17 Ekim’de Lübnan’ın genelinde Whatsapp uygulamasına konulması planlanan vergi nedeniyle başlayan protestolar, ülke siyasetindeki parçalanmışlıkları gün yüzüne çıkarırken eylemlerin tahmin edilenin aksine Lübnan halkının tek bir vücut olmasını sağlaması önemli bir dönüm noktası oldu. Bu bağlamda mezhep mozaiğinin hemen tüm renklerinin görüldüğü Lübnan’da yakın tarihte mezhep savaşı yaşanmış ve ülke mezhep eksenli toplumsal bölünmüşlükle karşı karşıya gelmiş olsa da tüm mezhep gruplarının “Lübnan’da devlet yok” sloganıyla hükümetin düşmesine yönelik talepleri esas hedefin ne olduğunu da gösterdi. Protestoların yansıttığı fotoğraf ise ülkeyi yöneten siyasal sistemin yansımalarının halkın birleşmesindeki etkisinin ne olduğu ve olayların arka planına dair yapılan yorumlar da tartışmaları beraberinde getirdi.
Lübnan Siyasetinde İttifaklar-Ayrılıklar
Gösterilerin üzerinden geçen üç günün sonunda Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın halka ve hükümete yönelttiği iki farklı mesaj Lübnan siyasetindeki bloklaşmalara da ayna tutar nitelikte görünmekteydi. Nasrallah yaptığı uzun konuşmada Cumhurbaşkanı Mişel Avn ve Başbakan Saad Hariri’yi destekleyeceklerinin bu nedenle de halkın erken seçim istemesinin gereksiz olduğunun altını çizerken verilen bu mesaj, devlet başkanı Hristiyan Mişel Avn ve Sünni Başbakan Saad Hariri ile Şii lider Hasan Nasrallah arasındaki ittifakı da ortaya koymaktaydı. Saad Hariri’ye bu anlamda sahip çıkacağını gösteren Hizbullah’ın yaklaşımı yalnızca halka değil koalisyon ortaklarına da bir mesaj niteliği taşıyordu ancak Nasrallah’ın açıklamasından sonra Lübnan Güçleri Partisi Lideri Samir Caaca’nın dört bakanıyla birlikte hükümetten çekilerek ittifakı bozması siyasi kırılganlığın da açık bir yansıması oldu. Protestoların ikinci gününde Caaca’nın Hariri’nin istifa etmesi gerektiğini belirtmesi ancak Hariri’nin yanıtsız kalması 14 Mart ittifakının ortakları olan iki isim arasında da bir bölünme oluştururken, Caaca’nın daha reform paketi açıklanmadan aldığı çekilme kararının halkın taleplerinden öte Nasrallah’ın son hitabına yönelik olduğu izlenimi verdi. Diğer taraftan Caaca’nın seçimlerin galibi Hizbullah’a karşı hükümet kurulma sürecinden bu yana muhalif tavrını sürdürmesi Lübnan Güçleri Partisi lideri hükümeti devirmek için protestoları bir araç olarak mı gördü sorusunu da akla getirdi. Bu çerçevede Hizbullah mensubu bir grubun aynı akşam sokağa inip ateş açarak yarattığı kısa süreli panik de Hizbullah’ın süreci yönetip yönetmeyeceğine dair öngörüleri beraberinde getirirken, ittifakın bozulmasıyla kaosun ne denli kolay yaratılabileceği anlaşıldı.
Dürzi lider Velid Canbolat ise geleneksel mezhep pragmatizmini elden bırakmayarak Başbakan Hariri’ye desteğini sürdürmeye devam etse de reform paketini ikna edici bulmadığına dair açıklamalarda bulunmuştu. Bununla birlikte Velid Canbolat erken seçimin istenmeyen sonuçlar doğurabileceğinden yola çıkarak bir noktada halktan reformlar için şans istedi ancak bu talep devlet yönetimi içindeki çatlaklıkların da görünmesini engelleyemedi. Nitekim Canbolat’ın eylemlerin sorumlularından olarak gördüğü Dışişleri Bakanı Cibran Basil’in istifasını istemesi, aksi takdirde kendi bakanlarının da hükümette kalamayacaklarına karşı yönelttiği tehditle Lübnan, 2019 yılının başında kurulmuş olan otuz üyeli ulusal birlik hükümetinin ne kadar zayıf bir temele oturduğunu da tanıklık etti.
