Bütün dünyadaki istihbarat birimlerinin ve hariciye bakanlıklarının, basın yayın ve düşünce kuruluşlarının üzerinde kafa yorduğu, ancak halen mahiyetine dair efradına cami, ağyarına mani bir tanımlama yapamadığı IŞİD’in, Libya’daki varlığını konu edinmek birçok açıdan zor bir konudur. Zira bu örgütün Usame Bin Ladin’den Abdullah Azzam’a, Ebu Muhammed Makdisi’den Ebu Kadade el-Filistini’ye hatta Reşit Rıza, Muhammed Abduh, Muhammed Abdulvehhab, İbni Kayyim Cevzi, İbni Teymiye ve dahi İmam Ahmed Bin Hanbel’e giden düşünsel arka planı halen Türk kamuoyu açısından tam olarak vuzuha kavuşmadı. Bunun yanında Soğuk Savaş’tan çok kutuplu dünyaya, Afgan cihadından ABD’nin Afganistan işgaline, Irak işgalinden Arap devrimlerine kadar dünyada ve bölgede yaşanan önemli dönüşümlerle uzanan örgütsel kökleri halen cevabını aradığımız sorular arasında. Dünyanın her yerinden bunca insanının, para ve silahın nasıl mobilize edildiği de Türkiye kamuoyu açısından bir soru işareti olma özelliğini koruyor. Bu nedenle IŞİD’i konuşmak dahi çok ciddi zorluklar barındırırken, IŞİD’in Libya yapılanmasını anlamak çok daha zordur.

Selefiliğin Dört Hali

IŞİD, kendini Selefiliğin bir tür yorumuna dayanarak meşrulaştırmaktadır. Öyle ki Türkiye ve dünya kamuoyunda yer yer Selefilik IŞİD ile özleştirilmektedir. Ancak IŞİD Selefiliğin bir yorumunun, birçok örgütlü halinden yalnızca biridir. Selefilik bütün Arap dünyasında hatta bütün İslam âleminde dört ana başlık altında toplanabilir.

Birincisi; ilmi ve tebliğci Selefilik ki; “gerçek İslam”’ı ilmi bir metotla tebliği etmek ve siyasete karışmamak yöntemini benimsemiştir. Bu akımın teorisyenliğini Suudi Arabistan’da Abdulaziz Bin Baz, Muhammed Bin Salih Useymen, Fas’ta Muhammed Bin Abdurrahman el-Magravi, Ürdün’de Şeyh Nasuriddin el-Bani gibi isimler yapmaktadır.

İkincisi; birinci akımın daha sağında duran “gerçek İslam”’ı ilmi metotla tebliğ etmenin yanında “ulu’l emre” itaati yani mevcut siyasi otoriteye itaati savunan ve İslami eğilimli siyasi partileri, özellikle Müslüman Kardeşler hareketini tekfir eden akımdır. Bu akımı Suudi Arabistan’da Muhammed Bin Amman el-Cami, Yemen’de Mukbil Bin Hadi el-Vadi’i, Cezayir’de Abdulmalik Bin Ramazan el-Cezayiri, Mısır’da Muhammed Said Raslan ve Lübnan’da Abdulhadi Vehbi gibi isimler temsil etmektedir.

Üçüncüsü; Selefi düşünceyi sosyal ve siyasal aktivizmle harmanlayan “Ilımlı Selefik”tir. Siyasi reform ve barışçıl değişime inanan bu akım, parti kurma fikrine ve demokratik kurallara göre (araçsal da olsa) hareket etmeyi uygun bulmaktadır. Mısır’daki Nur Partisi ve partinin arkasındaki Selefi şeyhler bu akımı temsil etmektedir.

Dördüncüsü ise, cihatçı Selefiliktir ki Afgan cihadı ile olgunlaşmaya başlamış, Irak işgali ve Suriye’de iç savaşla zirveye ulaşmış el-Kaide ve IŞİD ile dünya kamuoyunun gündemine oturmuştur. Abdullah Azzam, Ebu Muhammed Makdisi, Ebu Kadade el-Filistini bu akımın ön plana çıkan isimleridir.

