Bizler akademik yayınlarda (bu makalenin başlığı gibi) nispeten yazıyı özetleyen uzun başlıklar atarız. Çoğu zaman heyecan vermeyen bu başlıklar genel okuyucu kitlesi için sıkıcı görünür. Çünkü burada maksat reytingi artıracak şekilde okuyucuya haber veya heyecan vermek değil, olaylara bilim penceresinden bakmaktır. Biz çoğu zaman bu olaylara pek çok sosyal bilimi bünyesinde tutan siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler açısından bakıyoruz.

Lakin medyada işler başkadır. Bir gazete-dergi editoryasının başlık atarken maksadı heyecan, reyting ve propaganda üçgeninde şekillenir. Buna da kısaca “yayın politikası” denir. Aşağıda ele alınan küresel yayın kuruluşlarının da elbette belli bir yayın politikası bulunmaktadır ve bu yayın politikasının Türkiye’yi nasıl gösterdiği, bu ülkeye biçtikleri rol açısından oldukça önemlidir.

Bu yazıda, 2023 Türkiye seçimleri öncesinde ve akabinde küresel yayın kuruluşlarının manşetlerini ele alarak bir anlamda akademik-medyatik iki farklı dili birleştiren kısa bir analiz sunulacaktır.

Akademik makale, ne kadar şüpheci bir dünyadan kopup gelen içerikle olayları ağırdan almak mecburiyetindeyse medya-gazete-dergi yazıları o kadar hızlı, çarpıcı ve hüküm verici olmak zorundadır. İşte bu “mecburiyet” akademik olan ile medyatik olan arasındaki esas çizgiyi oluşturuyor. Bu durumda “bilimsel tarafsızlık” gibi bir endişesi olmayan küresel/yerel medya, tek taraflı görüşleri yansıtma hakkını kullanıyor!

Mayıs 2023 seçimleri öncesi ve sonrası Türkiye’yi dünyaya tasvir eden Batılı haber merkezleri sahadan topladıkları haber/veriler ile manşetler atıp spotlar yazarak Türkiye’deki heyecan ve algıya sosyal medya dalgalarıyla nispeten tesir ettiler; ayrıca Türkiye’yi takip eden yabancılara da (iktidarın değişeceğine dair) bir beklenti sundular.

Peki, bu yayın organizasyonlarında haber toplayıcılar kimlerdi; editoryadakiler nasıl bir yol izledi?

Haber Toplayıcılar ve Editoryal İşler

Medyanın ne olduğu, neye hizmet ettiği ve nasıl çalıştığı eskiden beri çok tartışılır. Kenya’da yapılan bir çalışmada sektörün çalışanlarını şöyle tasvir ediliyordu: gazeteciler “avcı ve toplayıcı”; editörler de “kapının önündeki korumalar” gibi çalışan ekiptir.

Avcıların toplayıp getirdiği varlıklar kapının önüne yığıldığında buradaki korumaların seçtiği ürünler içeri alınır. Afrika geleneğinden modern dünyaya bakarak yapılan bu benzetme yerli dil ile modern dünyayı gayet güzel özetliyor.

Peki, medya ile propaganda kelimelerini bir araya getirip baktığımızda nasıl bir dünya çıkıyor? Elbette bu sorunun cevabı da pek çok açıdan tartışılır. Burada kısaca Fransız sosyal bilimcilerden Jacques Ellul ve Jean Baudrillard’a atıf yapmak yerinde olacaktır. Her iki mütefekkir de bir propaganda ve psikolojik harp devri olarak tarihe geçen Soğuk Savaş günlerinde olayları derinlemesine analiz ederek ün yapmıştı.

Jacques Ellul, propagandanın insan grupları üzerindeki etkilerine dikkat çeken çalışmasında, propaganda yöntemleriyle bir grup (cemiyet, cemaat, siyasi hareket) psikolojisine bağlı insanları derinden etkileme ve yönlendirmenin mümkün olduğunu örnekleriyle anlatıyordu. Ona göre insanlar kimliklerini ait oldukları gruplardan almaktadır ve bu grupların yapısı da propaganda ile şekillenmektedir. Aslında modern propagandanın maksadı çoğu zaman kitleleri kışkırtmak olduğu gibi, çoğunlukla topluluğa uydurmak ve entegre etmektir.

