Dev ilaç şirketleri devletlerden aşılama izni aldı. Dünya Sağlık Örgütü, şirketler ile hükümetler arasındaki lobi kampanyasının aktörü oldu. Bu aktörün açtığı yolda, yüz milyonlarca doz aşı paketi hazırlanıp yola çıkarıldı. Böylece aşı karşıtı kampanyalar tekrar gündeme oturdu. Türkiye’deki aşı karşıtlığını ortadan kaldırmak için 2019’da meclise sunulan teklifler, öncesinde Batı’da yaşanan gelişmelerin Türkiye’ye yansımasıydı. Türkiye halkı sosyal medyanın yayılmasından önceki yıllarda aşılarını yaptırırken Batı’da çoğu aşıya şüpheyle bakılıyordu. Batı’da ve özellikle Yahudi âleminin bir kısmında aşı karşıtlığı güçlü bir geleneğe sahiptir. Devletler, şimdi bu geleneği sona erdirmek için bir yandan sosyal medya şirketleriyle işbirliği yapmaya hazırlanmakta diğer yandan aşıları hazırlamaktadır. Peki, Covid aşıları için küresel şirketler global aşı ağını örerken aşı karşıtı grupların tezi nedir? İnsanlığın bugüne kadar kullandığı aşıların riski neydi? Bundan sonra ilk kez kullanılacak yeni aşı tiplerinin özelliği nedir?
Salgına Hazırlık Senaryoları ve Aşı Mecburiyeti
Eski bir alışkanlıktır; küresel kriz zamanlarında gözler bazı dergilerin kapak tasarımına kayar. Bu dergilerin kurucuları günümüz finans sisteminde hala aktör oldukları için böyle dergilerin kapak tasarımları ve editoryası tesadüflere pek açık değildir. The Economist gibi yüzlerce senelik küresel yayın organları, günümüzün sosyal medya yapılarıyla birlikte insanlığın gündemini ve hatta psikolojisini etkilemeye devam ediyor. The Economist’in son kapaklarından birinde 2021 senesini aşı yılı olarak göstermesi, yakında kurulması beklenen Biden Hükümeti ile sosyal medya devi Facebook’un aşılanmaya destek kampanyasında anlaşması ve hükümetlerin aşı siparişleri bütün dünyanın gündemini işgal ediyor. Bu ortamda birbirine tezat tezler milyarlarca insanın zihnini bulandırıyor.
20. yüzyılda aşılanma sayesinde pek çok hastalık türünden kurtulan insanlık, 21. yüzyıla corona virüs ile girmişti. Kasım 2002’de yayılan corona türü SARS virüs, aşı sektöründe yeni yatırımları gündeme getirdi. Artık kızamık, suçiçeği ve çocuk felci gibi aşılardan öte yeni aşı tipleri üzerinde çalışmalar yapılıyordu. İlaç sanayisindeki bu hareketlilik, istihbarat teşkilatları ve stratejik araştırma kuruluşlarında gelecek senaryoları geliştirme hareketliliğine de yol açtı. 2004’te ABD Milli İstihbarat Konseyi, “Küresel Geleceği Planlamak” isimli bir doküman yayınladı. Burada 2020 senesi için şöyle bir ifade geçiyordu:
“Küreselleşmenin gidişatı güçlü bir şekilde yolunda gidiyor. Ancak hızla yavaşlatılabilir, hatta durdurulabilir. Büyük bir küresel çatışma, ki pek ihtimal vermiyoruz, olmadıkça küreselleşmeyi durduracağına inandığımız diğer büyük gelişme 2020’de bir salgın olacaktır.”
Küresel siyasetin aktörlerine sunulan senaryo-raporlar, geçmişe dair veri analizini geleceğe dair komplolar üzerine fikir yürüterek yapılıyordu. 1 Kasım 2005’te Milli Sağlık Enstitüsü’nde konuşma yapan Başkan George W. Bush’un danışmanları tarafından önüne bırakılan konuşma metninde şöyle yazıyordu:
“Çoğu Amerikalı, her yıl binlerce insanın hastalanmasına yol açan solunum hastalığı grip ve influenzaya aşinadır. Pandemik (salgın) grip farklı bir şeydir. Bu salgın, yeni bir grip türü ortaya çıkınca insandan insana bulaşarak yayılan vakadır.
