Dünya enerji sektörünün en güçlü oyuncularını bir araya getiren ve “Petrol Olimpiyatları” olarak anılan Dünya Petrol Kongresi Cumhurbaşkanlığı’nın himayelerinde İstanbul’da başladı. Türkiye’de ilk defa yapılan kongrenin mottosu: “Enerji için anahtar Türkiye” (TurKEY for Energy). 1933 yılında kurulan ve 70 üye ülkesi bulunan Dünya Petrol Konseyi’nin (WPC) organize ettiği, petrol ve doğalgaz sektörünün en prestijli organizasyonu olan kongreye 20 binden fazla ziyaretçinin yanı sıra pek çok ülkeden üst düzey bakan ve temsilci katılıyor. 9 – 13 Temmuz arasında gerçekleştirilecek olan zirvede hidrokarbon enerjisinin kısa ve uzun vadeli geleceği ele alınacak ve yenilenebilir enerji kaynakları üzerinde durulacak.
Türkiye; özellikle sahip olduğu güzergâh ile Ortadoğu’daki petrol kaynakları ve büyük bir tüketim merkezi olan Avrupa arasında köprü olması açısından daima enerji şirketlerini cezbetmiştir. Gelecekteki petrol ve enerji yatırımlarının yeni yol haritasının belirleneceği 22. Dünya Petrol Kongresi’nde dünya çapındaki büyük şirketlerin yapacakları açıklamalar, aynı zamanda Türkiye’nin de yakın ve uzun vadeli petrol ve doğalgaz planının oluşmasında rol oynayacak.
Yüz Yıllık Bir Tartışma: Petrol Tükeniyor Mu?
Bugüne kadar yapılan petrol kongrelerinin değişmeyen tartışma konusu petrol tükendiğinde onun yerini hangi maddenin dolduracağı olmuştur. Ancak bu mesele kongreler başlamadan da gündemdeydi.
Birinci Dünya Savaşı’nın bütün şiddetiyle devam ettiği sırada Amerika’da petrolün tükenmeye yüz tuttuğu ile ilgili derin bir tartışma başlamıştı. Dönemin Amerikan gazeteleri gün aşırı konuyla hakkında haberler yayınlıyordu. Amerika, bir taraftan tükenmek üzere olduğu ileri sürülen petrol için yeni tedbirler alırken, diğer taraftan da kendisine ülke dışından yeni yatırımlar ve imkânlar bulma peşindeydi. Ancak İngilizler, Amerika’yı özellikle petrol paylaşım alanlarından uzak tutmaya çalışıyordu. Savaş sonrasında yapılan gizli ve açık antlaşmalara Amerika’nın dâhil edilmeyişi ise, Amerikan Hükümeti’ni “Açık Kapı Politikası” ve “Eşir Fırsatlar Prensibi” adıyla iki politika benimsemeye zorlamıştı. Bu politikalar ile Amerikan Hükümeti Ortadoğu’daki petrol bölgeleri ve buralarda hisse sahibi olan şirketlere yönelmeyi hedefliyordu. Bu sayede Amerikan şirketleri 1925’te Türk Petrol Şirketi’nden %23.75’lik hisse elde edebildiler. Amerika’nın Ortadoğu petrolüyle ilgili macerası da bu tarihten itibaren başlamıştır.
Ancak, petrolün tükenmeye yüz tuttuğu tartışması kapanmak bir yana artarak devam etti. BP’nin önemli petrol müfettişlerinden olan Antoine Zischka –ki petrol mücadelesini anlattığı Gizli Harpler isminde bir kitabı vardır- 1934 yılında kaleme aldığı “Oil and War” isimli makalede; 1940 ile 1950 arasında Amerikan topraklarında artık petrolün kalmayacağını ileri sürüyor. Oysa 1950’de dünya petrol üretimi 10 milyar varil iken bu rakam bugüne kadar neredeyse hiç azalmaksızın artmış ve bugün 82 milyar varile kadar çıkmıştır.
