2018 yılına girerken pek çok kişi, Amerika’nın Irak’taki varlığı ve İran ayaklanmalarındaki tutumunun nasıl olacağını sorgulamaktadır. Aynı şekilde Körfez ülkelerinin gelecekleri konusunda İran ve ABD ilişkileri temel endişe kaynağı haline gelmektedir. Bu durum birçoklarının Amerikan siyasetçilerini eleştirmesine sebep olmaktadır. Temel olarak, “Amerikan idaresinin müttefikleri ile birlikte İran’ın nükleer silah üretmesini yasaklaması mümkün olabilecek midir?” suali akla gelmektedir. Öte yandan İran’dan bölgeye müdahaleden uzak durmasının ötesinde açıkça istenen şey de budur.
İran’ın oldukça uygun görülen açıklamalarına ve yaklaşımına rağmen aynı zamanda mutaassıp dini anlayışa da sahip olduğu da görülmektedir. Öte yandan dini fanatikleri durdurmak kolay bir iş değildir. 2017 yılının sonları ve 2018 yılının başlarında İran’da iç karışıklık ortaya çıkınca çoğu kimse İran rejiminin sonunun geldiğini düşündü. Ancak uzmanların çoğu, bu yöntemin bölgedeki ideolojik İslam’dan kurtulmak için 5-10 yıl kadar sürecek uzun bir zaman alacağını ve belki de pek çok kargaşaya ve kan akmasına neden olacağını düşünüyorlar. Demokratik sistemlerde ittifak gerekli değildir. Ancak öyle ya da böyle bir şekilde ortaklık esastır. Bu yüzden ABD, bugün müttefikleriyle ve hatta düşmanlarıyla bile küresel sorun olarak düşündüğü bir meselenin önemi ve çözümü noktasında iş birliği yapmak için görüşmelerde bulunabilmektedir.
Irak’taki savaştan açıkça bahsetmeden, İran’daki yönetimin ve siyasetin geleceğine dair bir ön görüde bulunmak mümkün değildir. 2017 yılının sonlarında Irak’taki ölü sayısının 14 binden fazla olduğu veya her ay binden fazla kişinin öldüğü düşünülürse; bu oranlar Irak’ta savaşın hala bitmediğini gösteriyor. Buna karşılık ölü sayısı birkaç kişiyi aşmayan İran olaylarını ise, intifada veya devrim olarak isimlendirmemiz mümkün değildir.
İran’daki ayaklanmaların etkisi, Irak’taki Şii merkezlerinin daha da bölünmesine yol açmak veya hali hazırda İbadi yönetiminde görülen esnetilmiş diktatörlük gibi olası iki yola götürmektedir. Kendisinin zayıf bir yönetici olduğu da düşünülen İbadi Irak’ta geçmişte ceryan eden olayların sorumlusudur.
İbadi, orduyu denetim altında tutmayı başarmıştır. Yönetimi boyunca Irak’taki Amerikan özel kuvvetleri tarafından eğitilen ve donatılan terörle mücadele birlikleriyle güvenlik konseyini ve özel komandolar birliğini de kontrol altına almıştır. Diğer yandan İbadi gelecek seçimlerde başarısız olursa, kırılgan bir koalisyon hükümet kurulacaktır. Hatta bölünmeye müsait bu koalisyon kurulsa bile bazı müttefikleri mezhepçiliği temsil edeceklerdir.
Ancak burada bütün mesele, Irak’taki Şiiler, güvenliğe susamış durumda ve öyle sanıyorum ki yeni çatışmalara da daha iyi silahlarla donanmış yeni bir Saddam’a hayır demezler.
Ülkenin geleceğini demokratik görüşmeler yoluyla siyasi çözümlerin belirleyeceği temennisine katılmak isterim. Fakat bu esnetilmiş diktatörlüğün, aynı zamanda bazı insanlar için bir nefreti de doğurması muhtemeldir. Diğer yandan siyasi görüşmeler yoluyla çözümlenmesi gereken bütün anlaşmazlıklar etrafında ittifak sağlamak gerçekten çok zor. Çünkü bu görüşmeler esnasında kaos oluşabilir.
