Bundan tam bir yıl önce, 5 Haziran 2017 tarihinde Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır tarafından Katar’a tarihi bir abluka uygulanmaya başlandı. Suudi Arabistan’ın aradaki tek kara sınırını, söz konusu dört ülkenin hava sahalarını kapatmasıyla Katar havadan ve karadan abluka altına alındı. Bugün kısaca ‘anti-Katar Dörtlüsü’ olarak bilinen dört ülkenin amacı, ‘söz dinlemeyen’ Katar’ı cezalandırmaktı. Ancak aradan geçen bir yılın ardından bu cezanın, amacına ulaşıp ulaşmadığı büyük bir tartışma konusu, zira öldürmeyen güçlendirdi: Ablukayı kaldıramayacağı öngörülen Katar, krizi fırsata çevirerek birçok açıdan ‘kazançlı’ çıktı.
‘Mahşerin Dört Atlısı’, aradan geçen bir yıla rağmen Şeyh Temim liderliğindeki Doha yönetimine 13 maddeden oluşan talep listesinin tek bir maddesini dahi kabul ettiremedi. Oysa krizin ilk günlerinde Katar’ın boyun eğeceği ve kendisinden istenenleri – en azından bazılarını- yapacağı tahmin ediliyordu. Ancak beklenen olmadı. Söz konusu 13 talep arasında yayın politikası bölgede uzun süredir rahatsızlık yaratan El Cezire televizyonunun kapatılması, Müslüman Kardeşler başta olmak üzere bölgedeki İslamcı grupların desteklenmekten vazgeçilmesi, İran ile ilişkilerin koparılması ve Katar’daki Türk askeri üssünün kapatılması en çok öne çıkan maddeler arasındaydı. Fakat bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Aksine, el Cezire kanalı yayın çizgisini korudu, hatta bu süreçte Suudi Arabistan ve BAE aleyhine çok sayıda belgesel ve program yayınladı. İran’la ilişkilerin kesilmesine ilişkin talep de tam tersiyle sonuçlandı; İranlı iş adamlarından oluşan bir heyet Katar ve İran arasındaki ekonomik iş birliğini artırmak üzere Doha’ya adeta çıkarma yaptı. İki ülke arasındaki ekonomik işbirliği toplantısının tam 13 yıl aradan sonra yapılması zamanlama açısından manidardı ve bir nevi Katar’ın meydan okumasıydı.
Söz konusu Dörtlü Katar’a, dünya üzerinde bağımsız hiçbir bir ülkenin kabul edemeyeceği bu şartları dayatırken, aynı zamanda Batı’da da yoğun bir propaganda savaşına girişti. Amaç, Doha yönetimini ablukayla içeride, lobicilik faaliyetleri ile de dışarıda köşeye sıkıştırmaktı. ABD Başkanı Donald Trump’ın desteğini de arkasına alan – en azından öyle zanneden- Dörtlü, diplomatik baskı yaratarak Doha yönetimini yola getirmek için tarihi bir fırsata kavuştuğuna inandı.
Ancak Katar, krizin ilk günlerinde yaşadığı bocalamayı kısa sürede atlatarak karşı atağa geçti. Her şeyden önce, belki de en önemlisi, kriz Katar’ın uzun yıllardır ihmal ettiği bir konuyu hatırlamasına ve harekete geçmesine olanak tanıdı: PR. Suudi Arabistan ve BAE’nin Washington’da milyon dolarlar harcadığı ve bu sayede hatırı sayılır bir nüfuz alanına sahip olduğu lobicilik faaliyetleri, ancak ablukadan sonra Katar’ın gündemine gerçek manada girebildi. Washington DC’de ‘Gulf International Forum’ isimli hükümet destekli ilk düşünce kuruluşunun (think tank) açılması, Büyükelçinin değişerek öncekinin yerine çok daha aktif bir ismin getirilmesi ve lobi faaliyetlerine ciddi kaynak ayrılması bunun en önemli göstergelerindendi. Nitekim uluslararası basında çıkan raporlara göre kriz başladığından bu yana Katar, Washington DC’deki lobi faaliyetlerine tam 1.5 milyar dolar harcadı. Kriz öncesi küresel politikaların merkezinde ağırlıklı olarak anti-Katar Dörtlüsü’nün tezleri duyulurken, kısa sürede yapılan etkili PR faaliyetleri Doha’nın kendisini DC’ye ve oradan dünyaya daha iyi ifade etmesine olanak tanıdı.
