Siyonizm; Avrupalıların zulmüne maruz kalan Yahudilerin Filistin ve çevresine yerleşerek bir Yahudi devleti kurmasını amaçlayan 19. yüzyıl sonlarında ortaya çıkmış siyasi bir harekettir. 2 bin yıldır, beklenen Mesih tarafından gerçekleştirileceğine inanılan Vaat edilen topraklara dönüş fikrinin1 modern dönemdeki en önemli tetikleyici unsuru, dönemin aydınlanma hareketleri (Haskala) ve beraberinde gelen reformist ideaları olmuştur. Modern dönemle birlikte ortaya çıkmış bu düşünceye göre Yahudi devleti, Mesih gelmeden de kurulabilirdi. Geleneksel Yahudi inanç ve düşüncesine karşı yapılan bu revizyonist hamleden ilk rahatsız olanlar elbette asırlardır Mesih’lerini bekleyen ve bunun için dua eden Ortodoks Yahudiler olmuştur. Dünya Yahudilerinin büyük bölümü, bu yeni bakışı kabul etmediği gibi, dini arka plana atmasından ötürü Siyonizm pek çok Yahudi’nin hedefi haline gelmiştir. Bu amaçla 19. Yüzyılın sonlarından itibaren Yahudiler arasında Agudath Yisrael (İsrail Birliği), United Torah Judaism (Birleşik Tevrat Yahudiliği),True Torah Jews Against Zionism (Siyonizm’e karşı Tevrat’ın Gerçek Yahudileri), Lev Tahor (Temiz Yürek), Neture-i Karta (Şehrin Muhafızları) gibi anti-Siyonist birçok Yahudi örgüt, parti ve yapılanma kurulmuştur.
Siyonist hareketin öncü liderleri, kendileri koyu seküler ideolojiye sahip olmalarına rağmen, dindar kitleleri yanlarına çekmek ve Filistin’e göç konusunda ikna etmek için Mesih’in gelişini yeni bir perspektifle yorumlamış, İbranice ve dini eğitim konularını öne çıkararak tabanlarını genişletmeye çalışmıştır. İlerleyen süreçte uluslararası alanda yaşanan siyasi ve toplumsal gelişmeler de Siyonizm’in Yahudiler arasında benimsenmesine yardımcı olmuştur. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında Filistin coğrafyasının İngiliz işgaline girmesi, Balfour Deklarasyonu ve sonrasında Yahudi göçlerine yönelik İngiliz teşvikleri dünya Yahudilerinin dönüşümünde ve Siyonizmin mevzi kazanmasında önemli roller oynamıştır. 19. Yüzyıl sonlarından itibaren Avrupa’da Yahudilere yönelik soykırım ve baskıların artması da Siyonizme yönelimi artırmış ve geniş kitleler gidilebilecek bir yurt fikrine sıcak bakmaya başlamıştır.
Bu nedenle Siyonizm’in günümüzde bile 19. yüzyıl Avrupa zulmünden kalma pogrom, Holokost, anti-Semitizm gibi argümanları kullanmaya devam etmesi şaşırtıcı değildir. Bu ifadeler devamlı güncel tutularak Yahudilere dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir Yahudi’nin tekrar Holokost’la karşılaşabileceği, yerinden edilip, zulüm görebileceği, dolayısıyla İsrail’in ne pahasına olursa olsun varlığını sürdürmesi gerektiği mesajı verilmektedir.
