Beyaz Saray’a çıktığından beri belki de ABD tarihinin en ihtilaflı ve en zengin başkanı olan Donald Trump, Batı merkezli bazı dev küresel çıkar guruplarıyla ve hükümetlerle anlaşmazlık yaşıyor. Trump’ın her yurt dışı ziyareti akabinde gittiği yerlerde bölgesel krizler gündeme geliyor. Bunların başında Haziran 2017’deki Riyad gezisi gelmektedir. Riyad’da temeli atılan ABD’nin yeni Ortadoğu politikası girişimi, bir taraftan Suudi – BAE ittifakını tahkim ederken diğer taraftan bu ittifaka karşı olan bölgesel ülkeler arasında çatlak oluşmasına yol açtı. Bu ortamda Trump’ın damadı ve Yahudi lobileriyle yakın temas halinde olduğu bilinen Jared Kushner, adeta gölge dışişleri bakanı gibi hareket ederek Ortadoğu ülkeleriyle gizli görüşmeler yaptı.
Kushner’ın bu diplomasisinde çok dikkat çekici iki nokta göze çarpmaktadır. Birincisi, Arap-İsrail savaşını sona erdirip bölgede yeni bir düzeni başlatma iddiasındaki “Yüzyılın Antlaşması”nın (burada “Büyük Antlaşma” olarak ifade edilecektir) masaya yatırılması olmuştur. İkincisi ise Büyük Antlaşma’nın tarafları olan İsrail, Suudi Arabistan ve BAE’nin Ortadoğu’daki coğrafi konumlarına bakıldığında Basra Körfezi’nden Akdeniz’e uzanması muhtemel bir enerji hattı için gerekli harita bütünlüğünün sağlandığı göze çarpmaktadır. Bu hat, İran ve Katar arasındaki bölgede bulunan zengin tabii gaz kaynaklarını Suudi Arabistan – Ürdün – İsrail ve Lübnan üzerinden Akdeniz’e bağlamayı hedeflemektedir. Zira Arap Baharı Projesi ile Suriye haritası bu maksatla kullanılamayınca ABD’nin Ortadoğu’da yeni bir oyuna başlaması gerekli görülüyordu. Peki, eğer böyle bir hat üzerinden ismi geçen ülkeler arasında ekonomik işbirliği ve siyasi ittifak oluşturulursa arada kalan ülke hangisi olacaktır? ABD’nin diğer küresel müttefikleri bu projeyi destekliyor mu? Nitekim Büyük Antlaşma’nın jeopolitik değeri icabı Ürdün’ün bu haritaya dahil edilmesi elzemdir. Ancak Amman’ın henüz Tel-Aviv, Riyad, Abu Dabi ile uyumlu bir ortaklığa girişmesi gerçekleşmemiştir ve bu durum Ürdün’ün gelecekte bazı sıkıntılarla karşılaşma ihtimaline işaret etmektedir. Mamafih İngiltere ve Fransa da şimdilik Büyük Antlaşma’ya temkinli yaklaşmaktadır.
Trump Ailesinin Küresel İlişkileri ve Ortadoğu’da Yüzyılın Antlaşması
Donald Trump, seçim propagandasında dış politikayı konuşurken Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağını söylemişti. Bu iddianın arka planına bakacak olursak kızı Ivanka’nın bağlantılarından başlamamız gerekir. Zira Ivanka Trump, bir süre önce Rothschild Ailesi’nin yeni neslinden Nat Rothschild ile özel bir ilişki içindeydi. Bu ilişkiden evlilik çıkmamıştı ve Nat ile ilişkisini kesen Ivanka, Nat ile teması olan Jared Kusner ile evlenmişti. Bazı görüşlere göre bu evlilik, baba Trump’ın şirketini ve siyaset işlerinin idaresini ele geçirmeye başladı. Trump, New York’tan Washington’a geçince danışmanlığını kızı ve damadı yapmaya başladı. Bu arada Donald Trump’ın 2017’de yaptığı Kudüs hamlesi de tam yüz yıl önce İngiliz Hariciye Vekili Balfour’dan Baron Lionel W. Rothschild’e yazılan mektupta ifade edilen Filistin’in Yahudi geleceğine destek sözüne benzetildi. Britanyalı siyasetçiler, Almanya’ya karşı savaşı kazanmak için Yahudi sermayesini daha fazla kullanmak adına Rothschild’e Doğu Akdeniz’de İsrail sözü vermek gerektiğine inanıyorlardı. Aradan geçen bir asırdan sonra Hıristiyan bir ABD Başkanı’nın da küresel siyasette bazı zorlukları aşmak için benzer şekilde Doğu Akdeniz – Basra Körfezi arasındaki bölgede radikal işlere girişmesi dikkat çekicidir. Trump’ın damadının yoğun temasları üzerinden Körfezli petrol şeyhlerinin İsrailli ve küresel Yahudi lobisiyle buluşturulması (yüz yıl sonra bu yönde atılan en büyük adım olduğu için olsa gerek) “Yüzyılın Antlaşması” olarak ifade edilmiştir. Suudi ve BAE liderliğiyle masaya oturduklarını her fırsatta açıkça ifade eden İsrail Hükümeti de bölgede açık ve radikal değişiklikler yapılacağını reklam etmektedir.