“Made in Qatar”
Katar, abluka sayesinde yalnızca dışarıda değil içeride de önemli kazanımlar elde etti. Bunlardan en önemlisi, gıda konusunda neredeyse tamamen dışa bağımlı olan ülkenin üretim ve kendi kendine yeterlilik konusunda aldığı ‘ders’ oldu. Suudi Arabistan’ın tek kara sınırını kapatması ile dışarıdan gelen ithal ürünlerin ülkeye girişi, özellikle krizin ilk günlerinde Doha için ciddi bir handikap oldu. Katar, önceden Suud ve BAE başta olmak üzere civar komşu ülkelerden ithal ettiği temel gıda maddelerini, çok daha yüksek bir maliyetle uzaklardan alternatif yollarla getirmek durumunda kaldı. Gıdada ne kadar dışarıya, üstelik oldukça sınırlı bir alana bağımlı olduğunu fark eden ülke, önceleri daha kolay olduğu için ithal etmeyi tercih ettiği bazı meyve ve sebzeleri kendisi üretmek için kolları sıvadı. Ablukanın başlangıcından bu yana, daha önce ithal edilen 100’ü aşkın gıda maddesi ülkede üretilmeye başlanırken, hükümetin tarıma verdiği desteği artırmasıyla yerli üretim bu yılın ilk ve ikinci çeyreğinde yüzde 300’e yükseldi. Geçmişte ‘yerli malı’ konusunda herhangi bir duyarlılığa sahip olmayan Katarlılar, kriz sayesinde ülkelerinde üretilen ürünlere karşı özel bir hassasiyet de geliştirdi. Marketlerde üzerinde Katar bayrağı ve Şeyh Temim’in resmi bulunan ‘Made in Qatar’ etiketli ürünlere rağbet arttı.
Ülkede üretilemeyen ve ithal edilmesi gereken mallar için ise Katar, geçmişte çok da fazla tercih etmediği ülkelerin piyasalarına yönelmeye başladı. Ürün çeşitliliği ülkedeki hemen her süpermarkette gözle görülür biçimde arttı. Yerli üretimin teşvik edilmesi ve ithalat yapılan ülke yelpazesinin genişlemesi, Doha’nın elini güçlendiren faktörlerden biri oldu. Nitekim Katar, geçtiğimiz haftalarda süpermarket raflarından ablukacı dört ülkenin ürünlerini toplatma kararı alarak, krizin birinci yıldönümü yaklaşırken artık söz konusu ülkelere muhtaç olmadığı mesajını verdi.
Abluka sayesinde içeride elde edilen kazanımlardan bir diğeriyse ülkede artan vatanseverlik ve lidere duyulan bağlılık oldu. Abluka sürecinde Şeyh Temim’e duyulan sevgi ve sadakat gözle görülür biçimde arttı. Tehdit algısı, Katar halkını ülkelerine ve Emirlerine daha çok bağladı, öyle ki çoğu Katarlı kriz sürecinde tatil için dahi olsa ülkesinden ayrılmadı.
Körfez’de devam eden kriz birinci yılını doldururken, ufukta çözüme yönelik hiçbir işaret görünmüyor. ‘Abluka’ ya da ‘ambargo’, artık ilk günlerdeki etkisini yitirmiş, hayat normale dönmüş durumda. Geçen yıl bu zamanlar ‘olağanüstü’ bir durum olarak görülen kriz, aradan geçen bir yılın ardından gerek Katar’da gerekse uluslararası arenada artık olağan hale geldi. Yeni realiteye tahmin edildiğinden çok daha hızlı ve kolay adapte olan Katar, başlangıçta krizin kaybedeni gibi görünse de bugün, kazanımları göz önüne alındığında aslında o kadar da mağlup sayılmaz. Doha yönetimine krizin sona ermesi için belli şartlar koşan anti-Katar Dörtlüsü, karşısında ilişkilerin normalleşmesi için her türlü tavizi verecek bir ülke yerine, kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenen güçlü bir ülke buldu. Bu durum, söz konusu ülkelerin hem bölgedeki hem de uluslararası arenadaki itibarına gölge düşürürken, krizden birçok alanda güçlü çıkmayı başaran Katar’ın imajına ise şüphesiz olumlu bir katkı yaptı.