Petrolsüz bir dünya için felaket senaryolarının çizildiği güzümüzde bile (National Geographic’in 2010 yılında yayınladığı “World, Without Petrol” isimli belgesel, petrol olmadan dünyanın nasıl bir hâle geleceğini incelemektedir.) Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) geçtiğimiz yıl, 2040 yılı gelmeden petrol üretiminin zirve noktaya ulaşmayacağını yani üretimin gittikçe artacağını açıkladı. Bu açıdan bakıldığında her ne kadar ülkeler yakın gelecekte dönüştürülebilir enerjiye geçeceklerini duyursalar da, dünyamızın hâlâ fosil enerjiye bağımlı olduğu ve bunun bir süre daha devam edeceği açıkça görülmektedir. Dünya Petrol Kongreleri ise oluşan küresel petrol arz ve talebini karşılamak, bu konuda yapılacak yatırımları belirlemek ve fiyatlar üzerinde bir uzlaşı sağlamak bakımından önem arz etmektedir.
Petrol Kongreleri
Kongrelerde her ne kadar petrol, bütün yan ürünleriyle birlikte tartışılsa da son birkaç toplantıda ibre daha çok doğalgaz eksenine kaymış durumda. 2011’de dünyanın en büyük doğalgaz üreticisi olan Katar’da kongrenin yapılması bu tartışmaları zirveye taşımıştı. Ancak büyük şirketlerin katılımıyla gerçekleşen ilk kongrelerde gündem son derece farklıydı.
Petrol Teknolojileri Enstitüsü tarafından organize edilen ilk Dünya Petrol Kongresi Londra’da 19 – 25 Temmuz 1933’te toplanmıştır. Büyük umutlarla bir araya gelen taraflar petrol jeolojisi, keşif çalışmaları, petrol çıkarmak için uygulanabilecek yeni teknikler, rafineri ve depolama işlemleri ve uluslararası pazardaki fiyatlar üzerinde işbirliği gibi konuları tartıştılar. Ayrıca ilk kongrede Fiat marka bir uçak motoru ile çeşitli arabaların da yer aldığı bir petrol endüstrisi sergisi açıldı. Kongre’nin ilk günü 1000 katılımcının yanı sıra yüzlerce resmi temsilci ağırlanmış ve aynı gün 700 civarında katılımcı düşüncelerini belirtmek üzere tartışmalarda aktif rol almıştır. Royal-Dutch Shell direktörü J. B. Agust Kessler (1888 – 1972) kongrede yaptığı konuşmada, petrol endüstrisinin artık rasyonelleşerek üretim ve tüketim arasında bir denge kurulması gerektiğini ileri sürüp, gittikçe azalmakta olan akaryakıt kaynaklarının dikkatli kullanılması gerektiğini belirtmesi petrol sektörünün 1930’lardaki endişelerinin yüzyılın sonuna kadar, hatta kısmen bugün de devam ettiğini göstermektedir.
Birinci Dünya Petrol Kongresi’nde Anglo-Pers Şirketi başkanı John Cadman dinleyicilerin dikkatlerini Irak petrol rezervlerine çekerek, bölgedeki petrolü yakından takip ettiklerini, bazı kuyulardan petrol üretimine başlandığını ve petrol boru hatlarının inşa edilmekte olduğunu neredeyse bütün konuşmayı boyunca anlattı. Doğrusu John Cadman’ın heyecanı yersiz değildi; zira kongreden birkaç sene önce, Temmuz 1928’de imzalanan Red Line Antlaşmasıyla Ortadoğu petrollerini paylaşan şirketler, sadece iki ay sonra (Eylül 1928’de) aralarındaki rekabeti dengeleyecek Achnacarry sözleşmesine imza koydular. Dolayısıyla John Cadman için bu “dokunulmamış rezervlerin” pek çok avantajı bulunmaktaydı ve Irak petrolleri BP’nin yeni faaliyet alanıydı. Ona göre bu yeni alan her yönüyle ve bütün cepheleriyle araştırılmalıydı. Ayrıca İngiliz Majestelerinin Hükümeti Dünya Petrol Kongresi münasebetiyle verdiği resepsiyonlara Irak temsilcisinin davet edildiği gazete haberlerinde yer alması, Irak petrolünün İngiltere için ifade ettiği önemi ortaya koymaktadır.
