Değişimlerin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Anlayışta ve işleyişte kırılmalar yaşanıyor. Sinema dünyasının en prestijli ödüllerinin dağıtıldığı Oscar da bu değişimlerden payını almışa benziyor. Geçtiğimiz günlerde düzenlenen 97. Oscar Ödüllerinde en iyi belgesel ödülünü Filistin işgalini ve yerleşimci şiddetini anlatan “No Other Land” (Başka Toprak Yok) isimli belgesel filim aldı. Film geçen yıl gösterime girdiğinden bu yana Berlin Film Festivali ve New York Film Eleştirmenleri Birliği Ödülleri de dahil olmak üzere çeşitli platformlarda birçok ödül kazanmıştı. Ancak bunlar arasında Oscar ödülünün anlamı çok daha büyük. Zira henüz gösterim yeri dahi bulunamayan bu filmin, ABD’de sansürün gölgesinde alkışlarla Oscar alması ayrı bir ironiye sahiptir.
Batı Şeria’daki Filistinlilerin evlerinin sistematik şekilde yıkımı ve bölge halkının sürgününü konu alan film, Filistinli ve İsrailli yapımcıların ortak yönetmenliğini üstlendiği bir ekip tarafından hazırlanmış. Film, Filistinli yönetmeni Basel Adra’nın doğup büyüdüğü yer olan Batı Şeria’daki Masafer Yatta’nın 2019-2023 yılları arasındaki işgali üzerinde duruyor. İsrail hükümetinin askeri bir eğitim merkezi yapacağı bahanesiyle köylülerin evlerini nasıl yıktığı, yaşam kaynağı olan su kuyularının çimentoyla nasıl doldurulduğu ve İsrail’in bu yıkım ve sürgün politikası karşısında köy halkının mücadelesi ele alınıyor.
Filmin görüntüleri başta yönetmen Adra olmak üzere orada yaşayan halkın kişisel amatör kamera görüntüleriyle oluşturulmuş. Masafer Yattalıların mücadelesine an be an şahit olan gazeteci ve aynı zamanda belgeselin bir diğer yönetmeni olan İsrailli Yuval Abraham’ın kamera kayıtları onlara bugün Oscar ödülü kazandırmış durumda. Film yapımcılarının umdukları şey, tabi ki işgal ve etnik temizliğin son bulması. “Basel Adra’ya baktığımda kardeşim gibi görüyorum ama eşit değiliz. Ben özgür yaşarken, Basel hayatını kontrol edemediği yasalar altında yaşıyor… Birbirimizden 30 dakika uzakta yaşıyoruz ancak benim oy kullanma hakkım varken Basel’in yok. Bu topraklarda istediğim yere hareket etmekte özgürüm. Basel ise milyonlarca Filistinli gibi, işgal altındaki Batı Şeria’da kilitli. Aramızdaki bu apartheid durumu sona ermeli”1 diyen yönetmen Yuval Abraham’ın bu düşüncesi bazı İsraillilerce eleştiri yağmuruna tutuldu. Hatta İsrail Kültür ve Spor Bakanı Miki Zohar filmin İsrail’in imajını lekelediği düşüncesinde.2
Burada dikkat çeken bir ayrıntı da, Yuval Abraham gibi İsrail’in suç işlediğini gören Filistin yanlısı binlerce İsraillinin varlığıdır. Benzer bir durum aslında 2008 yılı Oscar ödüllerinde de yaşanmıştı. Batı Şeria’da rekabet eden iki seyyar falafelcinin öyküsüyle En İyi Kısa Film dalında ödül alan “Batı Şeria Hikayesi”nin İsrailli yapımcısı ödülünü yine İsrail-Filistin barışına adamıştı.3
Başka Bir Yol Var
Filistin’in hangi bölgesini ele alırsanız alın karşılaşacağınız hikâye pek muhtemel Basel’inki ile aynı olacaktır. Film neyi değiştirir bilinmez ama uzun süredir devam eden işgal artık Oscar’lık(!). Bir yandan gözlerimizin önünde Gazze Soykırımı devam ederken tüm dünyaya yaşanan bir adaletsizlik gerçek kamera kayıtlarıyla yeniden gösterilmiş oldu. Üstelik bu, belgesel için 24 ülkede dağıtım anlaşması yapılmasına rağmen herhangi bir dağıtımcı şirket bulunamayan ABD’de oldu.
