Afrika ile Asya kıtalarının (yani Afrasya’nın) kesişme noktasında stratejik bir mevkisi olan Yemen, hem tarihi ticaret güzergahında hem de kendisine zengin bir kültür katan etnik grupların buluşma noktasında bulunmanın avantajlarına sahipti. Bu yüzden tarihte “Mutlu Yemen (Yemen el Said) olarak anılmaktaydı. Dünyada yeni güzergahların keşfi ve merkezi otoritenin çöküşü beraberinde dağınık bir Yemen’i getirdi.
Yemen, İslamlaşma süreciyle toparlansa da dokuzuncu asırdan itibaren bölgede varlık göstermeye başlayan bir Şia mezhebi olan Zeydiliğin ortaya çıkışıyla tekrar parçalı bir yapı halini aldı. Coğrafyanın beslediği kabile ve mezhep taassubunun egemen olduğu Yemen’de, Osmanlıların 1520’lerden itibaren varlık göstermeleriyle birlikte yeniden devlet otoritesi kurulabildi. İngiltere’nin Hindistan yolunun güvenliğini sağlama adına 1839’da Aden’i işgaliyle Yemen, modern uluslararası rekabetin bir parçası oldu ve bir bakıma bugünkü Güney probleminin de temeli atıldı.
Osmanlı Devleti, 1840’lardan sonra tekrar merkezi otoriteyi kurma adına Kuzey’den başlattığı ıslah girişimleri sonucunda 1872 yılında Sana’da vilayet merkezini yeniden tesis etti. Böylece Modern Yemen’in de temellerini attı. Uzun yıllar süren mücadeleleri sonlandırmak adına 1911’de Zeydi İmamı Yahya ile de anlaşma sağlayan Osmanlılar, Yemen’in bütünlüğünün sağlanmasında en büyük adımı atmışlardı.
Birinci Dünya Savaşı akabinde Osmanlıların Yemen’den geri çekilmesi üzerine Zeydilerin lideri İmam Yahya -Güney Yemen hariç- ülkenin bütününde söz sahibi olmaya başladı. Bu da bir çok çelişkiyi beraberinde getirdi. Bir taraftan Sünniler ile Zeydilerin dışarıdan kontrol eden bir güç olmadan beraber yaşayabileceklerini gösterirken; diğer taraftan Zeydilerin taassubu yüzünden Osmanlılar ile başlayan modernleşme süreci geri döndürüldü. Sistemi Zeydileştirmeye çalışan İmam Yahya’nın uygulamaları hiçbir tarafı tatmin etmedi. İç çekişmeler, İmam Yahya’nın 1948’de suikastla öldürülmesiyle sonuçlandı. İzleyen yıllarda Yahya’nın oğulları da iktidarı kontrol etmek ve devleti oluşturmakta başarı sağlayamadı.
1962 yılında, Arap milliyetçiliği ile sosyalizmi birleştiren Nasırizmin etkisindeki Yemen ordusu, bazı genç subaylar eliyle yönetimi ele geçirerek Yemen Arap Cumhuriyeti’ni ilan etti. Bu süreç tarafları tatmin etmedi ve gücünü kabilelerden alan iç savaşların başlamasına engel olunamadı. Yemen’e Mısır ve Suudi Arabistan beraber müdahale ettiler fakat yeni problemler yarattılar. Gelişmeler Güney Yemen’i de etkiledi ve Aden’i tahliye etmeye niyetlenen İngiltere’ye karşı millî sesler de yükselmeye başladı.Nitekim tahliyenin ardından 1967 yılında Aden ve etrafındaki vilayetlerden oluşan Güney Yemen Arap Halk Cumhuriyeti kuruldu.
