Yaklaşık 75 senedir Filistin topraklarında bir ur gibi büyüyen İsrail işgaline ve bu işgalin meydana getirdiği sorunlara, problemin tarihindeki farklı gelişmelerle mukayese ederek bakmak süreci anlamlandırmada önemli ipuçları verebilir. Bu bağlamda, örneğin, geçmişte yaşanmış büyük dönüm noktalarından olan 1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşları Filistin direnişinin ve bölgedeki Arap devletlerinin yaşadığı dönüşümü görme bakımından kritik dönemeçlerden biridir.

1973 Arap-İsrail Savaşı’nın hemen akabinde Filistin’i destekleyen petrol üreticisi Arap ülkelerinin İsrail’i destekleyen ülkelere petrol ambargosu uygulaması bölgedeki gelişmelerin seyri bakımından oyun değiştirici bir rol oynamıştı. Geçmişteki bu cüretkar politikalarla bugünkü ürkek ve cılız tepkileri karşılaştırınca Arap ülkelerinin siyasetindeki büyük fark ve yaşanan kırılma rahatlıkla görülebilir.

1960-70’li yıllarda Filistin tarafının, İsrail’in işgal politikalarına karşı daha çok Mısır ve Suudi Arabistan gibi Arap devletlerinin tavırları ile mutabık bir siyaset geliştirme ihtiyacı bunda etkiliydi. Sadece Filistin tarafı değil, İsrail işgal rejimi de bağımlılık ilişkisi açısından en azından bugünkü kadar ABD ve bazı Batılı ülkelerin desteklerine muhtaç durumdaydı. Bir farkla ki; ilerleyen yıllarda Filistinli gruplar Arap ülkelerine bağımlılığını azaltıp kendi özgün potansiyellerine daha çok dayanmaya başlarken, İsrail ise bu süreçte kendisine destek veren büyük güçlere ve Siyonist sermaye ile ABD askeri yardımlarına daha fazla bağımlı hale gelmiştir.

Özellikle Hamas’ın 2006 yılında iktidara gelişi sonrasında Filistinlilerin değişen meşruiyet temelleri, birçok Arap ülkesi tarafından ihtiyatla karşılanmıştır. Bu süreç içinde Hamas liderliğinde Arap dünyasında kendine daha sağlam bir yer edinmeye çalışan Filistin liderliğinin zayıfladığı, İsrail’in hukuk dışı uygulamaları nedeniyle cılız eleştiriler dışında çok fazla tepki görmediği bir sürece girilmiştir.

Arap dünyasında marjinalleştirilen Filistinlilerin 7 Ekim’deki Aksa Tufanı operasyonu bu anlamda önemli bir tarihsel dönemece denk gelmiş ve 1973 Savaşından bu yana, kısa süre içinde İsrail en büyük psikolojik, askeri ve insani kaybı yaşamıştır. Hamas’ın askeri kanadı, herhangi bir devletin açık desteği olmamasına ve sınırlı imkânlarına rağmen İsrail’e büyük bir şok ve yenilgi yaşatarak Arap ülkelerine rağmen ayakta kalabildiğini göstermiştir.

Arap Ülkelerinin Değişen Tutumu

Haziran 1967 savaşında İsrail’in Sina yarımadası, Golan Tepeleri, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’ü işgali ile birlikte Mısır lideri Cemal Abdünnasır’ın şahsında prestij kaybına uğrayan Arap milliyetçisi politikaları, Filistin için yeni ideolojik arayışları büyütmüştü. Bu anlamda Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın alternatif dış politik yaklaşımları Filistinliler arasında biraz daha işitilir olmuştur.

Savaşta, Mısır, Süveyş Kanalı’nı kapatmış, Irak, Libya, Suriye, Cezayir ve Kuveyt, gibi petrol üreten Arap ülkeleri ABD ve İngiltere’ye petrol ihracatını durdurmuş ve bu iki ülkeyle diplomatik ilişkilerini kesmişti. Gözlerin Arap dünyasının en büyük petrol üreticisi durumundaki Suudi Arabistan’ın üzerine çevrildiği bir sırada, Riyad yönetimi krizde Arap kararlarına destek verdiklerini ve İsrail’e yardım eden herkese petrol akışını keseceğini söylediyse de uygulama alanına aktarmamıştı.

İlerleyen dönemde ortak politika belirleme konusunda daha iyi bir sınav veren Arap liderleri Sudan’ın başkenti Hartum’da bir araya gelmişti. Abdünnasır’ın, zirve sırasında İsrail’e karşı savaşma, silahlı kuvvetleri yeniden kurma gibi hararetli söylemine Suudi Kralı Faysal’ın öncü olmasıyla diğer Arap petrol devleri de destek vermiştir. Bu birlikte alınan kararlar “Üç Hayır” olarak adlandırılan politikaların gelişmesini sağlamıştır. Bu politikalar; İsrail’in tanınmasına hayır, İsrail ile barışa hayır ve İsrail ile doğrudan müzakerelere hayırdır.