Filmde 5 yıllık bir işgal dönemi anlatılıyor ancak Basel Adra’nın ailesi 5 değil, 20 yıllık bir görüntü arşivine sahip.4 Bu da işgalin 20 yıldır yaşanmış kanıtları anlamına gelmektedir. Hatırlanmalıdır ki asker olsun olmasın İsrailli her vatandaşın silah taşıma hakkı varken Filistinlilerin silah taşıma hakkı bulunmamaktadır. Onların mücadelesinde ellerine aldıkları tek araçları ise, cep telefonları ve kameralarıdır. İsrailli birtakım vatandaşların Filistin desteği oldukça kıymetli ise de yürürlükteki sisteme bakmak gerekir. Örneğin Oscar’a layık görülen filmin konu ettiği yerleşim merkezindeki, Masafer Yatta’da, yaşananlar hala devam etmektedir. Henüz iki hafta önce Uluslararası Af Örgütü, Masafer Yatta halkının zorla göç ettirilmeye çalışıldığını, yerlerine devlet destekli Yahudi yerleşimcimcilerin yerleştirildiğini açıklamıştır.5
Hatırlanacağı gibi, İsrail, Batı Şeria’yı 1967’den beri işgal altında tutuyor. İsrail’in ilhak ettiği Doğu Kudüs hariç Batı Şeria’da yaklaşık 3 milyon Filistinli ile uluslararası hukuka göre yasa dışı olan yerleşim yerlerinde yaşayan yaklaşık yarım milyon İsrailli yaşamaktadır. Yani bir anlamda Batı Şeria’da her yer Masafer Yatta.
Oscar ve Tarafsızlık
Oscar, Nobel gibi uluslararası ödüllerde siyasi tarafgirlik gibi işleyen belirli bir mekanizmanın etkili olduğu aşikâr. Örneğin geçmişte gördüğümüz gibi tarih, edebiyat gibi alanlarda Nobel ödülü kazananların ortak özelliği sözde Ermeni Soykırımı’na destek olmalarıdır. Soru şu; Filistinli ekip, İsrailli ekip olmadan tek başına bu ödülü alabilir miydi? ABD’nin İsrail politikası göz önüne alınarak konu değerlendirildiğinde bırakın ödül vermeyi “antisemitik” bulunup yaptırıma gidilmesi dahi şaşırtıcı olmayacaktı.
Almanya’da olan tam olarak buydu. 2024 Berlinale töreninde Berlin Belediye Başkanı Kai Wegner dolaylı atıfla Berlin’de Antisemitizm’e yer olmadığını söyleyip hemen akabinde sosyal medyada bir paylaşım yapıp “Berlin kesinlikle İsrail’in tarafındadır” demiş ve sanatsal yada insani yönünü umursamaksızın bu tür çalışmaları tümden dışlamıştı. Aynı görüntüleri söylemine taşıyan pek çok kişi de Antisemitizm suçlamasıyla işinden atılmıştı. Dolayısıyla filmin antisemitik bulunup adaylıktan çektirilmemesi gerçekten ya büyük bir kırılma ya da İsrailli ekibin mevcudiyetinin yarattığı bir gelişmeydi.
Filistinlilerin eşit ve adil bir dünyaya ne kadar yakın olduğu, dünya kamuoyunun vicdani rahatlama çabalarını aşıp aktif gerçeklerle yüzleştiğinde ancak anlaşılabilir. Şu an Masafer Yatta’da işgal devam ediyor, soykırımdan geçen Gazze halkının İsrail’in “cehennemi yaşatacağız” tehdidiyle oruç açtığı bir ortamda dünya kamuoyunun ve özellikle Oscar’lık filmin dağıtımcı bulamadığı ABD toplumunun bu gerçeklerle yüzleşmesi kaçınılmazdır.