Terör saldırıları ve bu sebeple meydana gelen kayıplar son yıllarda küresel olarak artış gösterdiği gibi siyaset ve radikallik arasındaki bağlantının etrafında oluşan tartışmaların da artışına sebep oldu. Siyasal sistem tek başına insanları radikalliğin yoluna iten başlıca faktör değildir. Ancak, siyasal faktörlerin önemi de yadsınamaz. Toplumlarda katılımcı siyasal sistemlerin, istikrarlı siyasal kurumların ve iyi yönetimin yokluğu, aşırılığı ve radikalliği körüklemektedir1. Bunu siyasi şikayetleri ve hoşnutsuzluğu teşvik ederek, böylelikle de radikalliğe ve terörizme sevk ederek yapar2.

Arap dünyasındaki rejimlerin çoğunluğu doksanlı yılların sonlarında kendilerini meşrulaştırmak ve topluma karşı daha sorumlu olmak amacıyla önemli ölçüde siyasal reformlar başlattı3. Arap ülkelerinin bu dönemde karşılaştığı en büyük zorluk daha iyi yönetim sistemlerinin geliştirilmesiydi. Bu, rejimler ve kamuoyu arasında ortaya çıkan boşluk açısından önemliydi ve muhalefet kesimlerin politikaların gidişatı üzerine memnuniyetsizliklerini ifade edebilecekleri bir alan açtı4. Buna ek olarak, artan ekonomik refah, iyileşen eğitim koşulları ve hayat standartlarının gelişmesi, Arap dünyasında özellikle de siyasal alanda yeni beklentiler doğurdu. Bununla birlikte Arap dünyasında özgürlükler gelişme göstermedi ve rejimler, kısıtlı siyasal özgürlük ve çoğulculuk karşıtı, sivil toplumun önemini dikkate almayan, hukukun üstünlüğünü ve etkili bir bürokrasiyi kapsayarak iyi işleyen bir devletin yokluğu gibi tanımlamalarla nitelendirilmeye devam etti. Bu sebeple, bölgede sadece insanların siyasi arzuları ile bulundukları durumdaki gerçekler arasındaki boşluk büyüme gösterdi.

Arap dünyasındaki rejimlerin birçoğu reform gündemlerinde bağımsız ve adil seçimleri, iştirak ve toplantı hakkını ve de ifade özgürlüğünü dikkate almamaktadır. Bu nedenle, bölgedeki siyasal reformlar halkın daha geniş siyasal katılım isteklerini somut bir şekilde karşılamaksızın, rejim çıkarları üzerine kurulu ve göstermelik kalmaktadır.

Arap Dünyasındaki Siyasal Engeller

Figür 1, Arap bölgesindeki ve dünyadaki diğer bölgelerdeki siyasal katılım durumunu karşılaştırarak göstermektedir5. Grup halinde Arap ülkeleri, 10 üzerinden 3 olarak değerlendirilmişlerdir. (10 en yüksek ve 1 en kötü puan ise). Bu puan Arap ülkelerindeki siyasi katılım seviyesinin diğer gelişmekte olan ve geçiş sürecindeki ülkelerle karşılaştırıldığında zayıf kaldığını gösterir. Aynı zamanda, 2012 ve 2014 yılları arasında Arap ülkelerinde siyasal katılım oranlarında iyi yönlü bir ilerleme de görülmektedir. Bu durum sözde Arap Baharı sonrasında gerçekleşen siyasal reformlara dayandırılabilir. Bununla beraber, iyileşme kısa ömürlü sürdü ve 2014 ile 2016 yılları arasında ters yönde bir gidişat gözlendi. 2016’ya gelindiğinde, Arap ülkelerinin çoğunluğunda reform hareketlerinin bırakıldığı gözlemlenmiş ve sonuç olarak siyasal katılım oranları 2008 yılındaki seviyelerin de altına inmiştir.

Arap dünyasındaki siyasi manzarayı açıklamak için kullanılan ikinci bir gösterge ise siyasal ve sosyal entegrasyon göstergesidirArap dünyasında siyasal ve sosyal birleşme süreci, insanların bağlılıklarının aşiretlerden, etnik kökenlerden ve mezheplerden beslenerek daha büyük bir politik sisteme geçme potansiyeli taşır.  Bunu birlik ve ortak kimlik hissi uyandırarak, tehdit algılarını uyumlu hale getirerek ve insanlarda kendi iyiliklerinin toplumun iyiliği ile bağlı olduğu hissini yaratarak yapar.   Siyasal ve toplumsal entegrasyonun olmadığı yerlerde insanlar sadece sosyal sermaye ve ortak aidiyet hissinden yararlanmaktan dışlatılmakla kalınmayıp; ayrıca bulundukları topluma yabancılaşır ve bu toplumu koruma hisleri azalır. Böylece, haddini aşan radikal görüşlerin ve eğilimlerin yolu açılır. Bununla beraber, Arap ülkelerindeki siyasi ve sosyal entegrasyonun seviyesi6 Figür 2’de görüldüğü üzere, zayıftır ve diğer gelişmekte olan ve geçiş aşamasındaki ülkelerde gözlenen ilerleme seviyesinin arkasında kalmaktadır.