3 sene önce, SARS isimli daha önceden bilinmeyen yeni bir virüs Çin kırsalında çıkıp yayılmaya başlayınca bütün dünya influenza pandemisinin neye yol açacağını gördü. Enfeksiyon kapan bir doktor bu virüsü Çin’den çıkarınca salgın bir ay içinde Vietnam, Singapur ve Kanada’ya yayıldı.
Bir tespite göre, SARS salgını Asya ülkelerine 40 milyar dolara maloldu. Havacılık sektörü özellikle ağır yara aldı. Salgın başladıktan sonraki sene içinde Asya’ya uçuşlar % 45 düştü. Muhtemelen başka bir pandemi ile daha karşılaşacağız.
Bir grip salgını küresel sonuçlara yol açabilir ve hiçbir ülke bu tehdidi göz ardı edemez. Her millet bu salgın ile mücadelede mesuliyete sahibidir. Aşı sanayisinin liderleriyle görüştüm. Federal Hükümet ile çalışarak bu sanayiyi geliştirecekler. Böylece ülkemiz her türlü pandemiye karşı hazırlıklı olacak. Salgınla mücadele planlarını ülkemizde yayarak uygularsak, halkımızı kimyevi ve biyolojik silahlar saldırısına karşı da hazırlamış oluruz.
Hükümetin her kademesindeki yetkililer, tehlikeler ortaya çıkmadan önce onların önünü kesmek zorundadır ve Amerikan halkını en iyi şekilde yönlendirmelidir. Millet olarak şimdiden pandemik grip tehlikesini dikkatle ele almamız hayati bir meseledir.
Henüz ülkemizde veya dünyada grip salgını yok. Ama şimdiden hazırlıklı olmaz da pandemi çıkmasını beklersek o zaman çok geç olabilir. Ve bugün gerekli tedbirleri almazsak bir gün pek çok insan boş yere hayatını kaybedebilir.”
ABD Başkanı’nın bu sözlerinden dört sene sonra yeni bir pandemi başladı. 2009’da başlayan Influenza salgını (H1N1, domuz gribi) iddialara göre dünyanın altıda birine bulaştı ve 200 binden ziyade ölüme yol açtı. Aralık 2009’da H1N1 aşısı herkesin ulaşımına hazır hale geldi. İsteyenler aşılandı. Ancak sağlık hizmet sektöründen yapılan açıklamalar, virüsün her sene mutasyon geçirdiğini, aşılananlar sayesinde daha az ölüm ve acil vakaya yol açtığını, yıllık aşılanmaların devam etmesi gerektiğini tavsiye etti. Fakat bu tavsiyeler, bir nevi dayatma olarak görüldü ve her ülkede aşı karşıtlığına yol açtı.
Bill Gates’in 2010’daki meşhur TED konferansında ifade ettiği şu sözler, aşı karşıtlığına katkı sağlayacaktı:
“Dünya nüfusu bugün 6.8 milyar. 9 milyara doğru gidiyor. Eğer yeni aşılar ve sağlık hizmetlerinde şimdiden gerekli adımları atarsak bu rakamı yüzde 10 veya 15 gibi düşürebiliriz.”
Rockefeller Vakfı’nın küresel gelecek senaryolarına dair 2010’da yayınlanan dökümanları da patlak vermesi muhtemel bir pandemi ortamında yaşanacakları anlatıyordu. Buradaki öngörüler, 2020’de büyük ölçüde yaşanmaya başlayacağı için raporda imzası bulunan CIA ve diğer kurumların stratejistleri başarılı tespitler yaptığını söyleyebiliriz.
Başkan Obama, 2014’teki bir konuşmasında daha kötü bir pandemiye karşı hazır olmanın gereğinden bahsettiği gibi 2017’de Bill Gates bu kez Münih Güvenlik Zirvesi’nde konuşurken şunları söyledi:
“İster tabii olarak kendiliğinden ortaya çıksın ister saldırganların eliyle ortalığa yayılsın, uzmanlar havadan bulaşan patojenlerin bir yılda 30 milyon insan öldürebileceğini söylüyor. Ve aynı uzmanlar dünyamızın 10 – 15 sene içinde böyle bir tabloyla karşılaşacağını söylüyor.”
