İsrail’in Filistin’i işgal politikaları, “Yüzyılın Anlaşması” olarak tanıtılmaya çalışılan ancak bölgede “yüzyılın dayatması” olarak karşılık bulan ABD Başkanı Trump’ın desteklediği Ortadoğu planı ile sürdürülmek isteniyor. Bu plan İsrail’in kuruluşundan bugüne işgal politikalarının yeni bir aşaması olarak değerlendirilebilir. Netanyahu ile Mavi-Beyaz İttifakı lideri Gantz’ın imzaladığı koalisyon anlaşmasına göre, İsrail Başbakanı’nın, 1 Temmuz’dan itibaren Batı Şeria’daki yasa dışı Yahudi yerleşim birimleri ve Ürdün Vadisi’nin “ilhakını” kabine veya meclisin onayına sunması planlanıyor.

İsrail, Filistin’i parça parça işgal ederken; Netanyahu’nun Batı Şeria ilhak planı, İsrail iç siyasetinde ciddi görüş ayrılıklarının olduğuna işaret ediyor. Ancak Filistinli gruplar aralarındaki ihtilaflara son verip bir uzlaşı zemininde hareket etmedikleri sürece bu görüş ayrılıkları, istenilen sonucu ortaya çıkarmayacaktır. İsrail’in sınır tanımaz işgal politikalarına son vererek iki devletli çözüm ya da adil bir uzlaşı arayışında olmadığı tarihsel olaylarla oldukça açık bir şekilde görülmektedir. Hal böyleyken mevcut durumda Filistin’de işgal politikalarının sona ermesi noktasında İsrail tarafının bir isteğinin olmadığı gibi bir katkısının olmayacağı da açıktır.  İsrail’in işgal politikalarının sınırları, öncelikli olarak Filistin’in işgale karşı gösterdiği iç dirence bağlıdır. Ardından Batı Şeria konusunda İsrail iç siyasetinde yaşanan parçalanmışlık ve görüş ayrılıkları Filistin işgalinin önüne geçebilecek önemli bir faktör olarak değerlendirilebilir. Son olarak da bölgesel ve küresel aktörlerin takındıkları tavrın İsrail’in hukuk tanımaz politikalarını dengelemek için bir katkı sunma potansiyeli olduğu söylenebilir. Ancak şu ana kadar uluslararası aktörlerin genel olarak İsrail’in Filistin’de uyguladığı zulüm politikalarına sessiz kaldığı görülmektedir. Bu sessizliğin sonucu olarak da Filistin’in 1948’den bu yana haritalarda gösterilen toprakları yavaş yavaş ortadan kaybolmaktadır.

Son dönemde İsrail ve dünya basınından yansıyan bazı haber ve analizler, Batı Şeria’nın ilhakı konusunda İsrail iç siyasetinde bir parçalanmışlığın olduğuna işaret ediyor. Bu parçalanmışlık Filistinli grupların birlik içinde hareket etmesiyle desteklenebilirse, Filistin topraklarında barışa dair umutların yeniden yeşermesi mümkün olabilir. 

Yüzyılın Dayatması ile Ortadoğu’da Artan Gerilim ve Olası Tepkiler

2018’de Trump’ın açık desteğiyle ABD’nin Tel Aviv’deki büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması sonrası gelişen süreç yeni bir işgal planının ilk adımının atıldığına işaret ediyordu. Bu plan dünyadan yeterli desteği bulamıyor görünse de, bazı Körfez ülkelerinin sessizliği ve İsrail ile geliştirmiş olduğu ilişkiler plana ciddi bir destek mahiyetindeydi. Bu destek ilk etapta oldukça güçlü bir şekilde yansıtılsa da zamanla destek vermeyi güçleştiren gelişmeler gözlendi. Suudi Arabistan ve BAE, Filistin politikasında bölgeden tepki alacak eylemlerden uzak durmaya çalıştıkları gibi söylemsel düzeyde de daha dikkatli davranmaya başladılar. Bugün gelinen noktada bu desteğin perde arkasında devem ediyor olması muhtemel görünse de desteğin ilk etaptaki atmosfere nazaran zayıfladığı söylenebilir. Desteğin zayıflamasında ise, ABD-Körfez ilişkilerinin İran’a karşı tutum konusunda beklenen performansı gösterememesi ve özellikle BAE’nin İran konusunda geri adım atması sonrası yaşanan bazı sıkıntıların etkili olduğu söylenebilir. Benzer şekilde Katar’a uygulanan ambargonun başarılı olamaması ve Suriye’de BAE’nin Esed rejimine verdiği desteğin ABD’nin Ceaser Yasası ile Beşar Esed ve çevresine sert ekonomik yaptırımlarla karşılaşması ABD ile bazı Körfez ülkelerinin politikalarında uyumsuzluğun bazı işaretleri olarak belirtilebilir. Ayrıca Libya’da ABD’nin Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne göz kırparak BAE’nin Libya’daki faaliyetlerini sorgulatır hale getiren girişimleri de, ABD’nin özellikle BAE ile ilgili son dönemde duyduğu rahatsızlığın bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