Libya Selefiliği

Arap dünyasındaki Selefi akımların Libya’da da takipçilerinin olduğunu söylemek mümkündür. Ancak bu dört akımın arasındaki sınırlar Libya’nın kendine özgü koşulları nedeniyle oldukça belirsizdir. Çünkü ülkede zayıf olan merkezi asker ve polis teşkilatının doğurduğu güvenlik zafiyeti, siyasi otoriteyi kaygılandırdığı için, siyasi otorite sık sık devrimi gerçekleştiren silahlı gruplara başvurmaktadır. Kendilerine bu şekilde meşruiyet atfedildiğini gören silahlı gruplar, Kaddafi’ye karşı verdikleri mücadeleyi de yücelterek taraftar toplamaktadırlar. Bu durumda doğal olarak, Libya’daki birçok dini ve siyasal birliktelik kendisini silahlı olarak yapılandırma yoluna gitmiştir. Silahlı gruplar ise siyasal olarak örgütlenme yoluna gitmiştir. Örneğin Kaddafi döneminde silahlı mücadeleyi savunan Selefi akımın önde gelen isimlerinden Abdulhakim Bilhac, el-Vatan partisini kurarak siyasete girmiştir. Kaddafi döneminde cihatçı Selefiliğin önemli figürlerinden olan ve uzun yıllar Ebu Selim cezaevinde yatan Abdulvehab Gayid (Ebu Yayha el-Libi’nin kardeşi) seçimlere girerek milletvekili seçilmiş ve siyasal alanda faaliyet göstermiştir. Ayrıca yine cihatçı Selefi eğilimli Muhammed el-Zehavi ise Binazi’de Ensar el-Şeria adlı silahlı milis grubu kurarak silahlı yöntemi benimsemiştir. Ancak İslami eğilimli siyasi gruplarla da ilişkisini koparmamıştır.

Bu bağlamda tebliğ yöntemini benimseyen ve siyasetten uzak duran Selefiliğin uzantılarının Libya’nın birçok kentinde mensupları vardır ancak Mısır ve Suudi Arabistan’da olduğu gibi güçlü temsilcileri bulunmamaktadır. Bu kişiler daha çok Arap dünyasında ön plana çıkan isimlerin görüşlerini yaymaktadır. Diğer taraftan Libya müftüsü Sadık el-Gıryani Sünni olmakla birlikte mutedil Selefi akımlar üzerinde manevi etkiye sahiptir. Ali Sallabi gibi Sünni alimler Müslüman Kardeşler ve siyasal Selefiliğin her ikisi üzerinde manevi etkiye sahiptir. Bu nedenle Libya’daki IŞİD varlığının uluslararası medyanın yansıttığı şekliyle, islamcı ve liberal karşıtlığı üzerinden izah edilmesi mümkün değildir. Hatta Libya’daki silahlı grupların her biri çok farklı etkenlerin bir araya gelerek oluşturduğu karmaşık yapılardır. Bir uluslararası televizyon kanalının kullandığı “Trablus’taki İslam yanlısı hükümet” cümlesinin basit mantık kurulları ile izah edilebilecek hiçbir tutarlılığı yoktur.

