Dünyanın en küçük ülkelerinden biri olan ancak aynı zamanda petrol ve gaz zengini olan Katar’da yönetim geleneksel emirlik ile sürdürülmektedir. 19. yüzyılın ortalarından itibaren bölgeyi idare eden El-Sânî ailesinde yönetim babadan oğula intikal edegelmektedir. Katar’ın son emiri Seyh Hamed b. Sânî’nin zirvede olduğu bir zamanda yönetimi 25 Haziran 2013 tarihinde oğlu Şeyh Temim’e devretmesi birden bölge ve dünya gündemine girmiştir. Bazı yorumculara göre bu devir büyük bir devrim niteliğindedir ve monarşilerde rastlanmayan bir durumdur. Hatta bu yorumcular yorumlarını daha da ileriye götürerek, sembolik İngiliz monarşisinde bile kral ve kraliçelerin hayatlarının sonuna kadar taç ve tahtlarından vazgeçmedikleri ileri sürdüler. Oysa Körfez tarihini biraz dikkatlice okuyanlar bunun çeşitli örneklerini göreceklerdir.
Katar’da Emirlik Geleneği
Katar tıpkı diğer Körfez ülkeleri gibi kabilevî toplum yapısına sahiptir. Bu tür toplumlarda idare geleneksel tarzda yani “el hükmü limen galebe/idare galip olanındır” şeklinde yürütülür. Buna rağmen bölgede kurulan idare ve hanedanlıklar (emirlikler) sağlam geleneksel temellere bağlı olduğu için el değiştirmeden asırlarca devam edebilmektedir. El değiştirmesi halinde de kolay kabul görmektedir. Körfez’de (gerek büyük devletlerin egemenliği ve gerekse ulusal devletlerin oluştuğu süreçte) birbirine rakip aileler mağlubiyeti kolay/normal kabul ederek, galibin hakimiyetini benimserler. Dolayısıyla çoğu kere aileler/kabileler arasındaki çekişmeler aile içi çekişmelerden daha az olur.
Katar, El-Sânî ailesinden önce asırlar boyu el-Musellem ailesi tarafından idare edilmişti (1555 tarihli Osmanlı kayıtlarında aile yönetici olarak görülmektedir). Ancak bu idare bir kabileler konfederasyonu idi. Zira el-Musellem ailesinin gerçek hükmü Katar yarımadasının limanı durumunda olan el-Bida ve etrafından ileriye gitmiyordu. Hatta Bahreyn şeyhlerine de vergi ödüyorlardı.
Eski Arap kabilelerinden Beni Temim’e mensup El-Sâni ailesi ise Necid ortalarından 18. yüzyıl başlarında Katar’a gelerek Fuvayrit bölgesine yerleşti. 19. Yüzyılın ortalarında ise aile, Şeyh Sani’nin liderliğinde el-Bida etrafına göç etti ve bir süre sonra da idareyi ele geçirdi. Arap yarımadası ve Körfez tarihine bakıldığında bedevî kültür ile ilişkisi olup, kısmen erken dönemde hazerî yani yerleşik hayata geçenler daima yönetici olma avantajını elde etmişlerdir. Burada durum değişik olmamıştır. Önce yerleşik hayata adım atılmış, ardından bölge kabileleri üzerinde egemenlik sağlanmıştır.
El-Sâni ailesi, İngilizler’in Basra Körfezi’nde etkinlik kurduğu yıllarda öne çıkmıştır. Bu süreçte onları Fuvayrit’ten el-Bida (Devha/Doha) taraflarına getiren sebepler bilinmemektedir. Ancak, aynı süreçte Körfez şeyhlikleri ile anlaşmalar yapan İngilizler’in Katar’ın bu yeni yöneticileri tarafından pek hoş karşılanmadıkları bilinen bir gerçektir. Buna rağmen Bahreyn üzerinden Katar’ı etkilemeye çalışan İngilizler, ailenin ikinci yöneticisi olan Muhammed b. Sânî (öl. 1878) üzerinde baskı kurmaya çalışmışlardır.