Tüm bu gelişmelerle birlikte Ortadoğu’da yakın dönemde iki temel gelişme üzerinden bölge siyasetinde önemli değişikliklerin olması beklenebilir. Bunlardan birincisi Türkiye’nin Libya ile imzalamış olduğu mutabakat, ikincisi ise İsrail’in Batı Şeria ilhak planıdır. Bu iki gelişme sonuçları bakımından bölge için yeni bir süreci beraberinde getirebilir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de deniz sınırlarını belirleme yöntemine yeni bir perspektif getirerek deniz yetki alanlarının paylaşımı noktasında İsrail ve Mısır’ın daha fazla alana sahip olması durumu, bölgede yeni bir denge arayışını beraberinde getirmiştir. Benzer şekilde İsrail’in Batı Şeria ilhak planının Filistinli gruplar ve bölgede bu kararın karşısında olan ülkelerden göreceği olası tepkiler bölgede yeni bir değişim rüzgarının esmesine neden olabilir.

Bu noktada Foreign Policy dergisinde nisan ayında yayınlanan bir makale İsrail’in Batı Şeria ilhak planına ilişkin önemli değerlendirmelerde bulunmuştu.1 Makalede, İsrail’in içinden asker, siyaset adamı ve uzmanlardan oluşan bir ekip, Batı Şeria’yı ilhak etmenin İsrail’in ulusal güvenliğini tehdit edeceğine vurgu yapıyor ve Netanyahu’yu bu planı uygulamaktan vazgeçmeye davet ediyordu. Batı Şeria ilhak planının İsrail’in ulusal güvenliğini nasıl tehdit edeceğini, planın yürürlüğe girmesi halinde olası tepkileri değerlendirerek izah ediyorlardı. Mısır’ın İsrail ve Hamas arasındaki ilişkide şiddeti önleyici rolü olduğu ve ilhak sonrası Sisi yönetiminin halktan gelen tepkilere duyarsız kalamayacağını belirtiyorlardı. Buna ek olarak, Türkiye’nin deniz yetki sınırları ile oluşturduğu yeni koşullarda Mısır’a daha geniş deniz sınırları sunan ancak buna rağmen Mısır’ın milli menfaatlerinden feragat eden bir Sisi yönetimi profilinin Mısır’da eleştirilmesi de eklenebilir.

Diğer bir açıdan Ürdün Krallığı’nın Batı Şeria konusunda oldukça hassas olduğu ve Ürdün’ün bölgede birçok tehditten uzak kalma anlamında İsrail’e stratejik bir derinlik sağladığı belirtiliyor. Ayrıca salgının etkileri ve petrol fiyatlarının düşmesi nedenleriyle Körfez’de iç istikrar endişelerinin artabileceği ve pek çok ülkenin yönetimi konsolide etmek için halktan gelen tepkilere duyarsız kalamayacağı belirtiliyor. Batı Şeria’nın ilhak edilmesi halinde Filistin’de belli bir uzlaşı alanı olan gruplarla da uzlaşının kaybedileceği ve tüm Filistinli grupların tepkisine maruz kalınacağı ve bu bölgede kontrol ve yönetimin daha da zorlaşacağı belirtiliyor. Tüm bu gerekçelerle İsrail içinde etkin görevler almış İsrailli’ler, Batı Şeria ilhak planını “pervasızca bir hamle” olarak tanımlayıp bu hamlenin geri dönüşü olmayan sonuçlar doğurabileceği uyarısı yapıyorlardı. Bu makaleyi kaleme alanlar İsrail’in istihbarat servisi Mossad’ın eski Başkanı Tamir Pardo, İç İstihbarat Servisi Şin Bet’in eski Başkanı Ami Ayalon ve emekli üst düzey General Gadi Shamni’den oluşmaktadır. Bu makaleyi yazanlara ek olarak Foreign Policy, New York Times, Washington Post, Guardian, The ​Atlantic, ve Foreign Affairs gibi platformlarda bölge ile ilgili analizler yapan gazeteci Neri Zilber, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda ilhaka karşı çıkanları listeledi.2  Bu listede Gadi Eisenkot, Amos Gilead, Amos Yadlin, Poly Mordecahi, Yoram Cohen, Dan Halutz, Avi Mizrachi gibi İsrailli eski general ve istihbarat yetkilileri yer alıyordu. Bu uyarıları yapan İsrailli yetkililerin önemli görevlerde bulunmuş olması da ayrıca dikkat çekmektedir.