Siyasi sistemin vatandaşlarını keyfi idare veya anarşiye maruz bırakmak yerine, herkesin uyacağı kanunlar oluşturması vatandaşları daha iyi bir duruma getirir. Dicey bu kavramı keyfi yönetim yerine kanunların üstünlüğünü belirtmek olarak tanımlar7. Yüksek vasıflı bir hukuk devleti, sıradan vatandaşların radikal aktivitelere ve siyasi şiddete karışma imkanlarına ve isteklerine karşı şevk kırıcı olarak nitelendirilebilir8. Birçok siyasi sistem içindeki yönetimler bu kavrama en azından söylemde riayetkâr olsa da gerçek şu ki; bir devlet kanunların yorumunu ve uygulamasını bağımsız resmi kuruluşlarını görevlendirerek kendi kanunlarına bağlı kalmakta mutabık olur. Bu bakımdan, BTI dizini kuvvetler ayrımını, bağımsız yargıyı, görevi kötüye kullanmanın kovuşturmasını ve sivil hakların korunmasını, 129 ülkedeki hukukun üstünlüğünü derecelendirmek için incelemektedir.

Figür 3, Arap ülkelerinin diğer gelişmekte olan ve geçiş ülkeleri ile karşılaştırıldığında, hukukun üstünlüğü göstergesinde9 ortalama olarak en düşük performansı sergilediğini gösteriyor. Hukukun üstünlüğü küresel boyutta 2010’dan beri gerileyerek, dünya ortalaması 5.2’den 5.0’a düştü. Bununlar birlikte, Arap ülkelerindeki hukukun üstünlüğü göstergesi aynı süre içinde 3.8’den 3.3’e keskin bir düşüş ile daha umutsuz bir tablo çizmektedir.

Demokratik kuruluşların istikrarına gelince, BTI dizini demokratik kuruluşların varlıklarını, işlevlerini etkili bir şekilde ne ölçüde yürütüp yürütmediklerini, geniş çaplı ve amacına zarar veren ihtilaflardan uzak olup olmadıklarını belirlemeyi amaçlar. Daha ciddi olarak, BTI dizini demokratik kuruluşların izlendikleri hükümet organları, siyasi partiler, dernekler, lobiler, sivil örgütler ve de potansiyel veto yetkisi bulunan ordu ve dini otoriterler gibi aktörler tarafından ne ölçüde meşru kabul edildiğini saptamayı amaçlar. Figür 4, Arap ülkelerindeki demokratik kuruluşlardaki istikrarın10 ortalama puanının diğer gelişmekte olan ve geçiş sürecinde olan ülkelerden önemli ölçüde düşük olduğunu meydana çıkarır. Bunun ışığında, Orta Doğu ve Kuzey Afrika (MENA) bölgesindeki demokratik kuruluşların diğer bölgelerle karşılaştırıldığında çok zayıf ve istikrarsız olduğu öne sürülebilir.

Yukarıdaki göstergeler, Arap dünyasındaki siyasi sistemlerin diğer bölgeler ile karşılaştırıldığında, baskıcı, kanunsuz ve istikrarsız kalmaya devam ettiğini sergiliyor. Serbestliğin, konuşma özgürlüğünün, siyasi katılımın, siyasal ve sosyal entegrasyonun ve hukuk devletinin yokluğu, bölgedeki siyasi felaketlerin ana nedeni olmayı sürdürüyor. Bunlar devletin meşruluğunu yıpratıp, radikalliğe ve siyasi şiddete katkıda bulunuyor. Baskılayıcı siyasi sistemler ayrıca ayrımcı kaideleri ve kurumları besleyerek, usanmış olanların radikalizmi gitgide çekici bir yol olarak bulduğu, patlayabilir bir çevre yaratıyor. Bu çerçevede, MENA bölgesindeki zayıf siyasal koşulların adaletsizliğe, hükümet baskısına ve baskılayıcı rejimlere verilen Batı desteğine karşı oluşan hareketleri beslediğini tartışmak haklı görülebilir. Ve bu zayıf siyasal koşullar Arap dünyasındaki radikalizmin ana nedenleri arasında nitelendirilebilir.