Aynı sıralarda İngilizlerin bölgedeki faaliyetlerini İstanbul’a bildiren Osmanlı Devleti’nin Basra mutesellimi Katar’a dikkatleri çekmekteydi. Muhammed b. Sânî’nin Osmanlı Devleti ile doğrudan ne zaman ilişkiye geçtiği bilinmemekle birlikte O’nun, İngilizler ile yakınlık kuran Bahreyn şeyhlerine karşılık, Osmanlı Devleti’nin kaymakamı olan Necid kaymakamı Faysal b. Türki ile 1850-60larda yakınlık kurduğu bilinmektedir. Necid bölgesinden gelmiş olmaları ve aynı köklere sahip olmaları bu ilişkinin kolay kurulmasını sağladığı gibi, Faysal b. Türki o sıralarda Vehhabi mezhebini yayma siyaseti ile de uyum göstermekteydi. Aslında bu ilişki ona hem İngilizlere karşı bir himaye sağladı ve hem de Suudilerin öncülük ettiği Vehhabi mezhebini benimsemesine vesile oldu. Faysal b. Türki’nin ölümü akabinde oğulları Abdullah ve Suud arasındaki anlaşmazlıklar bölgeye istikrarsızlık, İngilizlere de müdahale fırsatı verdi. Hatta Faysal’ın oğlu Suud’un kardeşine karşı İngilizler ile yakınlık kurması sahilde bulunan Katar’ı da etkiledi. Aslında bu durum Osmanlı Devleti’nin dikkatinden kaçmadı ve İngilizleri durdurabilmek için bölgede operasyon yapma ihtiyacı duydu.
İngilizlerin baskısının arttığı 1868 yılında Katar emiri Muhammed b. Sânî arayış içindedir. Aradığı fırsat, Midhat Paşa’nın 1869 yılında Bağdat valisi olarak tayin edilmesi ile ortaya çıkacaktır. Midhat Paşa Körfez’de İngilizlerin faaliyetlerini anlama ve ardından önlemek maksadıyla yaptırdığı keşif faaliyetleri sırasında Muhammed b. Sânî ile de irtibata geçmiştir. Nitekim, uzun hazırlıklardan ve sosyal ve siyasal zemini keşfettikten sonra, Osmanlı nüfuzunu Körfez’de güçlendirmek ve İngilizleri durdurmak için 1871’de yapılan Necid/Ahsa askeri seferi sırasında, Muhammed b. Sânî Osmanlı askerlerini Katar’a davet edecektir. Midhat Paşa 1871 sonlarında Katar’a bir tabur asker göndererek Katar’da Osmanlı bayrağını Muhammed b. Sânî’nin evine astırmıştır. Aynı sıralarda Bahreyn’de bir devrim yaptırarak kendilerine El- Halife ailesinin içinden kendilerine taraftar olacak birini emir tayin eden İngilizler, Osmanlı’nın askeri harekatından rahatsız olarak hemen nüfuz alanlarını genişletmek istediler. Eski uygulamalara istinaden Katar emirine de baskı yaparak Bahreyn adına vergi almak istediler. Böylece burada da varlıklarını meşrulaştırarak Osmanlı müdahalesini önlemek istediler. Bu baskı karşısında Muhammed b. Sânî, İngilizlere Osmanlı bayrağını göstererek “burası Osmanlı toprağıdır, bir talebiniz varsa Osmanlı Devleti’ne başvurun” diyerek İngilizlere karşı tavrını net olarak ortaya koymuştur. Osmanlı Devleti de onu fahri kaymakam olarak tayin ederek onurlandırmıştır.
Muhammed b. Sânî gerek yaşı ve gerekse ortaya çıkan yeni durumları dikkate alarak yönetimi 1872 yılından itibaren Katar’ın asıl kurucusu olarak kabul edilen oğlu Şeyh Casim’e devretmiştir. Dolayısıyla bugünlerde Şeyh Hamed’in görevi oğluna devretmesi değil bölge tarihinde, aile tarihinde de bir ilk değildir. Şeyh Casim 1878 yılında babasının ölümünden sonra Osmanlı’nın Katar kaymakamı olarak görevini ölümü olan 1913 yılına kadar sürdürmüştür. Oldukça zeki olan ve siyaseti iyi bilen Şeyh Casim b. Sânî iki büyük gücün arasında (Osmanlı Devleti ve İngiltere) siyaset yapmasını bilmiş, Osmanlı Devleti ile siyasi ve idari ilişkilerinde taviz vermeden; İngilizler ile de kurduğu ticari ortaklıklar ile de bölgenin en zengin inci tüccarları arasına girmiştir. Ölmeden önce de oğullarına İngilizlere karşı Osmanlı Devleti ile dayanışma içinde olmaları vasiyetinde bulunmuştur.
