Dünya bugünlerde dehşet içinde, bir Suudi gazetecinin Suudi Arabistan İstanbul konsolosluğunda gerçekleştirilen hunharca katline şahitlik etmekte. Öncelikle, savunduğu görüşlerin bazı kesimleri rahatsız etmesi sebebi ile katledildiği bilinen şehit Cemal Kaşıkçı’ya Allahtan rahmet diliyoruz. Arap ve Müslüman kimliklerinin ötesinde bir insan olarak Kaşıkçı’nın böylesi bir vahşete maruz kalmış olması uluslararası kamuoyunun dikkatlerini üzerine çekmekle kalmayarak, dünyanın her yerinde önemli bir tepki ve nefretle karşılandığını görmekteyiz. Özellikle gazetecilik camiasından kendisini yakından tanıyan ve takip eden doğulu ve batılı çok sayıda insanın yaşananlar karşında ortaya koyduğu derin üzüntü ve öfke Kaşıkçı’nın kişisel ve mesleki hayatında sayılan ve sevilen bir şahıs olarak ömrünü tamamladığı noktasında şüpheye yer bırakmıyor. Suudi Arabistan’ın bilindik geleneksel katı politikaları noktasından bakıldığında muhalif bir gazetecinin ortadan kaldırılması aslında çok beklenmedik veya nadir bir gelişme olmamasına rağmen – ki sayısızca Suudi gazeteci, aktivist ve bilim insanı özellikle veliaht Prens Muhammed bin Selman (MbS) idaresinde bir şekilde ortadan kaldırılmakta- Kaşıkçı cinayeti bazı sebeplerden dolayı çok daha büyük çapta politik hesaplaşmaların bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunların başında cinayetin Türkiye’de, İstanbul başkonsolosluğunda gerçekleştirilmiş olduğu faktörü gelmektedir. Ortadoğu’da özellikle Trump yönetimi ile başlayan ABD-İsrail ve Suudi Arabistan-BAE yakınlaşması ile hassasiyeti artan siyasi dengelerin oldukça merkezi bir konumunda bulunan İstanbul’da bu cinayetin gerçekleştirilmesi pek de tesadüfi bir gelişme görüntüsü yansıtmamaktadır. Ayrıca Suudi Devletine karşı aslında hiçbir zaman muhalif sayılamayacak ve bizzat “merkez” den gelen bir şahsiyet olan Kaşıkçı’nın böylesi dehşetengiz bir cinayetle katledilmiş olması ınsafsız bir infaza dikkat çekmektedir ki bu da bizlere sıkıntının gerçek kaynağının Kaşıkçı’nın aslında bizzat Suudi devlet politikalarından ziyade bazı MbS dönemi politikalarını içeren eleştirel yaklaşımları kapsamında aranması gerektiğini düşündürmektedir.
Öncelikli olarak meselenin açıklıkla ifade edilmesi gereken temel noktası şudur. Türkiye sınırlarında olmasına rağmen, Suudi Arabistan’ın resmi bir devlet kurumunda gerçekleşen bu vakanın başından sonuna kadar karar, organizasyon ve infaz aşamalarının, devlet yönetimini mutlak otoritesi altında ve şimdiye kadar görülmemiş düzeyde baskıcı uygulamalar1 ile yürüten MbS’nin bilgi ve tasarrufu dışında gerçekleştirilmiş olması ihtimal dışıdır. Medya tartışmalarında yer alan, bu işin arkasında bizzat Kral Selman’ın olduğu iddiası çok zayıf bir iddiadır. Kralın dışındaki Suud yetkililerinin Kaşıkçı’nın Konsolosluğa girdiği günden (2 Ekim) konsoloslukta ölmüş olduğu açıklamasının yapıldığı güne kadar (20 Ekim), verdiği çeşitli ifadeler tamamen birbirini yalanlayan ifadeler olmuştur ki burada bir gerçeğin saklanmaya çalışıldığını ortaya koymuştur.
Kaşıkçı Cinayeti Sadece Bir Hesaplaşma mıdır?
Vahşi cinayetin Suudi Arabistan (SA)’da bazı kesimlerin girişimi ile gerçekleştirilmiş olduğu açıkça ortada olmakla birlikte olayı sadece SA’nın iç meselesi olarak ele almak meselenin arka planını açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Ayrıca böylesi akıl almaz bir infazın özellikle Türkiye’de gerçekleştirilmiş olması genç MbS’nin kapasitesini oldukça aşar niteliktedir. Bu noktada MbS’yi böyle bir girişime sevk eden ve destekleyen bölgesel ve küresel müttefikleri olduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır. Kaşıkçı’nın bu infazın hedefi olarak seçilmesinin arkasında MbS-Trump ittifakına ve bu ittifak çerçevesinde bölgede uygulanan politikalara karşı duruşu yatmaktadır. Middle East Eye yazarlarından David Hearst, Kaşıkçı’nın Washington’da bir toplantıda MbS ve Trump ittifakının iyi bir fikir olmadığını ifade etmesinin hemen ardından bir telefon alarak “sen bittin, bundan sonra yazma ve konuşma” şeklinde tehdit edildiğini anlatmaktadır.2 Nitekim Kaşıkçı’nın görüşlerini Washington Post’taki köşesinden özellikle batıda geniş kesimlere duyurma imkânı elde etmesi ve Amerika’nın merkezinde yerleşerek etki alanını genişletmesi Trump-İsrail-SA-BAE ittifakını ve bu ittifakın bölgede tesis etmeye çalıştığı dengeler için bir tehdit oluşturmuştur. Trump İsrail’in Orta Doğu’da ki güvenlik ve çıkarlarını güvenceye alma politikası temelinde Körfez’in petrol gücünü elinde tutan yeni nesil liderlerle (MbS ve BAE Veliaht prensi Muhammed bin Zayed, (MbZ)) ittifak yaparak bölgesel politikaları belirlemiştir.3 MbS’nin siyasi gücünü kazanması tamamen bu ittifaka bağlı olarak ortaya çıkmıştır ve bunu koruyabilmesi bu ittifak liderlerinin (Trump ve İsrail çevreleri) kendisine biçtikleri rolü layıkıyla yerine getirmesine bağlı olduğundan şu ana kadar da kendisinden bekleneni yerine getirdiği görülmektedir. Bu ittifakın bölge politikalarının ana başlıklarını İran düşmanlığının tırmandırılması ve bu doğrultuda Yemen savaşının sürdürülmesi, Katar’ın dize getirilmesi, Filistin meselesinde Trump’ın damadı ve Ortadoğu danışmanı Kushner’in hazırladığı “barış” planının Filistin’e ve bölge aktörlerine kabul ettirilmesi, Türkiye’nin bölgedeki etkinliğinin zayıflatılması gibi konular belirlemektedir. Kaşıkçı tam da bu konularda MbS-Trump ittifakı politikaları ile çelişen görüşlerini ortaya koymuştur.
