Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) tarafından hazırlık çalışmalarına 2015 yılında başlanan ve 25 Eylül 2017’de yapılan bağımsızlık referandumu, Barzani yönetimini ve Irak’ın toprak bütünlüğünü aşan bir anlam taşımaktadır. Bağımsızlık planı ve süreci, bölge jeopolitiğinde eskiye dayanan fakat yine de yeni bir dönemin en önemli aşamalarından biridir.

Referandumun yapılacağı ilan edildiğinde bölgesel dengeleri esas alan pek çok analist, Barzani’nin fiilen imkânsız görülen bağımsızlıktan ziyade Irak merkezi yönetimine karşı taktiksel bir hamle içinde olduğu değerlendirmesinde bulunmuştu. Zira Irak yönetimi ve IKBY arasında kriz, güncel olarak petrol gelirlerinin paylaşılmasına dayanmaktadır.

Bu tespitin başından itibaren yeterli düzeyde açıklayıcı olmaması, bölgenin istikrarsız yapısını ve IKBY ve diğer unsurların bağımsızlık yanlısı tarihsel eğilimlerini ve isteklerini önemsizleştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca referandumun taktisel olduğu tespiti, ABD ve AB’den gelen “zamansız” şeklindeki uyarıları Barzani’nin görmezden gelemeyeceği varsayımına dayanmaktaydı.

Referandum kararına karşı, merkezi Irak yönetiminin ve İran’ın, ekonomik yaptırım, idari hamleler, hukuki adımlar, iç savaş tehdidi ve askeri müdahaleyi tartışmaya açması, Barzani’yi kaygılandırmakla birlikte, geri adım atmasını da sağlayamamıştır. Erbil yönetiminin, çok fazla belirsizlik taşımasına rağmen bağımsızlık konusunda ısrarcı olmasının bölgesel ve iç siyasi şartlara dayalı nedenleri vardır.

Referandum Kararının Nedenleri

Barzani referandum kararını, tarihsel bir idealin neticesi olarak göstermekle birlikte, gerçekte içinde bulunduğu siyasal koşulların zorlamasıyla almıştır.

Erbil yönetiminin Kuzey Irak’ta rekabet halinde olduğu önemli siyasal hareketlerden, İran’dan destek alan Goran (Değişim Hareketi) ve KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) öne çıkmaktadır. Goran hareketi, KYB’den ayrılan reformcular tarafından kurulmuştur.

2015 yılında Barzani, başkanlık seçimlerini yeterli ödenek olmadığı için ertelemesi ve meclisi işlevsizleştirdiği gerekçeleriyle eleştirilmekteydi. Barzani’nin bu eleştirilere yanıtı ise, bölgesel olarak önemli ve daha öncelikli sorunların olduğunu ifade etmek olmuştur.

Yine 2015’de Süleymaniye ve Halepçe’de Barzani yönetimine karşı yapılan protestolarda, İran destekli bu gruplar etkili olmuştur. Olaylarda KDP binaları yakılmış, ekonomik durum protesto edilmiş ve Barzani’nin başkanlık yetkilerinin sınırlandırılması talep edilmiştir. Aynı zamanda Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren İslami partilerin binaları da saldırıya uğramıştır. Bu süreçte, İran destekli siyasal gruplarla, PKK/PYD güdümündeki dernekler ve örgütler birlikte hareket etmişlerdir. Blok olarak hareket eden silahlı, siyasi ve örgütlü bir muhalefet, Barzani’nin geleceğine dair tartışmaları da alevlendirmiştir.

Yaşanan olaylar değerlendirildiğinde Barzani’nin referandum kararı kısa vadede iç tartışmaları aşma çabası ve uzun vadede PKK ve İran’a yakın Goran ve KYB’ye karşı ılımlı bir seçenek olarak kabul görme beklentisinden kaynaklanmaktadır.