1912-13 yıllarında Osmanlı Devleti ile İngilizler arasında başlayan bölgede nüfuz alanlarının belirlenmesi sürecinde Osmanlı Devleti’nin Kuveyt’ten taviz verirken, Katar’dan taviz vermemesi Şeyh Casim’e duyulan güvenden kaynaklanmaktaydı. Nitekim 1913 Osmanlı-İngiliz anlaşmasında Katar, Osmanlıya bağlı “özerk kaymakamlık” olarak tescil edilmiştir. Bu anlaşma aslında Katar’ın gelecekte bir devlet olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır. Zira bu tarihe kadar El-Sânî ailesinin Katar’ın bütünü üzerindeki egemenliği tartışmalı idi. Özellikle Zubara üzerinde Bahreyn’e bağlı kabileler, önemli bir inci avı merkezi olan Udeid üzerinde de Ebu Dabi Şeyhi Zayed’in iddiaları bulunuyordu.
Temmuz 1913’de ölen Seyh Casim yeni gelişmelere şahit olamamıştır. Her ne kadar geleneksel bir şekilde oğlu Abdullah Katar emiri olmuş ise de, aynı zamanda Katar kaymakamlığını üstleneceği için bu durum Osmanlı Devleti’nin onayına sunularak gereken onay da alınmıştı. Aslında Osmanlı-İngiliz anlaşmasının sunduğu bütün Katar üzerindeki egemenlik Şeyh Abdullah’a nasıp olmuştu fakat birinci dünya savaşı dengeleri yeniden alt üst etti. Katar İngiliz işgaline uğradı ve 1916 yılında Katar emirini de diğer Körfez Şeyhliklerinin sistemi (Trucial System) içine almak için bir anlaşma yaptılar; tabii ki buna anlaşma denirse. Anlaşma, Şeyh Abullah’ın İngiltere’den habersiz olarak başka devletler ile ilişkiye girmesini engellemekteydi. Buna karşılık, İngiliz himayesi tesis ediliyor ve “denizden gelebilecek tehditlere karşı koruma” garantisi veriliyordu. Oysa Katar’ın İngilizler’in tahrik ettiği Bahreyn dışında denizden aldığı ciddi bir tehdit bulunmamaktaydı. Bu tehdit de Osmanlı Devleti’nin oradaki küçük bir müfrezesi ile engellenebilmekteydi. Her ne kadar bu müfreze askeri bir güç sayılmıyor ise de orada Osmanlı egemenliğinin sembolü olarak Katar’ı himayeye yetiyordu. Bu açıdan bu anlaşmanın aslında Osmanlı Devleti’ne karşı yapıldığını söylemek mümkündür. Savaş sonrası bölgede etkin bir İngiliz kontrolü kurulduğu gibi, Amerikalıların Suudi Arabistan’da başlattıkları petrol faaliyetlerine paralel olarak İngilizler de 1935 yılında Katar ile petrol imtiyazı anlaşmasını imzaladılar ve 1938 yılında ilk petrol kuyusunu kazmaya başladılar fakat II. Dünya Savaşı’nın başlaması nedeni ile petrol faaliyetleri durduruldu.