Radikalizmin İdeolojileri

Arap dünyasındaki siyasi sorunlar bölgedeki radikalizmin ideolojilerini de etkiliyor. Siyasi platformların yokluğu, Arap-Müslüman toplumunu, üniversite, hapishane veya son zamanlarda sosyal medya gibi toplumsal farklı alternatiflere itiyor. Hedefteki muhatap olan Müslümanlar halihazırda bu durumun varlığının gayet bilincindeler. Bunlar radikalizm kullanılarak kolay bir şekilde uyumlu bir siyasal seçmen kitlesine dönüştürülebilir ve bu sebeple, diğer bölgelerdeki ideolojiler üzerine kurulu radikal hareketlerde olduğu gibi, yeni bir seçmen kitlesinin yaratılmasına ihtiyaç duyulmaz. Daha ziyade, İslami metinlerin aşırı okumaları üzerine kurulu ideolojik zihniyetler rahatlıkla araçsallaştırılarak seçilmiş muhatap olan Müslümanları çekmek için kullanılıyor. Bu “istisnacılık” yüzünden, Arap dünyasındaki radikallerin çoğunluğu Müslüman geçmişe sahiptir. Bu da meseleyi ideolojik bakış açısı üzerinden çerçeveleyerek, bunun içinde kutsal kaynaklar ve ilkeleri de yanlış yorumlayarak ya da bilerek yönlendirerek, radikalizm ile kişi veya uç grupların şiddetli eylemleri için ahlaki gerekçe olarak kullanılmaktadır.

Politik Çıkarımlar

Radikalizmin kökenindeki sebepleri giderebilmek için, Arap dünyasında birtakım adımların atıldığı gözlemlendi. Rejimlerin çoğunluğu siyasal koşulların iyileştirilmesi, seçimlerde en az kriterlerin karşılanması ve anayasal reform üzerinde iyileştirme yapılmasının sözünü verdi. Buna rağmen, Arap ülkelerinin çoğunluğunda rejimlerin gücünü aşırı seviyede elinde bulundurması değişime uğramadan aynı şekilde kaldı. Bu da dolayısıyla siyasal ve sosyal entegrasyon ve dönüşüme mâni oldu. Bazı Arap rejimleri, özellikle de Körfez monarşileri siyasi partileri kanunlar ile yasaklayıp, sivil halk üzerinde baskılayıcı idare yöntemlerini sürdürüyor. Bu ülkelerde dini cemaatler, rejimler tarafından vahşice baskı altına alınmayan tek kurumlardır. Dini grupların  siyasetin değişimi ile uğraşmak için tek çıkış olduğu toplumlarda, ortaya çıkan sonuç kaçınılmaz bir şekilde öngörülebilir. Bu durum dini öğretilerin siyasallaşmasına yol açarak, teolojik akidelerin siyasi amaçlarla yanlış yorumlanması ve birbirine bağlı olarak radikal, agresif ve hoşgörüsüz hareketlerin artması ile devam eder. Bu nedenle Arap dünyasındaki siyasi sistemler, canlı siyasi kültüre, eşitlikçi kanunlara, işleyen devlete ve etkili bir bürokrasiye sahip aktif bir sivil toplumu teşvik eden ilerici ve kapsayıcı reformları kabul ederek, köklü bir değişimden geçmelidir.

Devletin ve bölgesel düzeyde uğraşların yanısıra, Batılı ülkeler de Arap ülkelerinde radikalleşmeye ve terörizme karşı birtakım demokratlaştırma projeleri başlattı. Buna karşın, Irak’ın işgali, Guantanamo Koyu’ndaki tutukevi, Abu Ghraib cezaevi, Avrupa’da artan İslamofobi gibi dönüm noktası niteliğindeki bazı olaylar, batının demokrasinin teşviki, insan hakları ve hukukun egemenliği gibi alanlarda güvenilirliğini ciddi ölçüde sarstı. Bu ise siyasi özgürlüğün Arap dünyasındaki sosyo-ekonomik ve siyasi dinamiklere uygun olarak yeniden tanımlanması düşüncesi gibi yeni zorunluluklar yarattı. Bu bakımdan, siyasi özgülük tanımının demokrasi adı altında başka yerlerden ithal etmek yerine, Arap ülkelerinin “özgürlük” kelimesini anlayışlı siyasi reformlar ile yeniden kavramsallaştırması üzerine tartışmak büyük önem taşıyor.