Barzani’nin referandum kararı, Kuzey Irak siyasetinde ve bölge de dengeleri test etmek için yeni bir alan açmaktadır. Türkiye, Irak merkezi yönetimi ve İran, bu hamleye karşı benzer bir tavır sergilemişlerdir. Irak’ta yaşanabilecek siyasi bölünme, bölge ülkelerinde benzer eğilimleri tetikleme potansiyeli taşımaktadır. Ancak bölge ülkelerinin bağımsızlık kararına karşı tepkisini etkileyen tek husus bölünme tehlikesi değildir. Bu bağlamda, İran’ın Kürt siyasetini şekillendiren tarihsel, demografik, stratejik ve kendi uluslararası konumundan kaynaklanan nedenler bulunmaktadır.

İran’ın “Kürt Siyasetini” Belirleyen Değişkenler

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bağımsız Kürt devleti fikrini ilk olarak İngilizler ortaya atmış ancak bu fikir yalnızca proje olarak kalmıştır. Daha sonra, İran’da SSCB’nin desteği ile 1946 yılında (Komünist) Mahabad Cumhuriyeti kurulmuş ve SSCB’nin İran’da çekilmesi ile kuruluşundan 11 ay sonra İran güçleri tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Bu bağlamda İran devlet sisteminde, devrim öncesi döneme dayanan güçlü bir etnik tehdit ve bölünme korkusu bulunmaktadır. Bu algı çeşitli şekillere bürünerek devrim sonrasında da devam etmiştir.1 İran resmi ideolojisinde, baskın bir mezhep ekseni öne çıkmakla birlikte, iç politikada istikrarsızlık ve dış politika da kriz yaratan konuların başında etnik huzursuzluklar gelmektedir.

1979 sonrası muhalif siyasal hareketlerin bastırılmasının yanında “ayrılıkçı talepleri“ olduğu gerekçesiyle etnik sorunlara karşı askeri yöntemlerle mücadele edilmiştir. İran’ın ayrılıkçı terör eylemlerini ve isyanları bastırma şekli, ülkenin dış politika krizlerine sürüklenmesine neden olmuştur.

1979 sonrası İran, ideolojik yapısı ve siyasi söylemi nedeniyle ABD tarafından küresel sistemden tecrit edilmeye çalışılmıştır. Ancak İran’ın Avrupa ile yaşadığı en önemli siyasal kırılmayı  Kürt Demokrat Partisi Genel Sekreteri Sadık Harafkandi ve yanında bulunan üç kişini Berlin’de 17 Eylül 1992 Tarihin suikastla2 uğraması tetiklemiştir. Bu suikasttan önce, İsviçre aracılığıyla ve müzakere yoluyla Kürtlerle ilgili talepleri tartışmayı kabul eden İran yönetimi, yaşanan saldırıdan sorumlu tutulmuştur.

Almanya’da yapılan yargılamalar sonucunda Ali Hamaney, Haşimi Rafsancani, Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayati ve İstihbarat Başkanı Ali Fallahyan suikastları planlamakla suçlanmıştır. Berlin’deki suikastten sonra AB ülkelerinin tamamı İran’da bulunan elçilerini geri çekmiş, 1997 yılında Muhammed Hatemi’nin iktidara gelmesine kadar İran’a elçi göndermemişlerdir.

Bu açıdan bakıldığında İran ayrılıkçı Kürtlerle yaşadığı sorunlar yalnızca ABD ile değil tüm Batı ile ilişkilerinde iplerin kopmasına, ülke bekasını tehdit eden ve İran’ın tarihsel düşmanları karşısında zayıf düşürebilecek bir potansiyel olarak görülmektedir.

Bu eğilim 2000’li yıllarda da devam etmiştir. İran’ın Mahabat kentinde 2005 yılında yaşanan protestolar ve ardından olağanüstü hal ilan edilmesi, kısa sürede etkisini Avrupa’nın farklı ülkelerde hissettirmiş İran yönetimine karşı eylemler Kanada, Norveç ve Finlandiya gibi ülkelerde organize bir şekilde yayılmıştır.

