2005’ten önce Katolik Kilisesi’nin ve Vatikan Devleti’nin lideri olan Papa II. John Paul (Ioannes Paulus), küresel dünya düzeninde Vatikan’ı liderlik pozisyonuna taşıma misyonunu idare ediyordu. 2014’te Papalık makamına geçtikten sonra küresel düzen ve global kapitalizm aleyhinde konuşmaya başlayan Papa Francis (Franciscus) ise Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı ilk yabancı devlet başkanı sıfatıyla ziyaret eden (28.11.2014) misafiri idi. Bu Papa, Filistin meselesi ve BM’nin daimi üyelerinin küresel siyasette açtığı yaralar ve kötü sonuçlar noktasındaki düşüncelerinde Türkiye Cumhurbaşkanı ile ortak bir noktada idi. Dolayısıyla Papa’nın Ankara ziyareti o günlerde Batı ile arası pek iyi olmayan Türkiye’ye destek gibi göründüğü için dikkat çekmişti. Ancak daha fazla dikkat çekici ziyaret geçtiğimiz günlerde R. Tayyip Erdoğan tarafından Vatikan’a yapılan oldu. Ziyaretin esas sebepleri merak edilirken çeşitli görüşler dile getirildi. Ancak bu görüşlerin en azından bir kısmı taraflı ve ideolojik gözlüklerle bakıldığı için makul değildir. Bu yazıda ise meselenin Doğu Akdeniz’deki stratejik taraflarına dikkat çekilecektir.
Vatikan’ın Küresel Konumu ve Doğu Akdeniz’de Enerji Kaynakları
On altıncı yüzyılda Papalık misyonu olan Katolik Avrupa Birliği siyasetini Osmanlıların İspanyol-Fransız rekabetini kullanarak bölmelerinin Vatikan’da ağlaşmalara yol açtığını dönemin kaynakları rivayet etmektedir. 1860’lı yıllarda ise İtalyan Yarımadası üzerindeki şehir devletlerini tek bir devlet çatısı altında bir araya getirip İtalyan Krallığı’nı kuran İtalyan mason locası Carbonari’ye karşı gene aynı Vatikan’ın büyük bir mücadele verdiği bilinmektedir. Bu kez Papalığın karşısında İtalyan milliyetçi lobiyi destekleyen İngiliz Krallığı yer almıştır. Her ikisi de Akdeniz piyasalarının ticari ve stratejik değeriyle alakalı gelişmelerdi. Zira on altıncı yüzyılda Akdeniz’in büyük kısmı Osmanlı nüfuz sahası iken 1860’larda inşaat halindeki Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla Fransa’nın İngiltere karşısında bir adım öne geçmesi sağlanacağı gibi Avrupa – Asya ticaret yolunda Akdeniz ülkelerinin konumu tekrar değer kazanacaktı. Bu yüzden Batı’daki sermayedarlar Papa’nın nüfuzunu kırarak İtalya’yı kurmaya teşebbüs ettiler. Papalığın ise İskoçları ve İrlandalıları İngilizlere karşı kışkırtıp Britanya’yı karıştırmaya gücü yettiği gibi Amerika’ya kadar uzanan etki alanı vardı. Vatikan’ın zamanla Mussolini ve savaş sonrasında kurulan İtalyan Cumhuriyeti ile de inişli çıkışlı ilişkileri oldu. Günümüzde İtalya’nın küresel enerji şirketi ENI (Ente Nazionale Idrocarburi) ise milyarlarca dolarlık küresel yatırımları idare eden Vatikan Bankası’nın sahibi Papalığa sermaye desteği vermektedir. Nitekim küresel düzeni eleştiren mevcut Papa’nın bazı merasimlerinin sponsoru ENI olmuştur.
Bu şirket günümüzde Doğu Akdeniz’deki yeni enerji kaynaklarına yatırım yapma politikası gütmektedir ve bu gelişmeler bölgesel güç olan Türkiye’nin milli çıkarlarını yakından ilgilendirmektedir. Dolayısıyla Sn. Erdoğan’ın Vatikan ziyaretinin arkasında yatan önemli sebeplerden biri de bu enerji işiyle alakalı olmuştur.
ABD’nin desteğinde Kuzey Suriye’den Doğu Akdeniz’e açılmayı hedefleyen YPG’ye Türkiye’nin askeri operasyon düzenlediği bir dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu ziyaretinin ses getirmesi beklenmedik bir gelişme değildir. Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Roma’da görüşmeler yaptığı saatlerde İtalyan basınında Türkiye’nin AB ile ilişkileri üzerine haberler yapıldığı görülmüştür. Papa, küresel şirketler, devletler ve bölgesel güçler arasında arabuluculuk yapma potansiyeline sahiptir. Benzer şekilde bazı meselelerde söz söyleme imkanlarına haizdir. Türkiye’nin AB ve ABD ile arasında bazı meselelere arabuluculuk yapma imkanına sahip olduğu gibi bilakis Türkiye’nin bazı küresel girişimlere karşı duruşunu destekleme politikası da gütmüş olabilir. Ancak meselenin bu tarafları için erken teşhis doğru olmayacaktır.