Son Gazze olaylarında İsrail yetkilileri soykırım karşısında yükselen insanlığın sesini anti-Semitizm’in yükselişiyle ifade etmeleri böyle bir hedef saptırma stratejisinin ürünü olarak görünmektedir. Yükselişe geçen gerçekten anti-Semitiklik miydi? Muhtemeldir ki daha önce Filistin topraklarına hiç adım atmamış hatta haritada yerini gösteremeyecek olan ama Gazze’de yaşananlar karşısında geleneksel Haka dansıyla Filistin’e desteklerini ileten Yeni Zelanda yerlilerinin anti semitik olma ihtimali ne kadar gerçek ise, İsrail’in propagandalarının hakikiliği de o kadar gerçektir.2
Anti-Semitizmin çıkış yeri Avrupa’dır. Batı’nın Yahudilere yaşattığı zulüm, katliam ve soykırım karşısında Yahudilerin ürettiği bir kavramın bu gün Filistinli Araplara karşı uygulanan soykırımın gerekçesi olması mümkün değildir. Bugün ilginç bir şekilde Yahudilere anti-Semitizm uygulandığı yönünde kararların öncülüğünü anti-Semitizm yaratıcısı Batı yaparken, soykırıma uğrayanlar Filistinlilerle ilgili neredeyse hiçbir resmi ağızdan olumlu bir mesaj çıkmamaktadır.
Batıda Gazze soykırımına karşı çıkanlar anti-Semitik olmakla suçlanmakla kalmamış, insanlar işlerinden kovulmuştur. Filistinlilere yönelik düşüncesinden dolayı anti-Semitistlikle suçlanan Harvard Üniversitesi rektörünün kamuoyu baskısıyla istifası bile normal karşılanmıştır. Oysa ne Haka yerlilerinin ne Amerikalı rektörün ne de tüm insanlığın İsrail’e tepkisi anti-Semitizm olmadığı gibi, aksine onlarca yıldır hukuku hiçe sayan İsrail’in politikaları ve anti-Siyonizmle ilişkilidir.
1975’te BM Genel Kurulu’nda Siyonizm “ırkçılık” olarak tanımlanmasına rağmen İsrail’in Filistin anlaşmazlığında Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın insan haklarıyla ilişkili kararlarını tanımaması Batı’nın bu iki yüzlü politikasıyla ilişkilidir. İsrail’in sivillerin savaş zamanında korunmasına ilişkin 1949 Cenevre Sözleşmesini yok sayması da aynı durumla bağlantılıdır. Batı geçmişteki tavrı ve en önemlisi soykırım nedeniyle Yahudilere bir anlamda borçlu olduğu ve günah çıkarması gereken kesim olduğu için, İsrail’in her türlü saldırgan tutumu hoş görüyle karşılanmaktadır. Ancak günahlarının faturasını Avrupalılar ödemek yerine, Filistinlilere ödetmeyi tercih etmektedirler. İsrail karşıtı her söylemi şiddetle bastırmalarının en önemli sebebi budur. Bugün Hristiyan Batı’da Yahudi aleyhtarlığı bitmiş değildir. Siyonizm ve Evanjelist Hristiyanların Yeşaya, Amalek gibi, dinî metinlerle çizdikleri mitlerde tarihin sonunda (Armageddon) ilk çarpışacak olanlar Yahudiler ile Hristiyanlardır. Armageddon her iki inancın kutsal metinlerinde Hristiyanların Yahudilere arka çıktığı bir savaş değil, sadece birinin galip olacağı ölümcül son savaş olarak anlatılmaktadır. Dolayısıyla seküler Batı, Filistin kanı üzerinden kendi kanlı tarihini örtbas etmeye çalışırken, dindar Batı İsrail savunuculuğu üzerinden kıyamete hazırlanmaktadır.
Yahudilik ile Siyonizm’in farklı kulvarlar olduğunu anlamak önemlidir. Her Yahudi Siyonist olmadığı gibi her Siyonist de tıpkı “kendimi Siyonist görüyorum” diyen ABD Başkanı Joe Biden gibi3 Yahudi değildir. Bugün Siyonizm’in en büyük destekçisi Evanjelist Hristiyan dünyadır. Dolayısıyla Yahudi düşmanlığı demek olan anti-Semitizm ile İsrail’in Siyonist yayılmacılığına karşı çıkmak olan anti-Siyonizm ifadelerinin farklı anlamlar içerdiğini bilmek gerekir.