Bu sırada ilk defa daha önce Katar tarihinde olmayan bir gelişme oldu. Kabilevî toplumda veliaht ilan edilmez. Onu gelenekler belirler. Oysa İngilizlerin etkisi ile Şeyh Abdullah’ın ikinci oğlu Şeyh Hamed veliaht ilan edildi. Muhtemelen bu da petrol imtiyazı ile ilgilidir. Zira bu tür kaygan zeminlerde elde edilen imtiyazların korunması zordur. Bu yüzden sistem içinde kendilerine medyun birinin olması önemliydi. Ancak veliaht babasından kısa bir süre önce 25 Nisan 1948’de öldü. Şeyh Abdullah da yerine diğer oğlu Şeyh Ali’yi Katar’ın yeni veliahdı ilan etti (27 Mayıs 1948). Aynı yılın Ağustos ayında ise oğlu lehinde idareden feragat ederek Katar’ın yeni emiri Şeyh Ali oldu. Bu durum Katar tarihinde oğul lehine yapılan feragatin ikincisidir. Şeyh Ali petrol üretiminin başlaması ile Katar’da etkili bir idare kurmaya gayret etti. Ayrıca İngilizler ile petrol imtiyazını yeniledi. Kendisi de Ekim 1960 yılında oğlu Şeyh Ahmed lehine idareden çekilerek bu geleneği uygulayan üçüncü kişi olacaktır.
Katar Hanedanında Kol Değişikliği
Şeyh Ahmed, dönemi Katar’da modern devlet dönemine girişi temsil eder. İlk bakanlıklar onun zamanında oluşmaya başladı. Bu arada İngiltere’nin bölgeden çekilme kararı sırasında Birleşik Arap Emirlikleri oluşturma faaliyetlerinin dışında kalarak 1971 yılında bağımsızlığını ilan etti. 1972 yılında yeğeni Şeyh Halife bin Hamed idareyi ele geiçirince ailede yönetim soy ağacı da değişmiş oldu. Şeyh Halife geçmişte Maliye ve Dışişleri bakanlıkları gibi önemli görevlerde bulunmuş ve Katar’ın bağımsızlık döneminde İngilizler başta olmak üzere diğer devletler ile ilişkiler tesis ettiğinden, idareyi ele geçirmesi ve kabul görmesi de oldukça kolay olmuştu. Onun zamanında 1991 yılındaki petrol aramaları sırasında bir tek alanda bulunan dünyanın en zengin gaz rezervleri keşfedildi. Tabii olarak imtiyaz avcıları yine aktif idi. Petrolden bağımsız bir yapılanma kuran Katar’da Emir’in oğlu Şeyh Hamed (bugünlerde idareyi devreden) babasına karşı bir devrim yaparak 1995 yılında idareyi ele geçirdi. Aslında o 1977 yılında veliaht olarak ilan edilmişti ve belki de uzun yıllar babasının kendi lehinde idareden çekilmesini beklemişti. Savunma Bakanlığı görevini yürütüyordu. 1995 yılında resmi törenle babasını yurt dışına uğurladıktan sonra idareye el koydu. Elbette bu konuyu açıklamak için yeterli belgeler yoktur veya bunlar açıklanmamıştır. Ama bir gün tarih bu konuyu da yorumlayacaktır.
Şeyh Hamed İdareyi Neden Bıraktı?
Şeyh Hamed, İngiltere’de Sandhurst Askeri Akademisi’nden mezun olmuştu ve batıyı çok iyi tanıyordu. 1992 yılından itibaren de ülkesinin idaresinde oldukça etkili idi. Ülkesinin sahip olduğu imkanların önemini biliyor ve bunlar üzerinden dünyada nüfuz kazanma peşinde koşuyordu. Ülkesindeki geleneksel sistem Suudi Arabistan’ı takip ederken; bir taraftan da Anglo-Amerikan sisteminin de yerleştirilmesine imkan hazırlıyordu. Sportmen bir kişiliği olan Şeyh Hamed ülkesine daha ziyade dünyada seçkin zümrelerin yaptığı sporların (tekne yarışları, tenis, golf vs) şampiyonluk yarışmalarını taşıyarak Amerika, Avrupa sosyetesi içinde yer almaya ve uluslararası kulüplerin desteğini sağlamaya çalıştı. Bütün bunlara rağmen Şeyh Hamed 2000li yılların başında büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Bahreyn ile aralarında sürmekte olan Havar adaları meselesinde Uluslararası Adalet Divanı Katar aleyhinde karar vererek, altı petrol ve gaz dolu adaları Bahreyn’e terk etti. Bu tarihten sonra Şeyh Hamed siyasi ilişkilerini İngilizlerden ziyade Amerikalılar ile geliştirmeye önem verdi. İkinci Körfez Savaşı da ona istediği fırsatı verdi. Ülkesini ABD üslerine açarak Irak’ın işgaline taraftar oldu. Aslında böylece siyasetini ABD’ye dayandırırken, bir taraftan da önce Irak, ardından İran’dan tehdit aldıklarını düşünen Körfez ülkelerinin de adeta hamisi oldu. Körfez İşbirliği Teşkilatı’nın merkezinin ve başkanlığının Katar’da olması bunun en önemli göstergesidir. Kısa zamanda Katar küçük bir Amerika’ya döndü. Devasa gökdelenler inşa edildi. Bankacılık sistemi geliştirildi, bölge ve dünya meselelerinin tartışıldığı onlarca platforma ev sahipliği yapmaya başladı. Tanıtım konusunda hiçbir fedakarlıktan kaçmayan Şeyh Hamed bu uğurda milyarlarca dolar harcadı. Hatta ülkesini 2022 FIFA Dünya Kupası ev sahibi yapmayı da başardı. Bu arada İngiltere’yi küstürmedi. Katar Havayolları ve al Jazeera gibi alanlarda büyük ortaklıklar tesis etti. Kurduğu Katar Vakfı (Qatar Foundation) dünyada pek çok projeye destek vermeye başladı.