İran’ın Irak’taki olaylar karşısında yapabileceği çok şey var çünkü hala bölgede -özellikle Şiiler üzerinde- hissedilir bir gücü bulunmaktadır. Bana öyle geliyor ki İran olaylarından sonra Irak’taki Şiilerin geleceği hakkında konuşacağız. İran’ın Irak’ı işgalinden yıllar sonra hiç kimse, esnetilmiş diktatörlüğü getiren seçimlerden bahsedileceği ve bir noktada seçimlerin biterek bir daha konuşulmayacağını asla düşünmezdi.
Ben her 4 yılda bir veya Iraklıların tercih ettiği herhangi bir zaman diliminde seçimlerin yapılması zaruretine inanmıyorum. Ancak böyle bir yumuşama olacağını ve düzenin devam etmesi ve istikrar için bu özleme benzer bir uygulama olacağına inanıyorum.
Bu durum, 90’lı yıllarda ABD’nin Rusya’da demokrasi öne sürerek kaos yaratmasına ve Sovyet Rusya’nın çöküşüne zemin hazırlamasına benzemektedir. Bu olayın akabinde ülke daha esnek bir düzenle yönetilmeye başlandı ve halk sisteme alıştırıldı. Şimdi Rusya’nın başında seçilmiş Çar Putin bulunmaktadır. Ancak bu da otokrasinin bir çeşididir ve öyle sanıyorum ki Irak’ta da benzer bir durum yaşanacak gibi görünüyor.
Şiiler, pek çok kişinin ölümüne sebebiyet verecek kaos ortamının Irak’ta da yaşanarak Sovyetlerden sonra Rusya’da olduğu gibi bölgenin yok olmasını istemiyorlar. Orta sınıfın çoğunluğu, bölgede umdukları gibi bir demokrasi ortamının sağlanmasını istemelerine rağmen Amerika ise bölgenin şimdiki gibi kalmasını istiyor. Ancak Iraklı Şiilerin, güvenlik hususunda aynı genişlikte bir anlayışları var mı?
Ben durumun kısmen Şii liderinin makam sahibi olmasına bağlı olduğunu düşünmekteyim ve zaten daima bir Şii başbakan olacaktır. Şii lideri de kendisi için böyle bir gücü istemekte ve böyle isimlendirilmesini beklemektedir. Öte yandan Amerikan kuvvetlerinin yanlarında kalmasını isteyen bazı Şii liderler de bulunmaktadır. Bu Şii liderler, ABD’yi bölgede sadece kendilerinin demokratik kazanımlarını korumak için değil, aynı zamanda İran’a karşı bir izolasyon perdesi olmaları için de istemektedirler. Çünkü onlar, İran ve ABD arasında arabulucu olma yolunda ve Şii liderlik yolunda ilerleyen Irak’ın İran’dan uzak olmasını istiyorlar. Zira bu nedenle Irak binlerce Amerikan kuvvetlerinden bazılarını kabul etmek zorunda kalacak..
Benim için tehlike arz eden asıl mesele, İran’daki ayaklanmaların Irak Şiileri üzerindeki etkisinin ne olacağı hususudur. Gerçek anlamda Şii merkezleri, Necef ve Kerbela bölgeleridir. Bu nedenle Şii liderlik de mutlaka onlara dönmelidir. Ayrıca taklid edilen merce olarak Sistani, dünyadaki Şiiler arasında en güçlü olanıdır. Iraklı Şiiler, gelecek dönemlerde yaşanacak ayaklanmalarda İran’ın kendileri için bir yük haline gelmesini istemiyor. Bu nedenle de onlar, özellikle geçtiğimiz senelerde bölgedeki Şii terör faaliyetlerinin ana finansörünün Irak Şia’sı olduğunu ve Irak Merkez Bankası kanalıyla satışların doğrudan doğruya küresel finans ağında faaliyet gösteren beş Şii bankasına gittiğini öğrendiğinde İran’dan kurtulmak için çaba gösteriyor.
Bu anlamda İran’a karşı bu küçük izolasyon oradan gelen tehdit algısını azaltacak ve hem ABD ve İran arasında hem de Sünni Araplar ve İran arasında arabulucu konumunda olan Şii liderlerin de liderlik rolü oynamasına izin verecektir. Zira Irak Şiileri de Arap’tır.
Öte yandan İran’daki bu ayaklanma, Iraklı Şiiler için dini ve siyasi alanda Şii dünyasındaki liderliği geri alma fırsatı verecektir. Aslında Irak’ın istikrarlı ve makul bir siyasi varlık olarak ortaya çıkması gerekir. Zira onun istikrarsızlığı komşularının da istikrarını bozar. Ama Irak aynı zamanda bölgede kalkınmanın olumlu bir gücüdür.
