemekteydi. Tüm klasik dönem boyunca da şehir halkı surların içinde yaşadılar. Surlarda bulunan büyük kapılar akşam saatlerinde kapanır ve sabah açılırdı. Ancak 19. yüzyılda her yerde olduğu gibi burada da şehrin kalabalıklaşması ve özellikle yabancı bazı kurumların (ticari kurumlar, postahaneler, hastahaneler vs.) ve nüfusunun artışı gibi sebeplerle sur içi bu yükü kaldıramamaya başladı. 1850’lerden itibaren tedricen sur dışında yapılaşmaya izin verildi. İlk olarak İngilizler ve Ruslara birtakım binalar inşa etme izni verildi. 1859 yılında Yahudi asıllı İngiliz vatandaşı olan Menta Fury (?) isimli bir şahıs, sur dışında kiralamış olduğu arazi üzerinde yirmi adet hane inşa etme izni istedi. Bu talep dönemin Osmanlı yönetimi tarafından uygun bulunmayarak izin verilmedi. Fakat aynı kişi bu sefer projesini değiştirerek Kudüs’e ziyaretçi olarak gelen Musevi fakir ve ihtiyaç sahiplerinin konaklaması için aynı arazide bazı yapılar inşa etmek istediğinde kendisine izin verildi.1 Bu tarihten sonra ise sur dışındaki yerleşimler için talepler arttığında; başta yalnızca Osmanlı vatandaşları için bina inşasına izin verilirken2 zamanla yabancılara da kontrollü izinler verildi.
Tarihi şehrin dışında gelişmiş olan Şeyh Cerrah mahallesi ismini, buradaki türbesinde medfun bulunan Selahaddin Eyyubi’nin doktoru Hüsameddin Cerrahi’den almaktadır. Ancak klasik dönemde mahallenin bulunduğu yer tarla statüsünde olup bölgenin tasarruf mülkiyeti Müslümanlara aitti. Bu mülkiyetler Osmanlı tapu kayıtlarıyla da tescil edilmişti. Mahalledeki ilk yerleşme izni 1865’te Hüseyni ailesine verildi ve satın aldıkları bir arazi üzerine ev inşa ettiler.3 Sur dışındaki diğer mahallelerle birlikte burada da yerleşimler arttığında türbenin yanına 1890’larda bir mescidin yapılmasına ihtiyaç hissedildi.4 Mescidin yapılmasıyla birlikte mahallenin nüfusu gittikçe arttı. 1905 yılında mahallede meskun olan toplam 270 aile mevcuttu. Bunlardan 167’si Müslüman, 97’si Yahudi ve 6’sı ise Hristiyan’dı.5 Ancak Yahudilerin bölgeye sonradan göç edenler olduğu unutulmamalıdır.
Osmanlı idaresinin son dönemlerinde, büyük oranda eski şehrin eşrafından, ileri gelenlerinden oluşan nüfus mahalleye yerleşmeye devam etti.6 Sur dışında oluşan ilk mahalle olan Şeyh Cerrah mahallesi Müslüman elitin yerleştiği bir mekan olmasının yanında Yahudiler için de önemli bir yerdi. Mahallede Yahudilerin kutsallık atfettikleri Simon’un (Adil/Dürüst) kabri etrafında şekillenmeye başlayan Yahudi yerleşimleri de zamanla arttı. Ancak Şeyh Cerrah mahallesi Müslümanların yoğunlukta olduğu bir yerleşim yeri olarak kalmaya devam etti.
Manda Yönetimi Yahudileri Teşvik Ediyor
Osmanlı sonrası Manda yönetimi altında gerek Filistin’in diğer bölgelerine ve gerekse Kudüs civarına Yahudiler akınlar halinde göç etti. Manda yönetiminin huzuru ve asayişi temin etmekte yetersiz kalışı, gruplaşan ve sistematik olarak Arap yerleşimlerini ele geçirmeye çalışan örgütlerin faaliyetlerini hızlandırdı. 1947 sonlarında ilk kez Filistinliler artık kendilerini güvende hissetmedikleri yerlerden -özellikle sahil kesimleri- iç kısımlara doğru göç etmeye başladı. Örgütlü Yahudi gruplar artık Filistin’i nihai olarak ele geçirme zamanının geldiğini düşündüler. David Ben-Gurion’un Haganah başkomutanlığına, Kudüs civarında yerleşik olan Filistinlilere, mülklerini terk ettirerek yerlerine Yahudilerin yerleştirilmesi talimatını vermesiyle olaylar büyüdü. Filistinlilere mahallelerini terk etmeleri çağrıları yapıldı. “Aksi halde mülkleriyle birlikte havaya uçurulacaklardı.”7 Bu gibi tehditlerin çeşitli yerlerde yapılan katliamları izlemesiyle birlikte Filistinliler Kudüs şehri çevresini kuşatarak savunmaya aldılar. Filistin’in pek çok yerinde köylerini ve mahallelerini terk etmek zorunda kalan yerli halk Kudüs etrafına akın ederek burada oluşan savunma hattında yer aldılar. Bu esnada Şeyh Cerrah mahallesinde yerleşik olan Yahudiler de evlerini terk etmek zorunda kaldı.8 Günümüzde bu mahallede yaşanan olayların çıkış noktası da 1948’de yerlerinden ayrılan Yahudilerin geri dönme ve dönerken Müslümanların mülklerini de ellerinden alma çabasıyla ilgilidir.