Çok yakın bir tarihte 2017 Eylül ayının başında İran’ın Kürdistan eyaletinde yaşanan eylemler, PKK ve PYD’ye yakın sosyal medya hesaplarında, valilik binasının işgal edildiği ve valinin kaçmak zorunda kaldığı şekilde bir propagandaya konu olmuştur. Olayların görüntüleri sosyal medyada hızla yayılmıştır.

Bu manzaralar İran rejimini oldukça rahatsız etmiştir. Çünkü İran, ABD’nin rejim değişikliği projesinin olduğunun ve bu amaç doğrultusunda ülkedeki etnik unsurların nabzının tutulmaya çalışıldığının farkındadır. İran’ın etnik hassasiyetleri, ABD’de yalnızca hükümet düzeyinde değil çeşitli düşünce kuruluşları tarafından da irdelenmektedir Amerikan siyaset yapıcıları, Azerilerin, Belucilerin ve Kürtlerin, İran siyasetinde dışlandıkları görüşünden hareketle ülkenin etnik ve mezhepsel hassasiyetlerini tırmandırmayı bir strateji ve seçenek olarak görmektedirler.

Bu bağlamda Kuzey Irak’ta yapılan referanduma İran yönetimi tarafından  net bir tavır sergilenmiş, bunun iç savaşa neden olacağını ve yeni bir İsrail’in ortaya çıkmasına izin verilmeyeceği ifade edilmiştir. İlave olarak İran, referandumu yasadışı ilan etmiş, IKBY karşı kara ve hava sahasını kapatma kararı almıştır. Diğer taraftan Tahran yönetimi, Irak siyasetin de çok boyutlu olarak nüfuz etmiştir ve gelişmelere göre yeni bir tavır belirleyebilecek durumdadır.

Bağımsızlık Kararı ve İran’ın Seçenekleri

Barzani’nin tüm riskleri göze alarak referandumdan vazgeçmemesine rağmen, bu adımın bağımsız bir Kürt devleti ile sonuçlanması ihtimali oldukça düşüktür. İlk etapla, kişisel olarak kendisinin ve başında bulunduğu KDP’nin, iki ucu keskin bir kılıcı tutmak zorunda kalması muhtemeldir.

Barzani’nin bağımsızlık iddiasından vazgeçmesi veya askıya alması, rakip siyasal akımları ve onların destekçileri olan ülkeleri sahada daha fazla aktif olma potansiyeli yaratırken, bağısızlık iddiasında direnmesi durumda ise en iyi ihtimalle bölgesel tecrit sorunuyla karşılaşmasına neden olacaktır. Zira Barzani bu karar sayesinde yakın işbirliği içerisinde olduğu Türkiye’yi karşısına almış, hatta kaybetmiş, ABD ve AB’nin de açık ve istikrarlı bir destek garantisini olmadan referanduma gitmiştir.

Tarihsel ve güncel gelişmeler ışığında değerlendirildiğinde İran’ın bağımsızlık kararına karşı mücadeleye devam edeceği sonucuna varılabilir. Ancak İran açısından bağımsızlık kararının, riskleri kadar fırsatları da bulunmaktadır. İran, Kuzey Irak’ta siyasal olarak Goran ve KYB ile milis gücü olarak da Haşdi Şabi aracılığıyla hali hazırda güçlü bir varlık göstermektedir. Tahran yönetiminin muhtemel iki ana hedefi, bağımsızlığı önlemek ve Barzani iktidarının ortadan kaldırılmasıyla Kuzey Irak’ta da merkezi Irak yönetiminde olduğu gibi, kendisine yakın grupların iktidara gelmesini sağlamaktır. Ancak referandumun doğurduğu sıcak ortamda tek taraflı hareket etmenin yüksek risklerine karşı İran, hem Türkiye hem de Irak yönetimiyle eş güdümlü bir stratejiyi benimsemiş görünmektedir.