İsrail’in içinde Batı Şeria ilhakı konusunda gelen uyarılar Netanyahu yönetimin elini zayıflatan gelişmeler olarak değerlendirilebilir. Ayrıca yapılan analizlerin bölgenin güvenliği açısından önemli bir karşılığı olduğu üzerinden durmak gerekir. Çünkü yapılan analizlerde İsrail’in artırdığı tansiyonun Filistin tarafında beklenmedik tepkiler doğurabileceği belirtiliyor. Netanyahu ve Gantz’ın Batı Şeria konusunda görüş ayrılıkları olduğunu yansıtan haberler3, İsrail’de oldukça zor ve uzun bir sürecin ardından kurulan koalisyon hükümetinin kırılganlığını4 gözler önüne sermektedir.

İsrail dışından ilhaka ilişkin tepkiler de gelmeye devam ediyor. Türkiye’nin güçlü bir şekilde karşı çıktığı ilhaka son olarak İngiltere Başbakanı Boris Johnson şiddetle karşı olduklarını ve ilhakın uluslararası hukukun ihlali anlamına geldiğini açıkladı. Almanya, Fransa ve Avrupa Birliği, Ürdün ve ABD’de Demokrat Parti ilhaka karşı çıkanlar arasında. ABD’li Demokrat Senatör Dianne Feinstein, Netanyahu’ya bir mektup göndererek İsrail’in Batı Şeria’da tek taraflı bir ilhak girişiminde bulunmaması çağrısı yaptı. Yukarıda belirttiğimiz gerekçeler doğrultusunda Suudi Arabistan ve BAE ilhaka söylem düzeyinde karşı çıktıklarını belirtmek durumunda kalsalar da, bu tutumun İsrail’e bir etkisi olduğunu söylemek oldukça zor.

Filistin’de İsrail İşgalinin Durması Filistinli Gruplar Arası Uzlaşıya Bağlı

Sonuç olarak İsrail’in Filistin’i işgal politikaları, Filistinli grupların bir araya gelerek verecekleri mücadeleler sonucunda önemli bir aşama kaydedebilir. Son dönemde İsrail iç siyasetinin kırılganlığı ve Batı Şeria ilhakına karşı çıkanlar Filistinli gruplara önemli bir fırsat sunuyor. Filistin dışında İsrail politikalarının karşısında olanların Filistinli gruplarla birlikte uluslararası zeminde bir yol haritası belirleyerek atacakları adımlar İsrail işgalinin önünde durabilecek tek yol olarak belirmektedir. Çünkü ABD gibi küresel bir güç, bugün politikalarını Netanyahu politikaları üzerinden sürdürmekte ve başka bir çözüm olasılığı bırakmamaktadır. Ayrıca Filistinli grupların şimdiye kadar birbirleriyle mesafeleri de İsrail’e önemli fırsatlar sunmuştur. Batı Şeria ilhakı sonrası Filistinli grupların geleceğe dönük varlığının tehlikeye gireceği düşünülürse, Filistinli grupların aralarındaki ihtilafları sona erdirmesi kaçınılmaz bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda İsrail işgalinin durdurulması ve bölgede barışın sağlanması için Filistinli grupların kendi içinde barışarak ittifak etmesi ve Filistin’e destek veren uluslararası aktörlerle somut ve sürdürülebilir bir yol haritası çizmesi bir zorunluluk haline gelmiştir.