İşgal Yönetiminin Şeyh Cerrah Mahallesindeki Hukuksuz Uygulamaları
1948 Savaşı’ndan sonra İsrail, Şehrin diğer mahallelerinde olduğu gibi Şeyh Cerrah mahallesinde de Yahudi yerleşimlerini destekledi. Yalnızca desteklemekle kalmadı 1950 ve 1953’te çıkarılan yasalarla pek çok Filistinlinin özel mülkünü ve vakıf varlıklarını kamulaştırma yoluyla elde etmeye yöneldi. Ele geçirilen mülkler ise Yahudi kurum ve şahıslara devredilerek statüleri değiştirilmeye başlandı. Bu durum karşısında Filistinlilere yönelik mülksüzleştirme süreci hızlandı. Yerlerinden ayrılmak zorunda kalarak Kudüs’e gelen Filistinlilerin bir bölümü, Birleşmiş Milletler Yardım ve Çalışma Örgütü’nün (UNRWA) organizasyonuyla Şeyh Cerrah mahallesine iskan edildi. Bu geçici durum Ürdün hükümeti himayesinde 1967’ye kadar sürdü. 1967 Savaşı ile bölgeyi fiilen ve hukuksuz olarak İsrail kontrol etmeye başladı.
1970’lerde mahalledeki Filistinli varlığı ciddi bir tehditle yüzleşti. Buradaki Yahudi örgütleri, mahallenin Osmanlı döneminden itibaren Yahudi mülkiyetinde oluğunu ileri sürerek baskılarını arttırdılar. Filistinliler bu duruma tepki için mahkemeye başvurduklarına lehlerine karar çıkmasına rağmen daha sonraki aynı mahkeme tam tersi kararlar verdi. 2010’da hazırlanan bir BM raporu da pek çok örnek üzerinden İsrail’in mahalledeki Filistinli mülklerini kamulaştırma yoluyla nasıl gasp ettiğini göstermektedir. Rapora göre o tarihe kadar 60 Filistinli mahalledeki evlerini kaybetmiş ve 500’ü de aynı tehditle yüzleşmişti.
İsrail mahkemelerinin kararlarıyla evleri zorla boşaltılan Filistinlilerin sayısı gün geçtikçe artıyor. 1956’da Filistinlilerin mahalleye yerleştirilmesiyle başlayan sürece ait mülkiyet kayıtları Ürdünlü yetkililer tarafından Filistin hükümetine devredilmiş durumda. Ancak bu kayıtlar henüz mahkemelerde delil olarak kullanılabilmiş değil. 2008’den itibaren zorlayıcı mahkeme kararlarıyla gerçekleşen tahliyelere geçtiğimiz günlerde yenileri eklenmek istendiğinde Filistinlilerin direnişi ile karşılaşıldı. Evlerini Yahudi yerleşimcilere terk etmek istemeyen Filistinliler silahlı Yahudi yerleşimciler ve askerlerin şiddetli müdahaleleriyle karşılaşıyor.
Her ne kadar İsrail devleti ve Yahudiler Kudüs ve etrafını cebren ele geçirme niyetinde olsalar da kimi zaman meşrulaştırıcı bazı argümanları kullanmak istemektedirler. Bunlardan biri 1948 öncesinde sahip oldukları mülklerine geri dönmek ve diğeri ise mahalledeki arazilerin mülkiyetinin Osmanlı son döneminden itibaren Yahudilere ait olduğunu savunmak. 1870’lerden itibaren başlayan Osmanlı tapu uygulamaları üzerinde yapılacak incelemeler açıkça gösterecektir ki mahallede yerleşimlerin başlamasından önce buradaki arazilerin mülkiyeti Kudüs’lü Müslümanlara aittir. Mahallenin iskana açılmasıyla birlikte hem Müslümanlar ve hem de Yahudiler buraya yerleşmeye başladı. 1905’te burada yaşayanların %61’i Müslümanken %35’i Yahudi idi. Manda yönetimi döneminde de Müslümanlar çoğunlukta olmaya devam etti. Bu durum da gösteriyor ki 1970’lerden itibaren Yahudilerin ileri sürdükleri 1948 öncesi mülklerini geri alma iddialarıyla alınan mahkeme kararları hukuk dışıdır.
Bugün Şeyh Cerrah mahallesi sakinleri Doğu Kudüs’ün tamamı ve Filistin’in diğer bölgelerinde olduğu gibi yerlerinden edilerek mülteci duruma düşürülme tehdidi altındalar. İsrail’e çok büyük destekler veren ABD hükümetinin dahi Şeyh Cerrah mahallesindeki mülksüzleştirme uygulamalarına kayıtsız kalamayarak şifahen tepki göstermek zorunda kalması, İsrail’in tazyikinin ne dereceye ulaştığını göstermektedir. BM’nin yapacağı toplantıdan çıkacak kararın sonuçlarını bekleyip hep birlikte göreceğiz. Bu arada bölge üzerinde mülkiyet araştırmalarının sürdürülmesi ve gelecekteki muhtemel hukuk davalarına verilerin toplanması zarureti ortadadır.