Bir sığınma alanı olarak kabile kültürü
Soğuk Savaş yıllarında Yemen, ABD-Sovyetler Birliği rekabetini sert şekilde yaşadı. Bu rekabet hem iki Yemen arasında sorunları derinleştirdi ve hem de yeni bölgesel sorunları doğurdu. Asırlardır kendi kendine yeten, ziraat ve hayvancılığa dayanan Yemen ekonomisi tahrip oldu. Yine güvenlik kaygısından dolayı bazı bölgelerde anormal nüfus hareketlilikleri yaşandı ve özellikle Kuzey Yemen’in bütün dengeleri bozuldu. İngilizlerin Aden’de kurdukları sistemin sarsılması ise Güney Yemen’in ekonomisini felç etti. İktisadi tabakalaşma ve sosyal sınıfların oluşmadığı Yemen toplumunda tek sığınma ve dayanışma alanı kabile kültürü oldu.
Mezhepsel değerler ile de beslenen kabileler, iç çekişmelerin hatta savaşların kaynağı gibi gözükse de esasında hükümetten yoksun, güvenliğin olmadığı, adaletin uygulanamadığı, yaşama koşullarının hiç birinin sağlanamadığı Yemen’de insanlar için mutlak bir sığınma alanıydı. Kabile, Yemenli için hükümet, adalet ve hem de asgari yaşam koşullarını sağlayan bir kurumdur. Kabile şeyhleri, seyyidler ve etrafındakiler kendilerince adaletin dağıtılmasını sağlarlar. Hükümetlerin yerine geçen bu geleneksel güçler, Yemen toplumunun vazgeçilmez meşru unsurlarıdırlar. Aslında gücünü gelenekten ve daha da önemlisi yoksulluktan alan bu unsurları, bugüne kadar hiçbir modern oluşum dönüştüremedi. Devrik Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih, başlayan merkezi otoritenin tesisi sürecini, şöyle tanımlar: “Kabilevi toplum devlete dönüşmek yerine devlet kabileye dönüştü.”
1990’ların ortalarında Yemen de dünyadaki değişim rüzgarlarından etkilendi. Kuzey ve Güney Yemen birleşerek yeni bir şans yakaladı. Ancak modern devletin sunabileceği imkanlardan yoksun olması bu şansın kullanılmasına engelledi ve muhtelif bölgelerde tekrar farklı talepler yükselmeye başladı. Bu sefer durum daha vahimdi. Zira Yemen’de geleneksel güçlerin yanı sıra coğrafyasının uygunluğu dolayısıyla El Kaide başta olmak üzere birçok örgüt varlık göstermeye başladı.
El Kaide, Güney’de ABD menfaatlerine karşı terör eylemleri yaparken, Sana’nın kuzeyinde Suudi Arabistan destekli Selefiler ile İran destekli Husiler (Zeydilik yerine İmamiye anlayışını tercih ettiği iddia edilen Şii kabile gurupları) ortaya çıktı. Bu durum Yemen’in geleceğini rehin alan en temel çıkmazlardan bir tanesidir. Zira tüm guruplar kolayca her türlü silahı bulabilmektedirler. Kabile güçlerini arkalarına alarak birbirleri ile savaşan grupların temsilcileri veya kısmen daha ılımlı İslami guruplar, liberaller, sosyalistlerin şehirlerde siyaset yapmaya çalışmaları sonuçsuz bir çaba olarak kalmaktadır.
Arap Baharı ve Yemen
Yemen’in sınırlarında, İran ve Suudi Arabistan’ın rekabetlerini yansıtan çatışmaların yanı sıra şehirlerinde yaşanan hükümet veya karşılıklı aleyhte gösteriler, 2000’lerde adeta alışkanlık halini almıştı. Ancak 2010 yılında Tunus’ta başlayan ve Arap Baharı olarak isimlendirilen halk hareketleri burada ilave bir yankı buldu. Zannedildiğinin aksine Yemen halkını harekete geçiren Arap Baharı ile başlayan süreç değildi. Bu süreç Yemen’deki halk hareketlerine sadece meşruiyet kazandırdı. Üstelik Yemen halkının neredeyse tamamının silahlı olmasına karşılık, başka yerlere nazaran, Yemen’deki halk hareketleri sosyolojik incelemeleri hak edecek kadar barışçı bir süreç gösterdi.