Şimdiye kadar İranlıların, olası bir savaş durumunda ABD’ye karşı kullanabileceği istihbarat bilgilerine sahip olduklarını gördük. Arap aleminde İran’ın en büyük komşusu Irak’tır. Fars ülkesi veya Irak ya da Babil diye isimlendirilen ülkelerin 3000 yıl boyunca stratejik rekabeti bugün iki ülke arasında olduğu gibi hep bu çerçevede gerçekleşmiştir.
Geçmişte bir ittifak veya ortaklık oluşturmayarak ağır bedel ödeyen iki ülke arasında hala birbirlerine karşı tarihi bir mirastan gelen anlaşmazlıklar bulunmaktadır. Bunun bir örneği ise, her iki taraftan da sivil kayıplarına ve bir milyondan fazla kişinin ölümüne neden olan Irak-İran savaşıdır. Bu savaş II. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en kanlı savaştı. Bugün İran’a seyahat ettiğinizde, Batı devletleri tarafından Irak kuvvetlerine temin edilen kimyasal silahlarla yaralanarak bu yara izini hala taşıyan insanları görmeniz mümkün.
İran bakış açısından Irak, bölgede Arap ülkeleri arasında en çok Şii’yi bünyesinde barındıran tek Arap devletidir. Bu nedenle İran, ideolojik değişiklikleri kullanarak ulusal güvenlik çıkarları için, bölge ile savaşa girmek yerine, ortak bir zemin bularak bir tür ittifak kurmaya çalışmaktadır. Ancak bazıları İran’ın, Iraklıların ve hatta oradaki Şiilerin güvenini kaybettiğini düşünüyor.
Bölgeye gereğinden fazla müdahale eden İran, barış ve refah arayan etkili bir komşu olarak çeşitli Iraklı gruplar arasında siyasi faaliyetlerde ortaklık için iyi bir yer edinmiştir. Ancak bazıları da İran’ın bölgeyi elinde tutması için başka bir seçimi olmadığını ve Amerikan destekli bir Irak hükümetinden korktuğunu düşünüyorlar.
İran için bu senaryo çok korkutucu görünüyor ve bu nedenle Irak’taki muhtemel her grupla güçlü ilişkiler kurmak için çalışmaktadır. Çünkü eğer Irak iç siyaseti biter ve savaşın sonunda bir zafer olursa, bu zaferde hangi grup ön plana çıkarsa çıksın Tahran, bu grupların kendileriyle de iyi ilişki içerisinde olmasını istiyor.
İranlılar “Arap Körfezindeki karton kaplan” ifadesini, kendilerine yapılan eziyetlere karşı bir güç gösterisi olarak kullanıyor. Öte yandan İran, nükleer silaha sahip olmasına rağmen bölgede silahlanma yarışının ateşini tutuşturmaya çabalıyor. Ancak İran halkı, bu duruma Batı yöntemiyle yaklaşmaktadır. Aynı zamanda onlar, Batının ve BM’nin sahip olduklarına (onların düşünce ve yaklaşımlarına) onlardan daha fazla sahip çıkıyorlar. Yine İran halkının, ABD toplumu ile ilişkileri iyi düzeyde ve batıda bulunan İranlılar, Hamas ve Hizbullah’ı destekleme konusunda tamamen farklı görüşlere sahip. Hatta Irak, Taliban ve Afganistan’daki el-Kaide konusunda da düşünceleri bu yönde.
İran, uzun zamandır bölgedeki gelişmelerde aktif bir şekilde rol oynuyor. Öte yandan İran’daki hükümetin ve hükümet başkanının kim olduğuna bakmadan ülke ile temasta (müzakerelerde) bulunmak gerekiyor. Çünkü İran, Ortadoğu’da ana oyuncu konumunda ve terazinin ağır basan kısmında. Uzmanların çoğu, sadece petrol ve beşeri alanda kalkınma değil, İran’ın nükleer anlaşma olsun veya olmasın kimyasal silah üretme gücü de olduğuna inanıyor.