Libya’da IŞİD

Hal böyle olunca Libya’daki (hatta İslam dünyasındaki) bütün Selefi akımları IŞİD’ci olarak nitelemenin doğru olmadığı ortaya çıkmaktadır. IŞİD, Selefiliği kendine özgü yorumlayan, örgütsel yapısı kendinden önceki örgütlerden farklı olan ve uluslararası angajmanları el-Kaide gibi seleflerinden farklı olan bir yapıdır. Libya’da güçlenmeye başlaması ise Kuzey Afrika’daki el-Kaide liderlerine yönelik operasyonlarla aynı tarihe denk gelmektedir. Çünkü herkesin malumu olduğu üzere IŞİD, el-Kaide’nin müessis lideri Usame Bin Ladin’in, cesedinin dahi gösterilmeden öldürülmesinin ardından güç kazanmış, Ladin ise Afgan cihadının manevi lideri Abdullah Azzam’ın ölümünün ardından güç kazanmıştır. Şu anda ise Kuzey Afrika’daki el-Kaide liderlerine yönelik ABD ve Fransa operasyonları sonucunda IŞİD gün geçtikçe güç kazanmaktadır. Örneğin Kuzey Afrika el-Kaide örgütünün en önemli isimlerinden biri olan Cezayir asıllı Muhtar Bil Muhtar’ın Libya’da gerçekleştirilen bir ABD operasyonu sonucu öldürüldüğü uluslararası basına yansıdı. Daha sonra bu iddia örgüt tarafından yalanlansa da Muhtar’ın bu saldırıdan sonra sesli ya da görüntülü bir kaydı basına servis edilmedi. Bölgedeki askeri uzmanlar Muhtar’ın ölümün Libya özelinde ve Kuzey Afrika genelinde IŞİD yapılanmasının önünü açacağını iddia ediyorlar.

IŞİD’in Libya’da en güçlü olduğu kent Sirte kenti, yani Kaddafi’nin kentidir. Ancak burada güçlü olmasının nedeni ideolojik değil, teknik koşullardır. Çünkü Sirte Kaddafi’nin kenti olduğu için devrimden sonra kentin silahlanmasına mani olunmuştur. Devrimden sonra bütün kentler silah depolayıp, milis birlikler oluştururken Sirte bu noktada zayıf kalmıştır. O nedenle IŞİD’e bağlılığını açıklayan ve tam olarak arka planları tespit edilemeyen bir grup kentin kontrolünü el geçirmiştir. Yoksa kent ahalisi IŞİD’in ideolojik arka planına sahip değildir. Aksine IŞİD’den kurtulmak istemektedir. Ancak bunun için silahlanması gerekmektedir, ya da dışardan destek almalıdır. Halife Haftar’a bağlı “Onur Operasyonu” güçleri Sirte ile aynı dalga boyunda Libya siyasetini okusalar dahi, Haftar’a bağlı birliklerin coğrafi olarak Sirte’ye yardıma gelmesi mümkün değildir. Misrata, coğrafi açıdan Sirte kentine daha yakındır, bunun yanında Sirte IŞİD’i Misrata’ya taciz saldırıları düzenlemektedir. Bu durumda Misrata, Sirte halkına IŞİD’e karşı yardım edebilir mi? Edemez, çünkü Sirte kenti ahalisi Misrata kenti ile rakip arka plana sahip olduğu için, Misrata’nın IŞİD ile mücadele için Sirte’ye yürümesi durumunda kent ahalisinin IŞİD’e yardım edebileceği kaydedilmektedir. Bu nedenle IŞİD, kent ahalisi tarafından benimsenmese dahi konjonktürel nedenlerden ötürü Sirte’de duruma vaziyet etmektedir. Yani IŞİD zaten mevcut olan bir sorunun kendini farklı bir forma ifade etmesidir, sunidir.

IŞİD’in güç kazanmaya çalıştığı bir diğer kent is Derne’dir. Derne kenti, Sirte’nin tersine ülkenin doğusunda Halife Haftar’ın daha güçlü olduğu bölgede yer almaktadır. Ancak, başta cihatçı Selefilik olmak üzere, Selefiliğin bütün tonlarının güçlü olduğu bir şehirdir. Bu nedenle Halife Haftar 2014 Şubat’ında darbe girişimde bulunduğu günden bu yana Halife Haftar karşıtı kampta yer almıştır. Derne’de bir grup, bu senenin ilk aylarında, kent merkezinde IŞİD’e bağlılığını ilan etmiştir. Ancak kentin yerel unsurları bu gruba biat etmeyerek bu gruba karşı harekete geçmiştir. Son günlerde ise Derne’deki irili ufaklı milis birlikler “Derne Devrimcileri Şura Meclisi” adı altında birleşerek Derne’deki IŞİD yapılanmasına karşı harekete geçmiştir. Bu ismin özel bir anlamı var çünkü Bingazi’deki Haftar karşıtı gruplar “Bingazi Devrimcileri Şura Meclisi” adı altında toplanmışlardı. Yani Derne’deki gruplar hem IŞİD’e hem de Halife Haftar’a karşı mücadele ettikleri mesajını vermek istemektedir. Bu hafta itibariyle Derne ve etrafında IŞİD ve Şura Meclisi arasındaki çatışmalar devam etmektedir. Ancak yerel güçler IŞİD’e karşı üstünlüğü elde tutmaktadır. Uluslararası basın kasıtlı bir şekilde Halife Haftar’ın IŞİD’le mücadele ettiği şeklinde bir resim çizmektedir.