Teksaslı Düveler
15 bin’i çocuk yaklaşık 35 bin Filistinlinin öldüğü Gazze saldırılarında İsrail’in söz konusu saldırı ve ölümleri Yeşaya, Amalek gibi kendi Kutsal Kitaplarında geçen birtakım kehanetlerle ilişkilendirerek açıklaması radikal Yahudi gruplara ve Evanjelist Hristiyanlara yeni bir ivme kazandırmıştır. Bu bağlamda sıranın “kızıl düve” kehanetine geldiğini söylemek büyük bir iddia olmayacaktır. Yani bizim 7 Ekim Gazze saldırıları diye okumasını yaptığımız hadise, dindar Siyonistlerce Kutsal Kitap anlatılarında geçen kızıl düve fenomeniyle okunmaktadır.
Yahudi geleneğine göre Kudüs’te Süleyman Mabedinin inşasına izin verecek “ritüel arınma” (günahlara kefaret) için mükemmel kızıl bir düveye ve küllerine ihtiyaç vardır. Tanah kitabında kızıl düve fenomeni; “…Elazar adlı bir kâhin (kohen, din adamı) tarafından… kusursuz, herhangi bir lekesi, hatası olmayan kızıl bir düve kurban edilip yakılacak… biraz sedir ağacı, mercanköşkotu ve kırmızı iplik alıp yanmakta olan düvenin üzerine atılacak… küller arınma için uygulanacak” şeklinde geçmektedir.4 Yahudilerin çoğu bugün böyle bir arınmadan yoksun oldukları için ve dolayısıyla saf olmadıklarını düşündükleri için kutsal kabul ettikleri mabed alanına (şimdiki Mescid-i Aksa’ya) girmekten çekinmektedir.5 Çünkü kızıl düve kurbanı dahil Yahudi din ve geleneğinde kurban ritüeli mabedin inşası ile doğrudan ilişkilidir.
Diğer bir ifadeyle, Yahudi inançta kurban ibadetinin uygulanabilmesi mabedin varlığını gerektirmektedir. Mabed’in varlığı aynı zamanda İsrail’in Tanrısı Yahve’nin oradaki varlığının da işareti olarak algılanmaktadır. Bununla bağlantılı olarak, Yahudi geleneğinde mabedin yeniden inşası gelmesi beklenen Mesih’in gerçekleştireceği işlerden biri olarak görülmektedir. Kızıl düve, Mesih ve mabed fenomeni etrafında dönen tartışmaların Yahudiler için kendi dini literatürüne ilişkin bir tartışma olmasının ötesinde, Filistinli masumların canına mal olan bir kıyım siyasetinin temelini oluşturması tüm dünyanın dikkat kesilmesi gereken bir olgudur.
İddiaya göre ABD/Teksas’ta genetik çalışmalar sonucunda elde edilen ve 2022 yılında Batı Şeria’ya getirilip orada bekletilen kızıl düveler önümüzdeki günlerde (Mayıs ayında) Mescid-i Aksa’da kurban edilecektir.6 Bu tür algı ve hareketlerin, sadece Süleyman Mabedinin (Bet ha-Mikdaş) yeniden inşasını isteyen Tapınak Enstitüsü gibi aşırı milliyetçi Yahudi örgütlerin istek ve temennileriyle ilişki olmadığı, bizzat İsrail siyaseti içindeki birçok üst düzey yetkilinin de ideali olduğu söylenebilir.7
Filistin-İsrail çatışmasında Mescid-i Aksa’da Yahudi varlığını sağlamak, mümkün olabilirse birtakım dinî ritüeller uygulamak, 2 bin yıldır olmayanı oldurmaya çalışmak Teksaslı yapay kızıl düvelerin başarabileceği bir teatral gösteri değil kuşkusuz. Siyonizm ve onun devletleşmiş hali İsrail, bölgede Batı emperyalizminin dünya hakimiyeti konusundaki en önemli aparatıdır. İsrailoğullarının mucizevi bir şekilde beklediği eşsiz düveler, bu global politikada ne kadar etkili olur bilinmez ama, direnen Filistinliler var olduğu sürece Siyonizmin ideallerine ulaşamayacağı kesindir.8
Gazze’deki soykırımı, İsrail, ABD ve soykırım destekçilerinin, ileriki nesillere dini kehanetleri de katarak açıklamak zorunda kalacak olmaları onlar adına açıkçası vahim bir durumdur.