İran’daki devrim, açlık ayaklanmaları akabinde geldi. Aynı zamanda bu eylemler, İran’ın iddia ettiği gibi iç işlerinde batının müdahalesi olduğuna dair batıya karşı tepki ve cevap veremeyeceği bir zamanda ortaya çıktı. Ancak sonuçta İran, çoğunlukla Sünnilerin yaşadığı Ortadoğu’da en çok Şii’nin olduğu ülke ve bu yüzden İran, mezhep çatışması, dinsel ve etnik sorunlar, demografik değişim ve insanlık suçları gibi etkenler olmadan bölgeyi kontrol altına alması mümkün değil.
Şimdi bu durumun siyakını araştırmamız ve İran’la işlerin nasıl olacağıyla ilgili karar vermemiz gerektiğine inanıyorum. İran, hala Suudi Arabistan için en önemli tehdit olmaya devam ediyor. Bazen de İran, barış süreci ve Arap dünyasının en önemli oyuncusudur. Suudi Arabistan ve Yahudi çıkarlarıyla uyum sağlar. İşte böyle garip bir durum içerisinde olan İran, ülkelerin üzerinde önemli bir rol oynuyor.
Bununla beraber Suudi Arabistan; İran’ın nükleer enerjisinden ve Irak kökenli Suudi Şiilerin yaşadığı petrol bölgesindeki anlaşmazlıklara müdahalesinden korkuyor. Aynı şekilde Bahreyn Krallığı, Birleşik Arap Emirlikleri ve bölgedeki diğer ülkeler de bu durumdan korkuyorlar.
Diğer yandan Suudi Arabistan, İsrail ile birlikte İran’ı bombalamasına uzanan ortak menfaatle beraber, İran’ın karşı saldırısı tüm muhtemel olumsuzlukları beraberinde getirebilir. Çünkü böyle bir durum İran’ın, sadece Hürmüz Boğazı’nın iki yakasını kapatmasıyla sonuçlanmayacak, aynı zamanda petrol fiyatlarının artmasına da neden olacak ve dahası böyle bir durumun yaşanmamasını Suudililer de engelleyemeyecek. Öte yandan İran’ın -geçmişte yaptığı- tam teşekküllü müdahalesi ve Körfez ülkeleri ile bölgedeki diğer ülkelerde sorun yaratma meselesi yeniden uyanacaktır. Öyle sanıyorum ki onlar da, İran saldırısının gerçekleşmemesinden ziyade böyle bir durumun gerçekleşmesinden korkuyorlar.
İran halkı bağımsız bir halk ve daha Şah yönetimde bile nükleer silah üretimini istemekteydiler. Aynı şekilde Pakistanlılar ve Hintliler de kendileri için bunu yaptılar. Ancak Suudi Arabistan henüz sorunlarını çözmek için bugüne kadar bir mücadele vermemiştir. İran, Suudilerin sorunlarını çözmek için her zamanki yolundan başka bir yol bulması gerektiğine inanıyor. Arabistan’ın bu defaki endişesi İran’a sadık Şiilerin, Suudi Arabistan, Yemen ve bütün Körfez ülkelerinde petrol üreten bölgelerde çoğunlukta olmasıdır. Bu bölgeler üzerinde İran’ın nüfuzu meselesi, Arabistan’ı ciddi anlamda endişelendirmektedir.
Körfezdeki milyar dolarlara varan yatırımın kapsamı göz önüne alındığında, İran’ın nükleer silah üretme ve teknoloji bilgisini de siyasi olarak kullanmaya çalıştığına hükmedilebilir. Bununla beraber hala İran’ın iç işlerinde istikrarsızlık ve ayaklanmalar mevcut. Muhalefet henüz bitmiş değil ve liderlik, devrim çocuklarında olmasına rağmen bölünüyor. İran, kendilerinin barış getiren bir nükleer güç istediğini söyleyerek dünyanın geri kalanıyla ilişkilerine önem veriyor. Diğer yandan bir tarafında İran’ın olduğu diğer tarafında Suudi Arabistan’ın olduğu denklem giderek kötüleşiyor. Ancak burada çok önemli olan nokta ABD’nin Körfez ülkelerindeki bu denklemde üçüncü tarafın Irak olmasını istemesidir.
ABD’nin herkes gibi bölgedeki akıl dışı görüşleri ve bölgesel çatışmalarda yıllardır süren tökezlemesi hangi ihtimalleri arttırır? Bunun İsrail’e ne gibi tehlikesi ve zararları olur? Bu temel üzerine kurulu zekâ ile iş yapmanın hesap edilmiş olsun veya olmasın mevcut aşırılıkla veya davranışlarla tedavisi mümkün olmaz.