İkinci Dünya Petrol Kongresi, 1937’de Anglo-İran Petrol Şirketi’ni (APOC) temsilen John Cadman, Rayal-Dutch Shell’i temsilen Agust Kessler ve Amerikan Petrol Enstitüsünü temsilen Axtell J. Byles ile birlikte birçok şirket temsilcisi ve yaklaşık 4.000 katılımcıyla birlikte Paris’te yapıldı. John Cadman buradaki konuşmasında, APOC’un 1933’te Katar Şeyhi’nden sağladığı petrol imtiyazını kastederek Ortadoğu’da elde ettikleri yeni imtiyazlarından söz açtı. Ortadoğu’ya yatırım yapmanın artık bir kehanet olmaktan çıktığını vurgulayan Cadman, uluslararası kıskançlığın son bulacağını Avrupa ve Amerika’dan bölgeye gidecek olan uzmanların petrol gelişmelerine katkı sunacağını ileri sürdü.
İkinci Dünya Savaşı’nın araya girmesiyle uzun bir süre toplanamayan kongre 14 yıl aradan sonra 1951’de Lahey’de toplandığında gündem pek değişmedi. Yine taraflar petrol üzerinde yapılacak yatırımlar üzerinde durdu. 1975’te Tokyo’da gerçekleştirilen 9. Dünya Petrol Kongresi’nin ana gündeminde 1973’teki petrol kriziyle yükselen fiyatlar ve bunları dengelemek için atılacak adımlardı. Ancak fiyatların yükselişi durdurulamadı. 1980’de petrolün varil fiyatı 36 dolara kadar çıkmıştı ki bu rakam o güne kadarki petrol fiyatlarının zirvesiydi. 1983’te Londra’daki kongreye petrolün tükenmeye yüz tuttuğu ile ilgili kadim tartışma damgayı vurgu. Yapılan açıklamalarda keşfedilen petrolün dünyaya ancak 50 – 60 yıl daha yetebileceğini derhal alternatiflerin üretilmesi gerektiğini vurgulanıyordu. O kadar ki petrol kongresindeki bu tartışmalar Türk gazetelerinde de arka arkaya haber olmuştu.
Dünya Petrol Kongreleri (DPK) | ||
1933 | 1. DPK | Londra |
1937 | 2. DPK | Paris |
1951 | 3. DPK | Lahey |
1955 | 4. DPK | Roma |
1959 | 5. DPK | New York |
1963 | 6. DPK | Frankfurt |
1967 | 7. DPC | Meksiko |
1971 | 8. DPK | Moskova |
1975 | 9. DPK | Tokyo |
1979 | 10. DPK | Bükreş |
1983 | 11. DPK | Londra |
1987 | 12. DPK | Houston |
1991 | 13. DPK | Buenos Aires |
1994 | 14. DPK | Stavanger |
1997 | 15. DPK | Pekin |
2000 | 16. DPK | Calgary |
2002 | 17. DPK | Rio |
2005 | 18. DPK | Johannesburg |
2008 | 19. DPK | Madrid |
2011 | 20. DPK | Doha |
2014 | 21. DPK | Moskova |
2017 | 22. DPK | İstanbul |
2011 yılında Dünya Petrol Konseyi 74 yıllık tarihi boyunca, 20. Dünya Petrol Kongresi’ni ilk defa bir Ortadoğu ülkesi olan Katar’ın başkenti Doha’da yapma kararı aldığında, bu hamle, büyük petrol şirketlerinin yüzünü Ortadoğu’ya dönerek yatırımları arttıracakları şeklinde yorumlanmıştı. Nitekim 2011 itibarıyla birkaç yıldan beri dünyanın en büyük doğalgaz üreticisi konumunda olan Katar, büyük şirketlerin iştahlarını kabartıyordu. Aslında bu durum kongrenin gündeminin de nispeten değiştiğini göstermektedir. Önceleri pek önemsenmeyen doğalgaz artık çok ciddi yatırımlar gerektiren son derece büyük bir sektör halini almıştı.