Bu bağlamda Lübnan sokaklarında tansiyon düşmezken, Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın protestoların başlamasından bir hafta sonra yaptığı açıklama ne halkı ikna etti ne de siyasi erk arasındaki protestolarla daha da gün yüzüne çıkan çatlakların giderilmesine yardımcı oldu. Her ne kadar cumhurbaşkanı konuşmasında kabine değişikliğine gidebileceğinin sinyalini verse de “rejim birkaç saat içinde veya meydanlarda değişecek bir şey değildir” sözleriyle Hasan Nasrallah’ın çizgisinde bir politik zihniyet belirlediğinin işaretini vermiş oldu.
Lübnan siyasetinde Şii omurgayı oluşturan Emel Hareketi’ne bakıldığında, hareketin lideri Nebih Berri’nin protestolar süresince takındığı tutum ittifak kurduğu bloklarla olan ilişkisinin de belirsizliğini açığa çıkardı. Her ne kadar Musa Sadr’ın kurduğu Emel Hareketi Hizbullah’a nispeten seküler bir duruş sergilese de mezhep dayanışmasının yanı sıra askeri ve politik hesaplar Emel’in Hizbullah’ın en sağlam müttefiki olmasını sağlamıştı. Ancak kısa süre önce hareketin lideri Nebih Berri ve eşi Randa Berri’nin yolsuzluk iddiaları nedeniyle ülke gündeminde sıkça yer bulması ve Hizbullah içinde bu iddiaları doğrular nitelikte yapılan birtakım açıklamalar Şii aktörler arasındaki iplerin de gerilmesine neden oldu. Bununla birlikte Nebih Berri Hasan Nasrallah gibi Başbakan Hariri’nin arkasında olduğunu vurgulayan açıklamalar yapmayı ihmal etmedi. Ancak Hasan Nasrallah’ın hafta sonu yaptığı konuşmanın Berri’nin sahip olduğu kanalda yayınlanmaması ve Nasrallah’ı destekleyen bir adım atılmaması ittifakın ihtilafa dönüştüğünü gösterdi. Dolayısıyla Lübnan ayaklanmaları aslında hükümetin içindeki ayrılıkları değil, 8 Mart ve 14 Mart bloklarının içindeki çözülen birtakım değişimleri de gözler önüne serdi.
Siyasi Ayrışmalar Karşısında Lübnanlıların Tepkisi
Ülke siyasetindeki ittifakların uzun zamandır böylesine kaygan bir zeminde ilerliyor olmasının, ilk etapta Lübnan toplumundaki ayrışmanın da bir yansıması olduğu düşünülebilirdi. Ancak 17 Ekim’den bu yana Lübnan sokaklarında tek bir sesin yankılandığı görülmekte, halk mezhebi ne olursa olsun seçkinci iktidara ve siyasi erkin bütününe karşı net bir duruş sergilemektedir. Lübnanlıları yalnızca hükümete değil bütünüyle devlet sistemine karşı bir araya getiren ortak zeminin ise yalnızca ülkenin içinde bulunduğu ekonomik dar boğaz olmadığı açıktır. Genel anlamda Lübnan sokaklarındaki eylemin aktörleri orta ve alt tabaka olarak gözükse de üst düzey şirket temsilcilerinin de protestoları desteklemeleri halkın sorularını tek bir parametre çerçevesinde değerlendirilmesini imkânsız kılmaktadır. Bu noktada işsizlik oranının giderek artması karşısında vergilerin sürekli yükselmesi ve yeni vergilerin eklenmesi protestoların çıkış noktasını oluşturmaktadır. Dolayısıyla vergilerin düşürüleceği vaadine rağmen durmayan protestolar, Lübnanlıların elektrik, su ve telefon gibi temel ihtiyaçların sağlanması noktasında yaşadıkları problemler gibi buzdağının görünmeyen yüzünün görünmesini sağlamıştır.