Şehirlerde yaşayan gençler, ihmal edilmiş kadınlar ve hatta çocuklar Yemen’deki yeni devrimin temellerini attılar. Olayların Körfez ülkelerine sıçraması ihtimaline karşı Körfez İşbirliği Teşkilatı (KİT) inisiyatif kullanarak Cumhurbaşkanı Salih’in görevini devretmesini sağladı ve Yemen’de yeni bir dönemi başlattı. 2012-2013 yılları için Yemen’in yeniden inşa edilmesine dair planlar yapıldı. Geçici cumhurbaşkanlığına Abdurabbuh Mansur Hadi seçildi, geçici hükümet ve geniş katılımlı Ulusal Diyalog Kongresi oluşturuldu.
Özellikle Güney Yemen’den katılan siyasetçiler ve kabile temsilcileri, birçok haktan mahrum kaldıkları gerekçesi ile ayrılık isteklerini dile getirmeye başladılar. Bu güçlü taleplerin etkisi altında sorunu biraz daha ertelemeyi amaçlayan bir “Çözüm Belgesi” ilan edildi. Belge, görünüşte Güney Yemen’i bütünün bir parçası haline getirmekte ama aslında diğer taraflarda yeni parçalanmalara imkan vermektedir. Her ne kadar Yemen tarihinde hiçbir zaman üniter bir devlet felsefesi geliştirilmemiş ise de federal yapıyı destekleyen ve sınırları belli olmayan bu yeni belge, Yemen’i Arap Baharı öncesine hatta geri götürecek tehlikeler barındırıyor.
Çözüm Belgesi adeta geçmişteki hataların bir tazminatı olarak Yemen’i beş, altı hatta gerekiyorsa daha da fazla federal bölgeye ayırıyor. Fakat bu belgenin ilan edildiği saatlerde bile Kongre’de temsilcileri olan kabile veya gurupların uzantılarıbu kavramlardan çok uzak bir anlayışla kendi aralarında savaşmaktaydılar. 2013 yılının son haftasında, onlarca gurubu temsil eden on yedi kişinin imzasıyla yayımlanan belgede ileri sürülen “Yeni Birleşik Yemen” yerine gelecekte bambaşka bir Yemen’in karşımıza çıkma ihtimali yüksektir.
Mesela bugünlerde Husiler, Selefileri bulundukları şehirden çıkarmışlar ayrıca Haşid kabileleri ile çarpışmaktadırlar. Husilerin temsilcisi durumunda olan Ahmed Şerefuddin’in öldürülmesi ise yeni Sünni-Husî tartışmalarını beraberinde getirecektir. Bu şartlarda “çözüm belgesi”nin dikkate alınması bir hayli zor olduğu gibi, Hadramut, Lahc, Me’reb vs. bölgelerinde de ayrılıkçı hareketleri cesaretlendirmiştir.
Yemen güvenlik sorunlarını aşamamıştır. El Kaide ve benzeri terör örgütlerinin bu coğrafyada kolayca varlık gösterebilmesini bahane eden ABD’nin insansız hava uçakları sivilleri tehdit etmektedir. Diğer taraftan Arap Baharı sonrası inisiyatif alan Körfez ülkeleri gözlemci olmayı sürdürmüş ama gerekli ve yeterli katkıyı sunamamışlardır. Yemen halkının yarısı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Yemen’in sınırlı kaynaklarının, hükümetin bölgelere adil dağıtması ve merkezi otoriteyi sağlayacak teşkilatlanmaya imkan verememesi,Yemen’in en temel çıkmazlarından biridir.
Her şeye rağmen Arap Baharı süreci Yemen’e çok şey kazandırdı. Siyasetten uzak geleneksel yapıların değirmen taşlarında ezilen halk, bağımsız siyaset yapma yolunda adım attı. Gençler ve kadınlar olmadan siyasetin yapılamayacağı gerçeği ortaya çıktı. Bu sürecin en azından Türk asıllı Tevekkül Karman gibi bir kadın aktivisti çıkarması bile Yemen tarihine kaydedilebilecek en büyük kazanımlardan birisidir.