Jean Baudrillard ise, simülakra ve simülasyon olarak isimlendirdiği yaklaşımıyla modern toplumun gerçeklikten nasıl uzaklaştığına dikkat çekmektedir. Olaylar ile kişiler arasında aracı olan medya gerçeği yansıtırken adeta onu hayal dünyasına dönüştürmekte ve bunu seyreden toplum bir simülasyon alemine sürüklenmektedir.

Baudrillard, bunu izah etmek için 1991 yılındaki Irak savaşını canlı olarak yayınlayan bir Amerikan kanalını örnek verir. O kanalı seyrederken, savaşı oturma odamıza getiren yayın sayesinde birden orada sunulan dünyaya gider belki savaşı yakından hissetmekteyiz. Ama aniden kanalı değiştirip pizza reklamıyla karşılaştığımızda artık Irak’taki savaş bitmiş pizza merkezli başka bir dünya başlamıştır. İşte bizi kuşatan simülasyon alem böyle oluşmaktadır.

Baudrillard’ın simülasyon tezini daha anlaşılır kılan bir eser 1999’da Hollywood’dan çıkmıştı. Beyaz perdeye aktarılan ve bütün dünyada gösterime giren The Matrix isimli film, insanın gerçek dünya ile gerçeği temsil eden suni dünya arasında kalışını resmediyordu. Film, bugün iyice gündemimize oturan yapay zekâ ve dijital alemin gelecekte insanlığın zihnen simülasyonda yaşayan bir topluma döneceğini anlatmıştı.

Filmler, tezler ve yaşadıklarımız arasından bakarak böyle bir dünyaya gidip gitmediğimizi yıllardır devam eden tartışmalardır. Ancak bu yazının yazılmasına vesile olan ve yıllardır Türkiye’de yapılan başka bir tartışma konusu daha vardır. Bu da Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki hükümetin artık Türk seçmenden destek görüp görmeyeceği idi.

Mayıs 2023 seçimleri öncesinde yapılan muhalif yayınlar masaya yatırıldığında bunlara simülakra ve simülasyon penceresinden bakarak şu söylenebilir: küresel medyanın haber toplayıcıları ve bu organların editörleri, hakikat ile hayal arasında adeta Matrix gibi bir köprü kurmaya çalışmaktadır.

Küresel Yayıncıların Türkiye’ye Bakışı

Türkiye’de 1950’den beri yapılan demokratik seçimler her zaman önemli oldu. En azından seçmen de seçilen de böyle düşündü. Bu yüzden her seçim arifesinde “bu seçim öncekilerden çok daha önemli” denir. Hele bunu küresel basın dile getirince heyecan daha da artıyor. Mayıs 2023’te bu cümlenin İngilizcesini manşet yapan küresel yayın organı The Economist dergisi oldukça ses getirdi.

14 Mayıs 2023’teki seçime 10 gün kala The Economist dergisi “Erdoğan Gitmeli” başlıkla bir kapakla çıkmıştı. Derginin çoğu yazısında olduğu gibi bu yazıda da özel bir imza yoktu; yani yazı bir yazarın özel görüşü değil bir editoryanın özel görüşünü yansıtıyordu. Bu editoryaya göre, “Türkiye’nin bu seçimlerde Erdoğan’ı uzaklaştırması bütün demokratlara cesaret verecek” idi.

Bu manşetler ve spotlara Türkiye’deki bazı gazeteler sert tepki gösterirken bazıları bu İngilizce sesin Türkçesini memnuniyetle yayınladılar. Türkçe yayınlar muhalif seçmenin gözünde “artık küresel finansörler de bu iktidarı istemiyor” algısının oluşmasında önemli bir veri haline geldi.

Ellul’ün penceresinden bakarsak bu bir propaganda olarak değerlendirilse bile Baudrillard’ın penceresinden bakınca belki de bir simülasyon oluşmaktaydı. Gerçeklikten uzak anket sonuçları ve dış basında atılan manşetler Türkiye’deki muhalefeti bir simülasyon aleme sürüklüyordu.