Şeyh Hamed, Arap baharı sürecinde bölge liderleri arasında en aktif rol oynayan lider oldu. Sokak hareketlerini doğrudan destekledi. Ardından Tunus ve Mısır’da iktidarların yeniden şekillenmesinde rol oynadı, finans kaynağı sağladı. Tabii olarak popülaritesi arttı ve hem sevenleri hem de nefret edenleri çoğaldı. Suriye meselesinde de aktif rol üstlendi. Hem Hamas ve hem de Suriye muhaliflerine kapılarını açarak her türlü desteği sağladı. Gazze ile ilişkileri ve bölgeyi ziyareti İsrail tarafından bile sessizlikle geçiştirildi. Suriye meselesinde Türkiye ve Suudi Arabistan’ı ikna edip aynı safa çekerken; bu siyaseti yüzünden Birleşik Arap Emirlikleri ve Cezayir gibi ülkelerin husumetini kazandı. Ve nihayet 25 Mayıs’ta oğlu Temim lehine idareden çekilen Şeyh Hamed artık tarih oldu.
Yukarıda anlatıldığı gibi O’nun oğlu lehine idareden çekilmesi tuhaf karşılanacak bir durum değildir. Zira bu idare devri aile geleneğinde vardır. Asıl sorulması gereken sorun neden çekildiğidir. Elbette kulislerde dolaşan bir çok söylenti vardır. Özellikle Arap Baharı ve Suriye sürecinde çok yorulduğu ve şeker hastalığının arttığı; eşi Moza’nın daha önceki veliahdı (birinci eşinden olan oğlu) azlettirip oğlunu yerine getirdiği gibi, şimdi de oğlunu emir yapma arzusu söylentiler arasındadır. Birinci söylentinin fiziksel göstergesi ortadadır. Şeyh Hamed son aylarda hızlı bir şekilde zayıflamıştır. İkinci söylenti de doğrudan uzak değildir. Zira Körfez’in en güçlü kadını Şeyha Moza’dır ve bunu yaptıracak güçtedir.
Ancak bütün bunlar, feragat nedenlerini ve zamanlamayı tam olarak açıklamaktan uzaktır. Bunun gerçek nedenini tarihe bakarak ve ayrıca gelecekte Şeyh Temim’in uygulamalarından anlamak mümkün olacaktır. El-Sânî hanedanının idaresindeki bütün el değiştirmelerin olağanüstü uluslararası dönüşümler sırasında ve sonrasında yaşandığı dikkatli okuyucuların gözünden kaçmayacaktır. Bu vesile ile bugünlere de bu gözlükle bakmak hiç de yanlış değildir (II. Cenevre toplantısının mimarlarından olan Şeyh Hamed’in bu toplantıdan önce görevini bırakması bir tesadüf müdür?). Ama babası gibi İngiltere’de Askeri Akademi’de eğitim alan Şeyh Temim’in siyaseti, “aradığımız nedenleri” daha somut bir şekilde ortaya koyacaktır.