Araplar ve Yahudileri ortak çıkarlar üzerinde bir araya getirmek, bölgede Türkiye ve İran’ın kenara çekilmesi olarak anlaşılmaktadır. Bu minvalde Kudüs meselesini İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi vesilesiyle İstanbul’da dünyanın gündemine taşıyan ve ABD Hükümeti’nin hamlelerine meydan okuyan Türkiye, Ürdün ile benzerlik gösteren jeopolitik meselelerle karşı karşıyadır. Ürdün, henüz ABD ve Suudi Arabistan ile ortak zeminde buluşup İsrail ile anlaşamamıştır. Bu durumda ekonomisini kurtarmak için yeni ittifakları koz olarak kullanmak mecburiyetindedir.
Büyük Antlaşma Yeni Bir Haşimi – Suudi İhtilafı Doğurur Mu?
Arabistan Yarımadası’nda Suudilerin tarihi hasımlarından biri Haşimi ailesi olmuştu. Bugünkü Ürdün Kralı II. Abdullah’ın büyük dedesi Şerif Hüseyin, I. Dünya Savaşı akabinde Hicaz Kralı olduğunda Haşimiler Arap dünyasının liderliğini elde ettiklerini zannediyorlardı. 1919 Paris Barış Konferansı’nda Haşimi Hicaz Krallığı’nı Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal temsil etmişti. Burada Siyonistlerin yeni Arap krallığı ile pazarlık yaptıkları biliniyor. Siyonist temsilci Haim Weizmann ile Faysal arasındaki anlaşmaya göre Filistin’e Yahudi göçü için gerekli ortamın sağlanması karşılığında bölgedeki Arapların güvenliği için sözler verilmişti. Ancak İngiltere, Fransa ve bölgeye yeni gelen ABD’nin Ortadoğu siyasetindeki yeniliklere bağlı olarak Arabistan’daki denge değişmeye başladığında İbni Suud’un saldırılarına dayanamayan Hicaz Krallığı çöktü ve Haşimilerin kuzeye göç etmesi kaçınılmaz oldu. İngilizler, Haşimileri Fransızlara karşı Suriye’de kullanmak istedilerse de Fransa’nın kararlı duruşu buna engel oldu. Böylece Haşimiler Ürdün ve Irak siyasetinde rol aldılar. Haşimileri Hicaz’dan çıkaran Suudiler, çöldeki kabileleri Ürdün’e saldırmaya teşvik ettilerse de İngilizler Haşimi – Suudi gerginliğini kontrol altına aldılar. Ancak Amerikan petrol şirketlerinin Ortadoğu’da daha fazla pay almaya çalışmasıyla da alakalı olarak 1958’de Irak’ta yaşananlar sonucu bu ülkedeki Haşimi idaresi kanlı bir darbeyle sona erdirildi. Böylece Haşimilerin elinde sadece Ürdün Krallığı kaldı.
Ürdün, Ortadoğu’nun en istikrarlı ve güvenli ülkelerinden biri olarak bilinmektedir. Bu sebeple ülkemizden Arapça öğrenmek için yurt dışına giden öğrencilerin neredeyse büyük bir kısmı bu ülkeye gitmiştir. Ancak son yıllarda Irak ve Suriye’de yaşanan gelişmeler ve DAİŞ’in oluşturduğu güvenlik sıkıntıları Ürdün’ün iktisadi hayatını etkilediği gibi bu ülke ABD’nin yeni bölge politikalarına bağlı milli güvenlik meseleleriyle karşılaşmaya başladı. Ülkede gittikçe artan hayat pahalılığı yüzünden iktidar aleyhindeki söylemler artmaya başladı. Bu ortamda Suudiler bir kez daha Ürdün’e baskı yapıp bu ülkeye nüfuz etme imkânı ele geçirdiler.