Öte yandan ülkenin sağlık sektörünün de halkın ihtiyaçlarına cevap vermediği de bilinmektedir. Hastanelerde uzayan bürokratik işlemler nedeniyle hastaların tedavi sürelerinin geç başlaması veya başlayamaması, aynı bağlamda hastalığın tedavisi için yeteri kadar ilaç bulunmaması, bulunanların ise çok yüksek fiyatlarla satılıyor olması halkı sokağa döken bir diğer önemli sebep olarak hükümetin karşısına çıkmaktadır. Diğer taraftan ağır aksak ilerleyen eğitim sisteminin yanı sıra üniversitelerden mezun olan gençlerin – Ortadoğu’nun en iyi üniversitesi olarak nitelendirilen Beyrut Amerikan Üniversitesi (AUB) de dahil olmak üzere- iş bulamamaları karşısında yaşadıkları bunalım, genç nüfusu da gelecek kaygısıyla meydanlara sürüklemiştir.
Bütün bu sebepler bir araya geldiğinde Lübnan halkının siyasi ayrılıklara karşı tek bir duruş sergilemelerinin arka planı da ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle gösteriler, her ne kadar mezhep ideolojisini belirli noktalarda ortaya çıkarsa da halkın kendilerini temsil eden partilerin ihtiyaçlarına cevap vermediğine dair düşüncelerinin karşılığı olmaktadır. Dolayısıyla “hepiniz yani hepiniz” sloganıyla meydanları inleten Lübnanlılar, yeni ve laik bir hükümetle yola devam etmek istediklerini dile getirerek, hiçbir siyasi liderin kendilerini ikna edemeyeceğini ve sonuç alana kadar geri adım atmayacaklarını ifade etmektedirler.
Silahlı Müdahale Protestoları Durdurabilir mi?
Halkın bir bütün içinde on günden fazla bir süredir Lübnan’da sürdürdükleri barışçı eylemlere gölge düşüren olay ise 25 Ekim’de ordunun yolları açmak için göstericilere ateş açması oldu. Eylemlerin başından beri ülkenin neredeyse her geçiş noktasını kapatan eylemciler, istediklerini alıncaya kadar yolları açmamaya kararlı olsalar da ordunun silahlı müdahalesi sonucunda göstericilerden bazılarının yaralanması protestoların akışını değiştirecek gibi duruyor. Protestocular yolları kapatmaya devam edeceklerini, ancak bu şekilde seslerini duyurabileceklerini ifade ederek, devrimin bu şekilde gerçekleşebileceğini dile getiriyorlar. Bununla birlikte orduyla çatışmaya yanaşmayan göstericiler, “asker bizdendir” diyerek orduyla halkın arasında bir bölünmenin önüne olabildiğince geçmek istediklerini belirtiyorlar.
Bununla birlikte ordunun müdahalesinden bir gün önce Hasan Nasrallah’ın destekçilerine sokaklardan çekilmesi yönünde yaptığı ikinci konuşma Şii eylemcilerin yavaş yavaş gösterileri terk etmelerine yol açmakta, bu durumun da içerde bir çözülmeye yol açacağı görünmektedir. Yine de Lübnanlılar özellikle de silah seslerinin duyulması sonrasında sayıları artan bir şekilde meydanlara inmeye devam etmekte, siyasi liderlerin tekliflerine kapalı olduklarını göstermektedirler.
Sonuç olarak, başlangıcından bu yana siyasi hitapların çok fazla bir karşılık bulmadığı Lübnan’da hükümetin somut başka çözümler bulmadıkça meşruiyetini kaybetmeye devam edeceği görülüyor. Bu çerçevede Cumhurbaşkanının halkı tatmin edecek bir çözüm önerisi mi sunacağı yoksa sokağın direncini kırmak için farklı bir yöntem mi uygulayacağı sorusu akla düşüyor. Dolayısıyla Lübnan’ın kendi baharından başarılı çıkıp çıkmayacağı belirsizliğini korumaya devam ediyor olsa da protestolarda ülkenin omurgası olan mezhepçiliğin silik olması sonuç ne olursa olsun Lübnan’ın yepyeni bir sürece evrileceğinin sinyallerini veriyor. Tabi ki, Lübnan’daki değişim ya da değişememenin bölgesel dengeleri nasıl etkileyeceği sorusu da şimdilik kenarda cevapsız duruyor.