22. Dünya Petrol Kongre’sinden Beklentimiz Ne Olmalı?
Türkiye, Dünya Petrol Kongresi’nden önce, dünyanın en büyük sektörel zirvelerinden biri olan Dünya Enerji Kongre’sinin 23. süne de geçtiğimiz yıl ev sahipliği yapmıştı. 8 – 13 Ekim 2016 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş olan ve büyük enerji devlerinin iştirak ettiği kongrede petrol açısından önemli gelişmelere imza atılmıştı. Öncelikli olarak yakın geçmişte tavan yapan petrol fiyatlarının dengeye kavuşturulması talep edilmiş ve fiyatların 55 dolar bandında tutulabileceği ileri sürülmüşü. O tarihlerde 50 dolar olan varil fiyatının bugün 47 dolar bandında seyretmesi ve aradan geçen yaklaşık on ay boyunca da sert iniş ve çıkışların yaşanmaması, şimdilik bu hedefin gerçekleştiğini göstermektedir. Diğer taraftan Demirören Grubu ile Rusya’nın dev petrol şirketi Rosneft ve Petrocas Energy arasında işbirliği yapılarak Türkiye pazarına yönelik uzun vadeli petrol ürünleri tedariki anlaşması için niyet mektubu hazırlanmıştı. Ayrıca Saudi Aramco ile Türk şirketler arasında çeşitli görüşmeler yapılmış ve bazı işbirliği anlaşmaları imzalanmıştı. Şüphesiz enerji kongresi ile Türkiye, şirketlerin gündemine bir yatırım ve tüketim pazarı olarak yeniden girmişti.
Öyle anlaşılıyor ki; bir yıl içerisinde biri enerji ve diğeri petrole olmak üzere, iki büyük kongreye ev sahipliği yapan Türkiye, her ne kadar enerji tedariki bakımında büyük çoğunlukla dışarıya bağımlı bir ülke olsa da stratejik güzergâhı ile önemli bir avantaja sahiptir. Nitekim petrol kongresinin açılış konuşmasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye, artık enerji uzmanları tarafından ‘Enerjinin İpek Yolu’ olarak isimlendiriliyor” diyerek dikkatleri bir kez daha Türkiye’nin stratejik güzergâhına çekti. Türkiye’de bugün kimi faal kimi inşa halinde olan toplam on adet petrol ve doğalgaz boru hattının bulunması, haddizatında ülkemizin önemli bir enerji transit noktasını oluşturduğunu gösteriyor. Bu durum Türkiye’nin hem Doğu Akdeniz hidrokarbon kaynaklarının Rusya ve Avrupa’ya ulaştırılmasında hem de Azerbaycan petrol ve doğalgazının Akdeniz’e ulaştırılmasında köprü rolü oynayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Kısa bir süre önce Rus petrol şirketi Rosneft ile Irak-Kürt Bölgesel Yönetimi arasında imzalanan son petrol antlaşmasında (2 Haziran 2017), Ceyhan Limanı’na giden boru hattının kullanılmasına karar verilmesi de bunu teyit etmektedir.
İstanbul’da gerçekleştirilen 22. Dünya Petrol Kongresi’nde küresel enerji politikaları yeniden şekilleniyor. Yakın bir gelecekte petrol ve doğalgaz yenilenebilir enerjiye dönüşecek. Ancak bugün için hidrokarbon enerjinin bağımlılarıyız. “Enerji için anahtar Türkiye” mottosu ile yapılan kongrenin de Türkiye’nin ‘Enerjinin İpek Yolu’ özelliğini benimsediği açıktır. Bu açıdan kongrenin Türkiye’ye enerji alanında çeşitli avantajlar sağlayacağı muhakkak. Ancak yüksek beklentilere girmeden, rasyonel taleplerde bulunarak geleceğin enerji rekabetinde aktif bir rol alabiliriz.