Kushner’ın çabalarıyla Büyük Antlaşması’yı sağlamak için Riyad, Abu Dabi ve Tel Aviv arasında işbirliği hattı döşenmeye başlandığında ABD Hükümeti, Ortadoğu siyasetini İran karşıtlığı üzerinden yürütmeye başladı. Ancak Ürdün’ün Arap – İsrail antlaşmasında küçük bir peyk halinde konumlandırılmak istenmesi, Filistinli kalabalık bir topluluğa ev sahipliği yapan Ürdün’de iktidarın işine gelmedi. Bu duruma endişeyle bakan Amman’da, Irak üzerinden İran ile ticaret geliştirmeye sıcak bakılıyor. Ancak hedeflenen yeni dönemde bölgesel liderliğe oynayan Suudi – BAE ittifakı, Katar meselesinde olduğu gibi Ürdün’ün İran ile yakınlaşmasına endişeyle bakıyor. Hatta İstanbul’daki zirveye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davetlisi olarak iştirak etmeden önce Riyad’ı ziyaret eden Kral Abdullah’ı Suudilerin iyi karşılamaması, aslında Ürdün’e karşı Körfez’deki bakışı açıkça gözler önüne seriyor. Abdullah, Riyad’dan sonra İstanbul’a geçerken Ürdün’ün ve Arap dünyasının Filistin asıllı en büyük iş adamlarından Sabih el-Masri, Riyad ziyaretinde Hariri gibi gözaltına alındı. Bu hamle, Kral Abdullah’ın İstanbul Zirvesi’ne iştiraki ve Erdoğan ile birlikte poz vermesini önlemek isteyen Suudi baskısı olarak yorumlandı. Mamafih aynı dönemde Abdullah’ın kardeşlerinin Suudi destekli bir darbeyle Amman’da iktidarı değiştirebilecekleri iddiasıyla gözaltına alındıkları haberleri ve bazı dedikoduların içeriği Amman’dan yapılan açıklamalarla yalanlansa da ortamın pek emin olmadığı belli oluyor. Bu ortam, 1949’da Körfez’deki enerjiyi Akdeniz’e bağlayacak olan Tapline boru hattı transit ücretinde anlaşmazlık yaşaması yüzünden Suriye’deki hükümetin maruz kaldığı CIA darbesini hatırlatmaktadır. Zira bugünkü “Büyük Antlaşma”da Ürdün, sosyo-ekonomik yapısının küçümsendiği ancak jeostratejik konumunun önemsendiği küçük bir uydu devlet olmayı şimdilik kabul etmeyerek bölgesel ve küresel ittifakların ortasında kalmaktadır. Bu durumda Ürdün’ün Türkiye, İran ve Katar ile birlikte Suudi – BAE baskılarına karşı direnç ortaya koyduğu görülmektedir.
Sonuç olarak, Suudiler, Lübnan Başbakanı Saad Hariri üzerindeki nüfuzlarını kullanarak Lübnan’ın Büyük Antlaşma’ya aykırı bir cephede yer alma ihtimalini önlemeye çalıştılar. Bu ortamda Hariri’ye bölgenin eski oyuncularından Fransa sahip çıkmıştı. Peki, Ürdün’e hangi ülke sahip çıkabilir? Ürdün’de ekmek fiyatları pahalılaşırken halkın iktisadi imkânları daralmaya başlıyor. Bu durumda Ürdün’deki stratejistler Suudi – BAE baskılarına karşı Ürdün’ün Katar gibi İran ile yakınlaşma kartına başvurmasını teklif ediyorlar. Bu, Ürdün’ün petrol şeyhleriyle makul bir pazarlık yapana dek kullanmak istediği bir kart da olabilir. Zira Haşimiler, bölge tarihinde Suudilerin tehdidiyle ilk kez karşılaşmadıkları gibi aslında pek yalnız da sayılmazlar. Ürdün Kralı’na İngiltere’nin desteği devam ettiği sürece Amman’da Kral Abdullah’ı devirmek veya ismi geçen antlaşmaya tabi olacak bir hükümet kurmak pek kolay olmayacaktır. Bu da İngiliz – Amerikan antlaşması sağlanmadan Ürdün’de Suudilerin darbe yapmalarının zor olacağını gösterir.
Yorumlar
Ciddi tespitler. Sizi tebrik ederim.
Teşekkür ederim.