Esasen The Economist dergisi çok uzun bir süredir Türkiye ve pek çok ülkede güçlü liderliğe itiraz eden yayınlar yapmaktadır. Dergi 2010’lu yıllarda Başbakan Erdoğan’ı sultan gibi göstermişti. Bu editorya geçmişte Amerikan Cumhuriyetçileri ve Rus lider Putin’i de oldukça kötü tasvir etmişti.

The Economist arşivine bakınca diyebiliriz ki ister Osmanlı devri olsun ister cumhuriyet Türk liderler bu derginin editoryal geleneğinde hep otoriter görülmüştür. Bu arşivde Cumhuriyet’in kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk otoriter bir liderdir; Sultan Abdülhamid de kötü bir lider olarak tasvir edilmiştir.

The Economist’in 1 Mayıs 1909’da “Abdülhamid’in Düşüşü” (The Fall of Abdul Hamid) başlığıyla yayınladığı yazı, İstanbul’da o gün yaşanan olaylar açısından dikkat çekicidir. Dergi editoryası 31 Mart olaylarından sonra Harekât Ordusu’nun İstanbul’a gelişini ve o günkü İstanbul’u ayrıntılı tasvir etmişti. Suriçi mahallelerinde, boğazda ve İstanbul’un farklı bölgelerinde yaşayanların görüşleri ve bu bölgelerde darbe gecesi yaşanan hareketliliği tafsilatlı şekilde yazmıştı. Hatta o günkü İstanbul’da iktidara ve hatta devlete muhalif olan grupların ve Sultan’a sadık halkın hangi bölgelerde yaşadığını belirtecek derecede toplumsal detaylar vermişti.

Daha geriye giderek arşivlerde başka yazılara bakıldığında İngilizlerin süper güç oldukları dönemin arşivlerinde İstanbul haberlerinin önemli olduğu rahatlıkla anlaşılacaktır. İngiliz basınının en eski kuruluşlarından The Times’ın 15 Ağustos 1878 tarihli baskısında Rus harbi sonrası İstanbul’daki halkın ve siyasi çevrelerin görüşleri (“The Feeling in Turkey” başlığıyla) yayınlanmıştı. Bu yayınlarda yerli ve yabancı haber kaynaklarının kullanıldığı anlaşılmaktadır. Günümüzde bu gelenek devam ediyor; yabancı basına bilgi sunan habercilerin çoğunun yerli olduğunu görüyoruz.

Amerikan Time, haftalık bir haber dergisi olarak 1923’te yayına başladı. Türkiye Cumhuriyeti’nden yaşça birkaç ay büyük olan dergi ilk sayılarından birinde (Mart 1923) henüz Türkiye’de cumhuriyete geçilmemişken Mustafa Kemal Paşa’yı kapak yaptı. Bu sayısında Boğaz’daki muhafazakâr geleneğe dikkat çekmişti.

Şubat 1927’de Atatürk’ü bir kez daha kapak yapan Time, bu kez Türkiye’nin Batılılaşmasını “TURKEY: Youth Going West” manşetiyle yayınlamıştı. Bu yazıda Mustafa Kemal Paşa’nın Mussolini gibi bir “diktatör” olduğunu ve Türkiye’deki muhafazakâr geleneği değiştirecek kadar güçlü olduğunu yazdı. Time, zamanla İnönü’den Erdoğan’a pek çok Türk lideri de benzer şekilde kapak yaparak belli bir bakış açısını ortaya koymuştu.

Tekrar 2023’e gelinecek olursa… 30 Nisan 2023’te Financial Times’taki bir yazı Almanya’daki Türk seçmenin Erdoğan’a desteğini yayınlamaktaydı. Bu nedenle Erdoğan Hükümeti’nin Almanya’daki seçmene çok önem verdiğinin altını çizen yazı, bu ülkede yaşayan Türk kadınların Erdoğan iktidarıyla neden gurur duyduklarını bazı sokak röportajları üzerinden aktarıyordu.