Bill Gates’in sözleri tartışmalara ve yeni şüphelere yol açtığı gibi Avrupa ülkelerinde aşı karşıtı kampanyaların sosyal medya üzerinden topluma daha fazla nüfuz etmesi düşündürücü olmaya başlamıştı. Avrupa’da yapılan kanuni düzenlemelerle 1,5 yaş altı çocuk aşıları (difteri, tetanos, boğmaca, kabakulak, kızamık, suçiçeği, hepatit, influenza) mecburi hale getirilmeye başlandı. Bu noktada Dünya Sağlık Örgütü aktif rol oynadı. 2014’te örgütün desteğiyle başlatılan Küresel Aşılama Planı (Global Vaccine Action Plan), Avrupa Aşılama Planı: 2015 – 2020 (EVAP) olarak uygulamaya geçirildi. Çoğu Avrupa ülkesinde çocuk aşılarının hepsi birden mecburi değildi. EVAP uygulamasının hedefi, tavsiye yoluyla aşılanmayı yaymaktı ancak hükümetler 2020’ye varmadan tavsiye aşamasını terk edip mecburiyet aşamasına geçtiler. Çünkü sağlık bakanlıklarının faaliyetine rağmen 2016 öncesinde tavsiye ve reklam yoluyla hedeflenen aşılama oranına ulaşılamadı. Özellikle İtalya’da aşı oranları yükselmek yerine düşüşe geçmişti. İtalya, aşı karşıtı bütün kampanyalara rağmen 2017’de bu aşıların çoğunu mecburi kılan bir karar aldı.
Bulgaristan, Hırvatistan, Macaristan, Çekya, Slovakya, Polonya, Fransa gibi ülkeler çoğu çocuk aşısını zorunlu yaptı. 2018’de Avrupa’da İtalya’nın da dahil olduğu kızamık salgınının aşılanmamış insanlarda görüldüğü haberleri basına yansıdı. Dünya Sağlık Örgütü, 2017’de 25,863 kızamık vakası yaşandığını, bu rakamın 2018’de 82,596’ya yükseldiğini yayınladı. Avrupa’da 72 ölümlü vaka yaşanmıştı. Vakaların Ukrayna, İtalya ve Fransa’da yaşanmasından sonra Almanya’da çocuğunu kızamık aşısı yaptırmayanlara para cezası gündeme getirildi. Kasım 2019’da Alman basınına yansıyan haber şöyleydi:
“Mart 2020’den itibaren çocuğunu anaokulu veya okula gönderecek ebeveynler çocuğa kızamık aşısı yaptırdığını ispatlamak mecburiyetinde olacak.”
Almanya’daki bu karardan tam bir sene sonra, Kasım 2020’de Fransa’da yapılan bir araştırma, halkın yarısının Covid aşılarına şüpheyle baktığını gösterecekti. 2020’de yeni aşı tartışması kızamık veya çocuk aşıları değil, küresel pandemi olacaktı.
Covid çıkmadan önce Avrupa’da aşı karşıtlığını sona erdirmek için atılan hukuki adımların Türkiye’ye de yansıdığını söyleyebiliriz. CHP Ankara Milletvekili G. Taşcıer, meclise sunduğu teklifinde on üç hastalığa karşı ücretsiz ve veli rızası alınmadan aşı yapmanın zorunlu olmasını istedi. CHP’li vekilin basın açıklaması şöyleydi:
“Sağlık Bakanlığı rakamlarına göre 2011 yılında ailelerin aşıyı reddetmesi nedeniyle aşı olmayan çocukların sayısı sadece 183’tü. Ama bu sayı 2017’ye gelindiğinde 23 bine çıkmış durumda. İki yıl daha geçti ve bu sayı çok daha arttı. Bu yanlış bilinç salgını, açıkça halk sağlığını tehdit ediyor. Aşı karşıtları birçok argüman ortaya atıyor ama hiçbirinin bilimsel gerçekliği bulunmuyor. Örneğin aşıların otizme yol açtığı gibi hiçbir kanıtı olmayan düşünceler, insan vücuduna zararlı maddelerin olduğu gibi yanlış bilgiler var… Bu soruna karşı gerek Anayasa gerekse uluslararası hukuk metinleri devletlere görevler yüklemiştir. Dolayısıyla günden güne artan aşı karşıtlığının önlenmesi için eğitimin yanında yasal düzenlemelere ihtiyaç olduğu açıktır.”