Libya’nın güneyi, başta Fransız medyası olmak üzere, uluslararası medyada radikal İslami yapıların merkezi üssü olarak yansıtılmaktadır. Şimdiye kadar IŞİD’e biat ettiğini ilan eden bir grup çıkmadı. Ancak bölgedeki siyasal, sosyal ve güvenlik alanında yaşanan kırılmaların radikal/Selefi İslamcılık temelinde izah edilmesi mümkün değildir. Çünkü Kaddafi’nin devrilmesinin ardından Arap ve gayrı Arap unsurlar kabile temelinde örgütlenip sınır-aşırı ilişki ağlarını da kullanarak tahkim edilmiş alanlar oluşturmuşlardır. Bu bağlamda Mali ve Nijer’in kuzeyindeki soydaşlarıyla kabilevi bağları olan Tuaregler, Çad ve Nijer’in kuzeyindeki Tebu gruplarıyla kabilevi ilişkileri bulunan Tebu grupları ve Arap olan Süleymanoğluları arasında güç mücadelesi yaşanmaktadır. Taraflar bölge ve sınır kontrolünü ele geçirmek için giriştikleri mücadelelerde birbirleri aşırı İslamcı olarak niteleyebilmekte, ulusal ve uluslararası basına bu yönde demeçler vermektedir. Bu nedenle IŞİD’in bölgede tutunabilmesi ancak bir grubun diğer gruplar karşısından uluslararası ağa dahil olma girişimi şeklinde gerçekleşebilir. Ya da küçük bir grubun büyük gruplara karşı güç devşirme girişimi şeklinde gerçekleşebilir. Aksi takdirde IŞİD’in bölgede tutunması mümkün olmayacaktır. Belirtilen şekillerdeki bir girişim ise bölgede zaten var olan çatışmaların yeni bir forma sokulmasından başka bir anlam taşımayacaktır.

Bu nedenle IŞİD denilen örgüt ve bölgedeki takipçileri, asılında bölgede var olan çatışma ve kriz alanlarının yeni bir formda kendini göstermesidir. Bu formu ve tanımlama biçimlerini uluslararası basın yayın organları ve düşünce kuruluşlarının tayin ettiğini gözlemlemekteyiz. Aynı durum Libya için de geçerlidir, yukarda bahsettiğimiz üzere Libya’da mevcut kriz alanlarının kendine özgü ve neden ve sonuçları vardır. IŞİD, mevcut sorun ve çatışmanın, uluslararası basının bölgedeki çatışmayı izah etmek için kullandığı kavramsallaştırmanın bölgesel aktörler tarafından taklit edilmesinden ibarettir. Bu durum uluslararası analiz merkezlerinin de işine gelmektedir, çünkü yerel ve kendine özgü parametrelerden kaynaklanan lokal sorunlar yerine, “İslamcı” ve uluslararası bir tehdit, kendi saflarını tahkim etmek için daha cazip gelmektedir. Yoksa bin yıldır Sunni/Maliki ve Sufi olan bir coğrafyanın İslam’ın suni ve şiddet temelli bir yorumu üzerinden kendini tanımlaması gayrı makul bir durumdur.