11 Mayıs 2023’te The Time’ın manşetlerinden biri (Türkçesi) şöyleydi: “Türkiye Seçimleri Erdoğan Devrini Sona Erdirebilir. İşte Bilinmesi Gerekenler!” Yazı; Türkiye’nin demokratik seçim ortamına sahip bir ülke olduğunu, anketlerde Kılıçdaroğlu’nun önde gittiğini ve kazanması halinde Türkiye’nin Avrupa’ya yaklaşacağını, enflasyon ve depremin Erdoğan’a kaybettirebileceği gibi birçok sihirli kehanette bulunuyordu. Aynı makale Erdoğan’ın kazanması halinde dünyada sağcı-milliyetçi ve “otoriter” liderliklerin cesaret kazanacağı gibi garip bir iddiayı da savunuyordu. The Economist’in Erdoğan karşıtı manşetine de atıf yapan yazının, biraz da onun gölgesinde büyümüş bir yazı olduğu anlaşılmaktaydı.

Aynı tarihli The Time’ın bir diğer manşeti ve sunduğu içerik bu kez Erdoğan’ı adeta kadın düşmanı olarak tasvir ediyordu. “Önceki Seçimde Erdoğan’a Oy Veren Muhafazakâr Kadınlar Bu Seçimde Onu Desteklemiyor” mealinde çevrilebilecek olan yazı, büyük muhafazakar kadın camiasını temsil etmekten ziyade, marjinal bir grubu merkeze alan görüşleri köpürterek Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden uzaklaşmasını ve hastanelerde kürtajın rahatça yapılamamasını örnek olarak gösteriyordu.

Birinci tur seçimlerin bitmesi sonrasında 26 Mayıs 2023’te The Time’ın manşeti bu kez “Erdoğan’ın bir şahsiyet kültü olduğunu ve seçmeni nasıl cezbettiği” üzerine kuruluydu. Manşetin altındaki yazı Türkiye’den muhalif bir gazetecinin olaylara yaklaşımını yansıtıyordu. Yazı, Erdoğan’ın kadınlara üç çocuk doğurmasını tavsiye etmesinden milliyetçi ve muhafazakâr kimliklere hitap etmesine kadar uzanan noktalara temas ederek kendince Batılı değerlere aykırı bulduğu unsurlar üzerinden saldırısını yapıyordu.

Bu arada seçimlerin ikinci turu yapılıp nihai sonucu açıklandığında (28 Mayıs günü) BBC’nin manşeti şöyleydi: “Erdoğan: Türkiye’nin 20 Yıllık Muazzam Lideri”. Spottaki cümlelere göre Erdoğan, Atatürk’ten beri Türkiye’nin gördüğü en güçlü liderdi ve ülkeyi değiştiriyordu. Alt satırlardaki tespitlere göre, Türkiye’nin kamu alanlarında görünmesi adeta yasaklanmış muhafazakâr kadınların kılık kıyafetine getirdiği hürriyet Erdoğan’a dikkat çekici bir destek sağlamıştı.

The Economist 28 Mayıs’taki yeni başlığında “Erdoğan Yeniden Cumhurbaşkanı Seçildi” yazmış ve Türkiye’deki muhalefetten daha üzgün bir üslupla şu spotu kullanmıştı: “Ülkede demokrasiyi toparlamak için on yılda ele geçen en iyi şans kaybedilmiş oldu.” Bu spotun altında yorum yapan dergi editoryasının tespiti ayrıca önemliydi. Bu tespite göre, Erdoğan’ın artık eskisi gibi popüler olmadığını ve 2023’te kesin kaybedeceğini iddia edenler gerçeği görememiş, abartılı hayallere dalmışlardı. Derginin simülasyona düşmekle suçladığı kesim sanki Türkiye’deki muhalif haber kaynakları ve bu verilerle analiz yapan bazı Batılı analistlerdi.

30 Mayıs 2023’te The New York Times’taki bir manşet Batılı gazetecilerin dar bakış açısını yansıtacak şekilde diğer dinamikleri göz ardı eden bir üslupla Türkiye seçimlerini kadınların tercihine bağladı. Manşet (Türkçesi) şöyleydi: “Erdoğan’ın Zaferinin Temeli: Dindar Muhafazakâr Kadınlar”. İkinci tur seçim sonuçları açıklandığında yayınlanan bu yazıda Erdoğan’ın muhafazakâr kadınlardan büyük destek gördüğünün altı çizildi. Tespitlere göre, muhafazakâr kadınlar Erdoğan iktidarıyla sosyalleşmiş ve topluma açılmışlardı; bu yüzden ona büyük destek veriyorlardı.