Milletvekili Taşçıer’in teklifi veya Meclis’e sunulan diğer benzer kanun tekliflerinin Covid öncesinde gizli bir aşı kanuna yol hazırladığı yorumları pek mantıklı değildir. Bu teklifler muhtemelen, Anayasa Mahkemesi’nin 2015’te “ebeveynlerin çocuklarına aşı yaptırmama ya da yapılmasını reddetme hakkı” tanımış olmasını hedef alınmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin hükümete karşı aldığı bu karar sonrasında Türkiye’de başlayan yeni tartışmaya göre, Batılı ülkelerde aşı zorunlu değilken Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’nın anne adaylarını, bebek ve çocuklarını yirmi çeşit aşıya zorlaması kabul edilemez idi.
Bütün bu açılardan baktığımızda, Batı’daki gelecek senaryolarını ve aşılama faaliyetlerini sağlık sektöründe devrim yapacak küresel bir salgına hazırlık aşamasında yapılan çalışmalar olarak görebiliriz. Çünkü bu dökümanlarda imzası bulunan isimler küresel şirketler, araştırma kuruluşları veya istihbarat dünyasında kariyer sahibi kimselerden oluşmaktadır. Böyle kimseler, farklı dinlerden, ideolojilerden ve milletlerden kitlelerin aşılara şüpheyle bakışı ve pandemi karşısında nasıl tepki göstereceklerini araştırmaktadırlar.
Aşı Karşıtı Yahudi Gruplar
Fransa’nın Covid ile mücadele komisyonunun başında Yahudi kökenli Biyolog Prof. Dr. Alain Fischer bulunmaktadır. Fischer, adeta bütün Fransa’yı ilaçlar gibi toplumu aşılama tezini savunmaktadır. Ancak her toplumda olduğu gibi Yahudi aleminde de aşılara bakışta bölünme göze çarpmaktadır.
İsrail’in en büyük hastanesi Şeba Medikal Center’da ve Tel Aviv Üniversitesi’nde yaptığı çalışmalarıyla bilinen meşhur immünolog Yehuda Shoenfeld, aşı karşıtı gruplardan atıf ve alkış almaktadır. Shoenfeld’in aşı karşıtlığı akademik ortamlarda iz bırakmış görünmektedir. 2011’de yayınladığı bir makalesinde, bağışıklık reaksiyonunu yükseltmek için aşılara katılan alüminyum bileşenlerin vücuda yapacağı etkileri ele almıştı. Yehuda Shoenfeld ve aşı karşıtı bazı bilim adamları Dünya Sağlık Örgütü tarafından hedef alınacaklardı.
Alüminyumun insan sağlığına etkileri üzerine ihtisas yapan İngiliz Kimyager Christopher Exley, aşılardaki alüminyumun otizme yol açtığını savunduğu için araştırma burslarını kaybetti. Yükseklisans ve doktorasını Kudüs’teki İbrani Üniversitesi’nde yapan Kanadalı nörolog Christopher Ariel Shaw, 2011’de yayınladığı iki farklı raporunda alüminyum içeren aşıların otizm sebebi olduğunu iddia etmişti. Aşı karşıtı bilim adamlarının tezine göre; difteri, tetanoz, boğmaca ve hepatit aşılarının alüminyum içeriyor olması bazı çocukların gelişimine zarar veriyordu. Dünya Sağlık Örgütü, Shaw’un iki raporunu yalanladığı gibi bu tezleri çürütme yolunda pek çok araştırma yapıldı. Nihayet Nature dergisinde yayınlanan (4 Haziran 2020) bir makale, covid aşılarında alüminyumun kritik rol oynayacağı tezini savunmuştur ve tıp dünyasında alüminyum içerikli aşılara şüpheli bakışlar nispeten tarih olmuştur.