İran hiç şüphesiz Arap Körfezinde büyük bir güç ve ABD İran’ın mevcut durumda askeri güce oranla bölge üzerindeki hâkimiyetlerinden dolayı ana konumda olduğunu biliyor. Ancak diğer yandan ABD, ne zaman İran’la anlaşmaya, onun rolünü tanımaya ve müzakere yapmaya hazır olsa, onların yaptırımları tanımayan bir siyaset izlediklerini biliyor. Bu da ABD için hep pahalıya mal oldu ve İran kartlarını, ABD’nin aksine başarıyla Lübnan, İsrail, Filistin, Irak, Afganistan, Arap Körfezi ve ABD için önem taşıyan güvenlik çıkarlarının olduğu Rusya ve Çin gibi yerlerde oynadı.
Arap Körfez ülkeleri, esas olarak kendi ülkelerinde ABD askeri teçhizatını ve haberleşmelerini kullanmayı tercih etmektedirler ve bu noktada Rusya ve Çin’ e yönelmezler. Her şeyi, durumun o anda gerektirdiğine göre yapıyorlar ama aynı zamanda bir tarafa yönelme riskleri de beraberinde barındırmaktadır. Ancak kendilerinin, bu durumun bir parçası olmalarına izin verdiklerini görmüyorlar.
ABD’nin Arap körfezi ile ilgili dış siyasetindeki değişiklikler, Körfez ülkeleri için büyük sıkıntı oluşturuyor. Obama, Kahire’den İslam âlemine yönelik son konuşmasında, başkanlık seçimlerinden sonra İran ile direkt görüşme teklifinde bulundu. Belli ki bu durum, Amerika için büyük bir sıkıntıydı. ABD giderek İslam ülkelerindeki güvenirliğini yeniden kurmak mecburiyetinde kalmış ve Amerikan değerlerini ve barışın peşinde koştuğunu İslam ülkelerine anlatması bir gereklilik haline gelmişti. Çünkü bu, Amerika için çok ehemmiyet arz ediyordu.
İranlılar kendi tarihleriyle son derece gurur duyarlar. Zira İran, tarihte süper bir güçtü. Dolayısıyla İranlılar, ABD ile gerçekleştirilecek herhangi bir müzakerede eşit olmanın yolunu arıyorlar. Ancak öte yandan, zayıf taraf oldukları için de ABD ile bir anlaşmaya varmaktan korkuyorlar. Bu nedenle görüşmelerde önemli bir taraf olarak ABD ile aynı seviyede olmak istiyorlar. Bazı siyasetçiler, Obama’nın kendisinden önceki ABD başkanlarına kıyasla İran’a daha fazla önem verdiğini ifade ediyor. Çünkü Obama, İran rejimine karşı saygı çerçevesinde direkt olarak hitap eden ve (barış için) zeytin dalı uzatan ilk ABD başkanıdır. Oysa önceki ABD başkanlarından hiç biri İran rejimine karşı bu şekilde bir yaklaşımda bulunmadı. Ancak bu noktada önemli olan mesele, Trump başkanlığında dış siyasetinde büyük değişiklik yapmayı başaran yeni ABD yönetiminin, siyaseti ve siyaset atmosferini değiştirmeye yönelik büyük adımlar attığını fark etmektir.
Neticede İran hükümetindeki, başkanlık seçimlerinde hile yaparak seçimin sonuçlarını değiştiren fanatik grupların büyük bir kısmı geri çekildi. Belki de daha önemlisi son İran devrimi sırasında hükümet içerisindeki bu fanatik gruplar, İran halkına yönelik baskıyla ve insanların haklarına tecavüz ederek devrimi engellemeye çalışmışlardır.
Obama yönetimi sırasında ABD, İran’a birçok tehditte bulundu ve daima bütün seçenekleri masaya koydu. Ancak son Amerikan yönetiminden sonra ise İran rejiminin müzakere yapma eğiliminde olduğunu ve ABD ile anlaşmaya varmaya çalıştığını çok daha net bir şekilde görüyoruz. İran kendi çıkarlarına yönelik ciddi bir tehdit fark ettiğinde hemen siyasi ihtilaflarını azaltmaya çalışmaktadır.
Tercüme: Arş. Gör. Rukiye Demir, İstanbul Üniversitesi