Yukarıda muhafazakar kadınların Erdoğan’dan uzaklaştığını yazan The Time’ın mı yoksa Erdoğan’ın zaferinin aslında muhafazakar kadınların zaferi olduğunu yazan The New York Times’ın mı Türkiye’yi daha iyi anladığını okuyucunun takdirine bırakıyorum. Ama her iki yayın organının da var olan Türkiye’den ziyade, hayallerindeki Türkiye’yi yazdığına kuşku yoktur. Ama onları bu şekilde düşünmeye sevk eden yerli kaynakların rolü de unutulmamalıdır.

Haber Toplayıcı Yerliler ve Küresel Editorya

Küresel medyanın Türkiye haberlerinde bilgi çoğu zaman Türk gazeteci ve akademisyenlerden elde edilmektedir. Bunu Reuters haber ajansı gibi kuruluşların Türkiye haberlerinde görmek mümkündür. Ajansın web sayfasındaki “Turkey News Headlines” kısmında yer alan ve seçimleri kritik eden haberlerin çoğunda Türk vatandaşların imzası bulunmaktaydı.

Diğer birçok uluslararası medya kuruluşunun İngilizce web sayfasında Türkiye’de dair siyasi haber analizlerinde Türk vatandaşlarının imzası bulunmaktadır ve bu Türk haber toplayıcıların neredeyse tamamına yakını iktidara muhalif olan kesimlerden oluşmaktadır.

Küresel basın yayın kuruluşlarının genel stratejileri genellikle diğer ülkelerdeki iktidarlara baskı yaparak istedikleri ayarı verme üzerine inşa edildiği için, bunu hükümetin resmi açıklamalarından çok muhaliflerin görüşlerine yer vererek yapmaktadırlar. Bu durum, normal koşullarda demokratik bir denge oluşturma açısından iyi bir politika olmakla birlikte Türkiye seçimleri öncesinde olduğu gibi, iktidarı değiştirme amacına dönük olunca ters tepmesi kaçınılmaz hale gelmektedir.

Bu sonuçlar küresel yayıncıların manşetleriyle birleştirilip günlük haberlerde halka sunulunca iki ters etkiye yol açmıştır:

  1. Muhalif seçmenin ve çevrelerin gözünde iktidarın artık sona yaklaştığı heyecanı uyandığı için “artık gidiyorlar bunu herkes görüyor” algısı ve inancı oluştu.
  2. Hükümet bu dış haberleri bir “dış saldırı” olarak gösterip kendine sadık kitleyi ve milliyetçi seçmeni kenetlenmeyi başardı.

Yerli anketler ve haber toplayıcıların bir araya getirip yığdığı veriler küresel editoryanın sunumuyla inşa edilen bir simülasyon dünyasında kullanıldığı için bu durum iktidar seçmeninde “seçim kaybetme korkusu”, muhalif seçmende ise “büyük umut” oluşturmuştu. 28 Mayıs 2023 günü büyük simülasyon sona erip simülakrum perdeler aradan çekilince sahnedeki hakikati gösteren halkın çoğunluk iradesi ortaya çıktığında herkes adeta şoka uğramıştı. Bu safhada iktidar seçmenindeki “seçim kaybetme korkusu” yerini büyük kutlamalara, muhalif seçmendeki “büyük beklenti” yerini büyük hayal kırıklığına bıraktı.

Ellul’ün bahsettiği propaganda yöntemleriyle bir grup (cemiyet, cemaat, siyasi hareket) psikolojisine bağlı yaşayan insanları derinden etkilemek ve yönlendirmek mümkündür. Türkiye’deki seçimler konusunda anketler üzerinden yapılan yayınlar ve tahminler simülakrum oluşturmuş ve klişe söylemler üzerinden yeni siyaset inşa edilmeye çalışılmıştır.

The Economist ve Financial Times gibi yayın organları olayları daha ziyade enflasyon ve finans merkezli para politikaları üzerinden ele alırken The Times ve benzeri gruplar jeopolitik açıdan bakmış ve yeni dönemde Erdoğan ile iş yapma mecburiyetine istemeden de olsa kabullenmişlerdir.