Science dergisi, Kasım 2019’da, İsrail’deki aşı karşıtlığını özetleyen bir makale yayınladı. Buna göre, İsrailli aşı yanlısı bilim insanları, ülkenin itibarlı tıp dergilerinde aşı karşıtı makale yayınlanmasına tepki olarak bazı pozisyonlardan istifa etmişlerdi. Yehuda Shoenfeld, tepkilere yol açmaya devam ediyordu. Shoenfeld, ABD’de bazı Yahudi kuruluşlardan da destek alıyordu.
ABD – İsrail ilişkilerinde büyük aktör olan lobi kuruluşu AIPAC’in alternatifini kurmaya çalışan sol tandanslı bir Yahudi grup, 2008’de ‘J Street’ isimli bir lobi müessesesi kurdu. Bu kuruluşla irtibatlı olarak İsrailli muhafazakarların ve Netanyahu Hükümeti’nin karşısında yer alan bazı Yahudi ailelerin desteklediği Dwoskin Vakfı, aşı karşıtı yayınlara destek sağlamaktaydı. Bu yayın ve propagandalarda alüminyumlu aşıların otizmle alakasına özellikle dikkat çekilmiştir.
2018’de ABD’de bazı salgın türlerinin görülmesiyle aşıların önemi ve aşılara karşı çıkanların görüşleri tekrar gündeme geldi. Kızamık ve grip aşılarına itiraz eden bazı gruplar, aşılanmayı reddediyordu. Basındaki haberlere göre, bu insanlar, dini inançları veya şahsi görüşlerine göre böyle bir tercihte bulunuyordu. Pek çok Yahudi’nin aşı yaptırmıyor olması toplum sağlığına karşı tehdit olarak görülüyordu.
2018’in son çeyreğinde ABD’nin bazı bölgelerinde görülen kızamık salgını, özellikle New York’taki Yahudi cemaatlerinde görülen vaka artışı eyalette gündem oldu. New York City Sağlık Departmanı’na göre, İsrail’deki halkın bir kesimi kızamık aşılanmasına karşı durduğu için buraya gidip gelen New York Yahudilerinin çocukları virüs kaparak hastanelik olmaktaydı. Dolayısıyla New York’taki vaka sayılarını artıran virüs, İsrail’den geliyordu. 2018’de Avrupa’da 60 bin kızamık vakası görülmüştü. ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi’ne göre, ABD’ye kızamık virüsü, aşılanmadan yurtdışına gidenlerin dönüşünde ülkeye taşınıyordu.
2019 başlarında Dünya Sağlık Örgütü, aşı karşıtı hareketlerin yeni yılda insanlığın sağlığını riske atacak 10 tehditten biri olacağını ilan etti. Yılsonunda küresel pandemi Çin’de ortaya çıktı. Aşı tartışmaları da yeni pandemiyle birlikte tekrar gündeme oturdu. Trump’ı destekleyen sağcı-muhafazakar Amerikalıların bir kısmı, Vatikan’ın bir kanadı ve bazı cemaatler aşı lobisinin gizli hesapları bulunduğunu savundular. Bu görüşler, her ülkede belli bir kesimin yeni aşılara şüpheyle bakmasını sağladı.
Alüminyum ve koruyucu tiyomersal içeren aşıların çocuk gelişimini zararlı etkiledikleri ve otizme yol açtığı iddiaları, aşı karşıtı grupların tezinde temel dayanak noktası olmaktaydı. Bazı araştırmalara göre 1980’lerden itibaren otizmin hızla arttığı tespit edilmişti. Ancak aşı karşıtı bilim adamlarının yayınları Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere bilim dünyasında tepkilere yol açtı. Tıp dünyasındaki bölünmüşlük, bilimin tabiatı ve analiz metotlarındaki görüş farklılığı gereği gayet normaldi ancak aşı karşıtı araştırmacıların yayınlarının dikkat çekici bir şekilde yayından kaldırılması ilginçti. Akademik anlayış, bu yayınlardaki tezler çürütülmüş olsa bile yayından kaldırılmamış olmasını gerektirmez miydi? Bu tartışmalar ayrı bir konudur.
