Geçtiğimiz yılın sonlarından itibaren Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’de yaşamakta olan Filistinlilerin Sina yarımadasına gönderilmeleriyle ilgili basında birtakım ciddi iddialar yer almaya başladı. Bu iddialara göre İsrailli yetkililer, Sina’da Filistinliler için yerleşim yerleri açılması amacıyla hem Mısır ve hem de ABD ile görüşmeler gerçekleştirmekteydi. Filistinlilerin bu yerleşim yerlerine gönderilmeleriyle İsrail, Filistin’de kendi varlığı karşısında tehdit olarak gördüğü Filistinlilerden kurtulmuş olacaktı.

Geçtiğimiz ay İsrail Parlamentosu “sürgün yasası” çıkardı. Bu yasaya göre Doğu Kudüs’te yaşayan ve İsrail’e göre “terör örgütleri” ile bağlantısı olduğu tespit edilen kişiler sürgün edilebilecek. Hâlihazırda 1967’den beri İsrail, işgali altında bulunan Doğu Kudüs’te Filistinlilere yönelik baskılar uygulanmaya devam ediliyor. Burada yaşayan Filistinlilerin mülklerinin ellerinden alınması, kendilerinin Doğu Kudüs’ün ve hatta Filistin’in dışına gönderilmesi planları adım adım uygulanıyor. Bunun için Doğu Kudüs’ün ve bunun yanında da Batı Şeria’nın demografisini değiştirecek yerleşimler hız kesmeden kurulmaya devam ediliyor.

Neden Sina?

Çöl iklimine sahip olup nüfusunu büyük oranda aşiret mensuplarının oluşturduğu Sina yarımadasında oluşan DAEŞ gibi bazı terör yapılanmaları İsrail’i tehdit etmekte. Mısır hakimiyetinde olan Sina yarımadasını, Mısır Devleti de istediği gibi kontrol edemediği için tehdit olarak gördüğü unsurlara karşı operasyonlar düzenlemekte. Bu her iki devletin de ortak sorun olarak gördüğü terör gruplarını bertaraf etmenin en iyi yolunun Sina’da istikrarlı bir yapının kurulması olarak görüldüğü yorumları yapılıyor. Bunun için Filistin’deki Filistinlilerin bağımsız bir devlet vaadiyle buraya gönderilmeleri her iki devletin de çıkarına görülüyor. Böyle bir projenin hayata geçirilmesi düşüncesi İsrail’in en büyük hayallerinden biri olmalı. Sina’daki tehdit unsurlarının ortadan kaldırılmasının yanında asıl hedefin “Filistin’i Filistinlisizleştirme” politikalarının olduğu apaçık ortada görünüyor. Sina’da kurulması tasarlanan bağımsız bir Filistin Devleti’nin de ne kadar “devlet” ve ne kadar “bağımsız” olmasına müsaade edileceği konusunda elbette herkes kolaylıkla birtakım öngörülerde bulunabilir.

İsrail’de Dürzi toplumu mensubu bulunan Devlet Bakanı Eyüb Kara’nın, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun ABD Başkanı Donald Trump’a “Filistinlilerin Sina’ya yerleştirilmesi” planını önerdiği iddiası üzerine Başbakanlık Divanı’ndan yapılan açıklamada bu plan yalanlandı. Aynı şekilde Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Es-Sisi’nin de böyle bir plan önerdiği iddiaları Mısırlı yetkililer tarafından reddedildi. Bunun yanında Hamas ve El Fetih’in de aralarında olduğu Filistinli siyasi gruplar yaptıkları açıklamada Sina’ya gönderilmeleri planına kesinlikle karşı olduklarını açıkladılar.