Yukarıdakinden daha somut bir işbirliği 1973 Arap-İsrail Savaşı’nda gerçekleşmiştir. Başta Filistin olmak üzere işgal altındaki Arap topraklarını kurtarmak üzere Mısır ve Suriye’nin ortaklaşa giriştiği bu savaş sırasında toplanan petrol üreten Arap ülkeleri, Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Örgütü (OAPEC) adıyla yeni bir örgütlenme kararı almıştı. Bir sonraki gün OAPEC, Amerika’nın savaşa İsrail lehinde müdahil olmasına ve İsrail’i destekleyen ülkelere karşı tepki olarak Kanada, Japonya, Hollanda, Birleşik Krallık ve ABD’ye karşı katı bir petrol ambargosu uygulama kararı almıştır.

17 Ekim 1973’te OAPEC, İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilinceye ve Filistinlilerin hakları iade edilinceye kadar petrol üretiminde azalmaya gitme niyetinde olduklarını açıklamıştır.1 Aynı gün petrol üretimini her ay %5 oranında azaltma konusunda anlaşmaya varılmıştır. ABD Başkanı Nixon, OAPEC’in bu adımına kongreden İsrail’e 2.2 milyar dolarlık yardım talebiyle karşılık vermiştir. OAPEC bu adıma cevap vermekte gecikmemiş ve 20 Ekim’de İsrail’e silah ihraç eden ve destek sağlayan ülkelere yönelik petrol ambargosu uygulama kararı almıştır.

Esasen Riyad yönetimi uzun süre petrol ambargosu girişimine öncülük etmekten uzak durmuş, FKÖ ve Irak’ın baskılarına Kuveyt’in de eklenmesine rağmen Suudiler, petrol kesintisinde net bir tavır almaktan kaçınmıştı. Ancak ABD’nin İsrail’e yönelik açık yardımları, hava ikmali ve savaşın seyrindeki değişim göstergeleri sonrası ambargo kararına net şekilde katılım göstermiştir. 17 Ekim toplantısının ardından Suudi Arabistan daha da ileri giderek petrol üretimini %10 azalttığını ve ABD’ye petrol sevkiyatını tamamen durdurduğunu duyurmuştur.2

Yine 17 Ekim’de OAPEC toplantısında Arap ülkelerinin çoğunluğu üretim kesintilerine ve ambargoya destek vermiştir. Yaşanan bu gelişmeler, petrol endüstrisini artık uluslararası şirketlerin değil ülkelerin kontrol ettiğini göstermiştir. 20-22 Ekim’de OPEC, İsrail’i kınamayı inatla reddeden Hollanda’ya ve İsrail’in yanında gönüllü olarak yer alan Almanya’ya ambargonun uzatılmasını içeren Suudi kararına katılmıştır. Faysal her ne kadar keskin şekilde petrol fiyatlarının artması nedeniyle dünya ekonomisine zarar vermek istemese de aldığı karar yaşanan petrol sıkıntısının da etkisiyle petrol fiyatlarının keskin şekilde artması için uygun koşulları oluşturmuştur.3 Daha önceki deneyimler petrol ambargosu girişimlerini sonuçsuz kılmış, İran ambargoya katılmamış ve Arap ülkeleri tam anlamıyla bir bütünlük sağlayamamış olsa da bu kez Suudilerin başını çektiği ambargo dünya çapında bir etki oluşturmuştur.

Tüm aksaklıklarına rağmen tarihteki bu iki örnek, bölge ülkelerinin uzun yıllardır denenen girişimlerin ardından etkili bir petrol ambargosu uygulayabildiğini göstermiştir. Ayrıca dünyadaki siyasi dengeler, Filistin’de yaşanan gelişmeleri de doğrudan etkileme ve gidişatı değiştirme potansiyeline sahip bulunmaktadır. Örneğin o günkü şartlarda birbirine odaklanan ABD ve Sovyetler gibi bugün de ABD, Rusya ve hemen ardından Çin’e denklemi, Filistin konusunda alınan uluslararası kararlar üzerinde belirleyici olmaktadır. Her ne kadar ABD, İsrail yanında tavır alsa da hem Arap ülkelerini ziyaretlerinde beklediğini bulamamış hem de BM’de yapılan oylamalarda ABD’nin yalnızlaştığı görülmüştür.

O günün şartlarında yaşanan petrol silahı, Filistin yanlısı ülkelerde bugün İsrail ve İsrail’e destek veren şirket ve firmaları boykota dönüşmüş ve bu devletlerin milli ekonomi konusunda reaksiyon geliştirme süreci ivme kazanmıştır. Bugün de kararlı olunması halinde, petrol olmasa bile, farklı ekonomik, siyasi, jeopolitik ve askeri argümanların hala kullanılabilir bir seçenek olduğu söylenebilir. Örneğin Türkiye, İsrail’e karşı somut eylem planı olan ve Filistin’i açıkça destekleyen bir “Müslüman Devletler Deklarasyonu” ile çok farklı baskı mekanizmalarını ortaya çıkarabilir.