Yeni Tip (Covid) Aşıları ve Çin’in Yeni Gücü
BBC, kısa süre önce RNA tip aşıların ilk kez insanlara yapılacağını haber yaptı. RNA aşıları, virüsün genetik kodunu kullanarak aşılanan vücudun virüse bağışıklığını sağlamaya çalışıyor. Bazı hastalıkların tedavisi hariç bu tip ilaçlar insan bedenine enjekte edilmiyordu. Ancak İngiltere, Almanya, İsveç ve ABD’de geliştirilip Dünya Sağlık Örgütü’nden destek alan Covid aşıları, RNA tip aşılar oldu. Bu da aşı dünyasında bir devrim yaşandığını göstermektedir. Türkiye’nin sipariş ettiği Çin projesi aşılar ise RNA değildir.
CNN, (2 Aralık tarihli haberinde), Türkiye ve Brezilya’nın Çin’den sipariş ettiği aşıların önemine dikkat çekti. Habere göre, Çin, pandemi başında dünyaya virüs yayarak sahip olduğu kötü yönetim imajını bundan sonra dünyaya yayacağı aşılarla düzeltecek. CFR stratejistlerinden Yanzhong Huang, Çin aşılarının küresel siyasette Pekin’e güç kazandıracağını düşünüyor.
Pekin’deki Sinovac Biotech şirketi, Türkiye’den 50 milyon doz; Brezilya’dan 46 milyon doz aşı siparişi aldı. Şirket, Endonezya’ya da aşı konsantresi ihraç edecek. Çin Ordusu ile işbirliği yaparak aşı geliştiren CanSino Biologics şirketi ise Meksika’ya 35 milyon doz gönderecek.
Çinli CNBG ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında aşı projesi görüşülüyor. Bu şirketin 2021’de 1 milyardan fazla doz üretmesi hedefleniyor. Şirketten yapılan açıklamaya göre, Çin aşıları Çin halkından ziyade diğer ülkelere gönderilecek. Çin halkının virüsü atlattığı tezini savunan Çinli şirketler, böylece iç piyasa yerine daha karlı olan ve Pekin’e de güç kazandıracak olan dış piyasaya büyük satışlar yapmayı hedefliyorlar.
Ekim’de Dünya Sağlık Örgütü ile işbirliği halinde fakir ve gelişmiş ülkelere aşı tedarik projesini üstlenen Çin’in böylece küresel siyasette “Sağlık – İpek Yolu” açacağı ifade ediliyor. Çin aşılarının ilk müşterilerinden Brezilya’da 2022’de yapılacak olan başkanlık seçimlerinde aşılar günlük siyasetin ana başlıklarını geride bırakmaya başladı. Çin karşıtı başkan ile seçimde karşısına çıkması beklenen rakibi arasında Çin aşıları ülke siyasetinde gündeme oturmuş bulunuyor. Çin’in şimdilik büyük müşterisi olarak görülen Türkiye’nin 2023’e milli sağlık açısından nasıl gideceği burada önem arz etmektedir.
Çin aşıları, Batılı şirketlerin geliştirdiği aşılar gibi soğuk depolama gerektirmediğinden fakir veya gelişmekte olan ülkeler için daha uygun görülüyor. Bu açıdan bakıldığında, İngiltere’nin almayı düşündüğü aşılar -20 ila -75 derecede nakliyat ve depolama gerektirirken Türkiye’nin Çin’den alacağı aşılar fazla soğuk ortama ihtiyaç duymuyor. Ortadoğu, Afrika ve Güney Amerika ülkeleri şimdilik Çin aşısına pazar olacak görünüyor.