Ortaya atılan iddialar Sina’da bir Filistin Devleti kurulması planlarını ve siyasi girişimlerini kanıtlamıyor olsa da İsrail’in özellikle Doğu Kudüs ve Filistin’in diğer bölgelerindeki Filistinli nüfusunu azaltmaya, Yahudi nüfusunu ise arttırmaya yönelik kanunsuz uygulamaları herkesin gözleri önünde cereyan etmektedir. Bu konuda İsrail’in çeşitli senaryo ve planlar üzerinde çalıştığı da bilinen bir gerçek. Yahudiler, Filistin’e yerleşme çabaları içinde oldukları XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’nin mukavemet ve yasakları sonrasında kendileri için Filistin’den başka yurtlar aramışlardı. Theodor Herzl tarafından önerilen Sina Projesi bu yurt arayışlarından biriydi. Herzl, Osmanlı hükümeti nezdinde gerçekleştirdiği girişimlerden sonra Filistin’in kendilerine verilmeyeceğini anladığında 1902’de Sina’da bir Yahudi yerleşimi kurmak için İngilizlerle görüşmeler gerçekleştirdi. Bu tasarıya göre muhtemelen El-Ariş civarında kurulması planlanan Yahudi yerleşimi, Yahudilerin Filistin’e gerçekleştirmek istedikleri göç hareketlerinin idare edildiği merkez olacaktı. Ancak bu plan kabul görmedi ve böylece Sina Projesi’nden vaz geçilmiş oldu.

İşler Tersine mi Dönüyor?

Elbette bu dönemde Filistin’e göçün zorluğu karşısında Sina’dan başka alternatifler de düşünülmüştü. 1892’de bazı Yahudiler Hicaz bölgesinin kuzey ucundaki Daba ve Mevlic bölgesinde incelemeler yaptıktan sonra burada bir koloni kurmaya başlamışlar ancak alınan tedbirler neticesinde bu girişim engellenebilmişti. Ayrıca Kıbrıs da Yahudilerin Filistin’e yönelmek için yerleşmek istedikleri yerlerden biriydi. XIX. asrın sonralarında İngilizlerle birlikte Kıbrıs için bazı girişimlerde bulunuldu. Herzl burayı Sina’ya alternatif olarak düşündü ve Kıbrıs’tan bazı topraklar satın alındıktan sonra 15 Yahudi aile buraya yerleştirildi. Ancak Yahudilerin burada yaşamak istememesinden dolayı Kıbrıs projesinden de vaz geçildi. Yahudiler Filistin’e yakın çevrede kurulacak olan yerleşimleri, Filistin’e dönüşlerinde bir basamak olarak görmüşlerdi. Ancak bu alternatiflerin hayata geçirilemeyişi onları daha uzağa ve kalıcı olarak yerleşebilecekleri yerlere de yönlendirmekteydi. Uganda projesi bu uzak alternatiflerden biriydi. XX. yüzyılın ilk yıllarında siyonist kongrelerde Uganda projesi ciddi bir şekilde tartışıldı. Bu projenin gerçekleşmesini özellikle İngilizler istemekte ve Yahudilerin Uganda’ya yerleştirilmesi haline Afrika’daki etkinliklerini arttıracaklarını düşünüyorlardı. Ancak Yahudilerin sadece Filistin’i yurt edinebileceklerini savunanların oyları ağır bastığı için Uganda ve Mezopotamya projeleri de kongrelerde kabul görmedi.

Bir zamanlar Yahudilerin, kendileri için düşünülen Sina Projesi’ni günümüzde Filistinlileri Filistin’den ihraç etmek için uygulamaya çalışacakları kuvvetle muhtemel görünmekte. Yahudiler Filistinlileri Sina’ya göndermekle bir zamanlar İngilizlerin kendilerini Filistin ve Uganda gibi yerlere yerleştirme düşüncelerinde olduğu gibi kendi çıkarları doğrultusunda kullanabileceklerini var sayıyorlar. Şu anda bu projenin varlığı resmen inkâr edilse de ABD’nin İsrail’e verdiği büyük destek neticesinde bu veya benzeri başka projelerin yakın zamanda farklı mercilerce dillendirileceği aşikardır. Filistinlilerin her hâlükârda Filistin’den çıkarılmalarını öngören düşünce ve projelere karşı direnişte olacağı muhakkaktır. Ancak bu girişimlerin gerçekleşip gerçekleşmemesi İslam dünyasının önde gelen devletlerinin bu konuda takınacakları tavırlara bağlı olacaktır.