Trump Cinayetin Neresinde?
Cinayetin tüm dünyada tepkilere yol açmasının ardından Trump’ın MbS’ye sahip çıkması bu durumun göstergesidir. Bu konuda yapılan yorumların aksine Trump’ın MbS’yi koruması petro-dolarları garantiye almaktan ziyade aslında söz konusu ittifakın Ortadoğu’da kurmaya çalıştığı dengeleri garantiye almaktır. MbS’nin Kaşıkçı meselesinden dolayı SA liderliğini kaybetmesi ABD’nin SA’daki ekonomik çıkarlarını kaybedeceği anlamına gelmemektedir. Yerine geçecek olan SA lideri kim olursa olsun ABD ile ekonomik alanlarda işbirliği yapmaya devam edecektir. SA tarihsel olarak ABD müttefiki olmuştur ve bunu değiştirecek alternatif politikası yoktur. Fakat diğer taraftan, MbS’nin düşmesi ABD-İsrail politikalarının bölgede tesis etmeye çalıştığı düzenin önemli bir ayağının düşmesi ile sonuçlanacaktır. Siyasi gücünü borçlu olduğu patronlarına bağlılığını göstermek durumundaki böylesine genç, tecrübesiz ve hırslı bir SA lideri bu ittifak için biçilmiş kaftan durumundadır. Avrupa ülkelerinin özellikle Fransa, İngiltere ve Almanya’nın bu konuda SA yönetimine tepkilerini açıkça ortaya koymaları ve SA’ya karşı meselenin netlik kazanması için hatta bir takım yaptırımlar belirlemeleri çok önemlidir. Buna karşılık BAE başta olmak üzere, söz konusu ittifakın güdümündeki Mısır, Bahreyn, Ürdün gibi Arap ülkeleri SA’ya destek verdiklerini açıklamışlardır. İttifakın merkezi aktörü olan İsrail’in daha da ileri giderek medyasında “Filistin terörünü” desteklemesi gibi iddialar üzerinden Kaşıkçı aleyhinde yayınlar yaptığı görülmektedir.
Türkiye’nin Duruşu
Cinayet mahalli olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin seçilmiş olması olayın diğer stratejik boyutunu ortaya koymaktadır. Söz konusu ittifak cephesi bu cinayeti Türkiye’de yaptırarak bir taraftan SA eliyle muhalif bir sesi sustururken diğer taraftan Türkiye’yi sıkıntılı bir duruma düşürmeyi ve daha da önemlisi zaten oldukça hassas bir çizgi seyreden SA-Türkiye ilişkilerini çıkmaza sokmayı hedeflemiştir. Türkiye’nin bölgesel güç olma doğrultusundaki konumunu ciddi şekilde baltalayacak bir adım atılmak istendiği ortadadır. Böylece Türkiye’nin SA gibi stratejik bir bölge aktörü ile ilişkilerinin kopma noktasına gelmesi bölgede kurulmak istenen ittifak çıkarları doğrultusunda ki dengelere güç kazandıracaktır. Ne var ki, Türkiye’nin olaya büyük bir hassasiyetle sahip çıkması ve cinayetin ortaya çıkması konusunda hukuk devleti teamülleri çerçevesinde yakın takip mekanizması yürütmesi sonuçların beklendiği gibi gelişmesine engel olmuştur. Türkiye değil fakat MbS’nin şahsında SA kendisini oldukça sıkıntılı bir durumun içinde bulmuştur. SA’nın işin içinden nasıl çıkacağı, uluslararası kamuoyuna bu infazı neden ve nasıl gerçekleştirdiği konusunda nasıl bir açıklama yaparak kendisini aklayacağı konusunda zor bir süreç SA’nın gündeminde durmaktadır. Ortaya çıkan her yeni veri MbS yönetimi aleyhine delilleri güçlendirmektedir. Şu ana kadar SA ve müttefiki BAE’nin elindeki tek argüman MbS’nin arkasında Washington’ın olduğu iddiasıdır ve bu argümana dayanarak BAE hükümeti tepkilere gözdağı vermeye çalışmaktadır. Diğer taraftan Türkiye-SA ilişkilerindeki kritik durum hassasiyetini korumaya devam etmektedir. Bununla birlikte Türk hükümeti olayın vahametine rağmen oldukça ihtiyatlı, ayakları yere basan ve diplomatik teamüllere uygun tepkilerle süreci takip etmektedir.