Aşılar sadece ilaç sanayisini değil medya şirketleri ile hükümetler arasındaki işbirliğini de doğrudan ilgilendirmektedir. Sosyal medya devi Facebook’un Biden ekibiyle Covid aşılarının reklamını yapmak için anlaştığı açıklandı. Şirket, Ekim’de yaptığı açıklamada, aşı karşıtı paylaşımlara izin vermeyeceğini bildirmişti. Bu gelişmeler, yakın gelecekte aşı karşıtlığının insan hayatını tehdit eden bir radikallik olabileceğini ve hükümetler tarafından kanunen yasaklanma ihtimalini göstermektedir. Batı’da bu “radikalliğe karşı” geçmişte “İslamcı terör” ile mücadele edildiği gibi mücadele verileceği tartışılmaktadır.
Covid-19 aşıları için öne çıkan ve ilklere imza atan bir ülke olarak İngiltere, devlet eliyle halkın büyük ölçüde aşılanmasını 2021 içinde tamamlamayı planlıyor. İngiliz Hükümeti, sosyal medya ve internette aşı karşıtlığıyla mücadeleye hazırlandığını belirtti. İngiltere, 100 milyon doz Oxford – AstraZeneca; 40 milyon doz Pfizer – BionTech; 5 milyon doz Moderna’dan aşı siparişini masaya yatırdı. Dikkate şayandır ki İngiliz finansörler Çin sanayisine yatırım yaparken ve 5G altyapısında İngiltere – Çin hattında müzakereler yapılmışken aşılar konusunda Britanya’nın henüz Çin’e Pazar olmadığı görülmektedir.
Rusya, geliştirmekte olduğu aşıya Sputnik-5 ismini vermiştir. Sputnik-1, Soğuk Savaş’ta uzaya fırlatılan dünyanın ilk suni uydusu idi. Sovyet yapımı füze ve uydu sisteminin bugün beşincisi, Sputnik-5 ismi, bir füzeye değil aşıya verilmektedir. Bu, Moskova’da aşıya füzeler kadar önem verildiğini göstermektedir.
Fransız Hükümeti, “Aşılama Stratejileri Konseyi” ismiyle yeni bir departman kurdu. Bu kurumun hedefi, ülkede aşı karşıtı yayınlar ve hükümet karşıtı gösterilerin yeniden güçlenmeye başladığı bu günlerde halkı ve bilim dünyasını aşılanma yolunda buluşturmak olarak belirlendi. Konseyin başkanı Biyolog Prof. Dr. Alain Fischer, “aşıların etkili olabilmesi için güven ortamı gerekiyor” diyerek Covid ile mücadelede hedefe ulaşmak için toplumun büyük ölçüde aşılanması gerektiğini söylemektedir.
Türkiye’nin Geleceği ve Savunma Gücü
Bill Gates’in dediği gibi “ister tabii olarak kendiliğinden ortaya çıksın ister saldırganların eliyle ortalığa yayılsın” virüsler insan sağlığını tehdit eden silah pozisyonuna ulaştıysa, bu silahları vuracak olan silahların nerede üretildiği ve nasıl nakledildiği stratejik önem arz etmektedir.
G-20 Zirvesi’nde Alman Şansölye A. Merkel, aşıların gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde adil şekilde dağıtılması gerektiğine dikkat çekmiştir. “Adil dağıtım” tabiri ülkelerin milli çıkarları ve şirketlerin kar oranlarına bağımlı olduğuna göre, Türkiye’nin yerli aşı çalışmaları ve sonuçları Türk halkının istiklali ve istikbali için hayati memat meselesi olabilir.
Milli Muharip Uçak (MMU; TF-X) projesiyle beşinci nesil (yerli) savaş uçaklarında F-35’e sadece ortak değil aynı zamanda rakip olan Türkiye, milli savunma alanlarını yerli aşıyla destekleyemezse geleceğe güvenle bakamaz. Soğuk Savaş’ta Sovyet füzelerine karşı Amerikan hava kalkanları altında yer tutan Türkiye, aşısız kalırsa yeni dünya düzeninde kalkan aramak zorunda kalacaktır. Türk Hükümeti şimdilik Çin’den sipariş vermekte, Alman aşılarıyla ilgilenmektedir. Türk halkı, aşı reklamcılığına da aşı karşıtlığına da dikkat etmeli; Türk bilim dünyası geleceğin RNA teknolojili silahlarına hazırlanmalıdır.