Zira Erdoğan’ın Roma’da sadece Vatikan Devleti ile değil aynı zamanda İtalyan Hükümeti ile de görüşmeler yapmış olması, ENI’nin Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs ve Mısır ile Türkiye’nin çıkarlarına aykırı bir petrol-gaz arama işinde yer almasını önleme politikasıyla da alakalıdır. Bakü ve Kuzey Irak’tan Batı’ya akan petroller, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki limanları üzerinden sevkiyat yoluna girmektedir. ABD’li Noble Energy’nin İsrail açıklarında bulduğu gaz yatakları, İsrail’in (İsrail – Kıbrıs – Türkiye üçgeninde) Türkiye jeopoliğine bağımlılığını doğurmuştur. Ancak iki ülkenin böyle bir ortak çıkarda ABD ile birlikte hareket etmesinin önündeki engeller, Suriye ve Irak’ta yaşanan gelişmeler nihayetinde ABD’nin Türkiye’yi kenara çekip Suudi Arabistan’ı İsrail ile buluşturarak hedefini gerçekleştirme siyasetine başvurduğunu göstermektedir. Kudüs meselesi de bunun göstergelerinden biri olmuştur.
Kudüs meselesi, sadece dinler veya medeniyetler arası çatışmayla veya Siyonist-Evangelist ortaklık ile açıklanacak bir kriz olmayıp aynı zamanda Basra Körfezi’ndeki petrol-gaz yataklarının Suudi Arabistan – İsrail hattı üzerinden Doğu Akdeniz’e aktarılmasıyla alakalı bir enerji meselesidir. Dolayısıyla Filistin’de atılacak radikal adımlar Türkiye’nin bölgedeki gelişmelere bağlı menfaatlerini alakadar ettiği gibi Vatikan’ı ve ortağı küresel şirketleri yakından ilgilendirmektedir.
Ayrıca Vatikan’ın ABD ve Güney Amerika’daki Katolik kitleler üzerindeki etkisiyle Amerika kıtalarındaki bazı petrol boru hattı projeleri üzerinde engelleyici etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Geçtiğimiz yıl North Dakota’da yerli halkın yaklaşık 4 milyar dolarlık boru hattı projesine itiraz etmesini Papa’nın desteğine bağlayanlar bile olmuş, bunun üzerine Vatikan’dan açıklama yapılarak iddialar yalanlanmıştır. Yakın dönemde ise AB’nin desteğiyle Doğu Akdeniz’den Avrupa’ya büyük bir enerji boru hattı döşeme işine başlanacaktır.
ENI’nin Doğu Akdeniz’deki Ortakları ve İttifaklar
Son yıllarda Doğu Akdeniz’de büyük girişimlerde bulunan ENI’nin idarecileri, şirketin bölgedeki gaz yataklarını Avrupa’ya bağlama projelerinde aktif rol üstleneceğini ve büyük işlere girişeceğini söylemektedirler. İtalyan enerji devi, bölgede Mısır, Güney Kıbrıs ve İsrail arasındaki bölgelerde arama, boru hattı döşeme ve pazarlama işlerinde birincil konum elde etme stratejisiyle hareket etmektedir. Nitekim AB’nin Kuzey Denizi’nden ithal ettiği tabii gazın azalması ve Rusya’dan aldığı gazın artması Brüksel’i zor durumda bırakmaktadır. Bu tabloda AB üyesi ülkeler için Doğu Akdeniz’in zengin gaz yatakları umut olmuştur. Nitekim Amerikalıların İsrailli şirketlerle ortaklık yaparak Hayfa açıklarındaki Tamar Bölgesi’nden çıkardıkları gaz sayesinde İsrail’de elektrik üretiminin yarısından fazlası Akdeniz’in bu kaynağında karşılanmaktadır. Ancak bu kaynakların keşfedildiği 2010 yılından beri İsrail ile Lübnan arasında deniz sularındaki sınırlar üzerinden anlaşmazlıklar gündeme gelmiştir.
Tamar’ın güneyindeki Leviathan’dan ise önümüzdeki yıl içinde gaz arzının başlayacağı ilan edilmiştir. Bu gazın eski plana göre Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarılması hedeflenmişti ancak son planda Türkiye güzergah olmaktan çıkarılmış olup ayrıca Türkiye’ye de satılması hedeflenmektedir. Zira geçtiğimiz ay AB’nin İsrail – Güney Kıbrıs – Girit – Yunanistan – İtalya güzergâhında denizin altına boru döşeyerek Leviathan gazını Avrupa’ya bağlayacağına dair projeler haberlere yansıdı. Bu tabloda İsrail gazı Avrupa’daki Rus gazının ağırlığını düşüremeyecek olsa bile AB’nin fosil ithalatında yeni alternatiflerinden biri olarak görülmektedir. Dolayısıyla ABD himayesindeki İsrail, AB pazarında Rusya’nın rakibi olacaktır.
Geriye dönüp baktığımızda İsrail’in Türkiye ile Mavi Marmara vakasını yaşadığı yıl içinde Güney Kıbrıs ile arasındaki sularda sınır hattı belirlediğini ve Kuzey Kıbrıs’ın destekçisi Ankara’nın kabul edemeyeceği bu gelişme ortamında Türkiye – İsrail arasındaki iplerin iyice koptuğunu görüyoruz. Amerikan şirketin Kıbrıs açıklarındaki Afrodit Sahası’nda keşfettiği kaynakları piyasaya arz etme girişimlerinin de paylaşım rekabetine bağlı olarak Kıbrıs Meselesi’ni bir kez daha uluslararası gündeme getirdiğine şahit oluyoruz. 2015’ten itibaren ENI’nin Mısır’da keşfettiği zengin gaz yatakları takip eden yıllar içinde İngiliz BP ve Fransız Total’in de sahaya girmesine yol açması, Lübnan açıklarındaki gazın çıkarılması için ENI, Total ve Rus şirket Novatek arasında kurulan konsorsiyumun ise ABD Başkanı Donald Trump döneminde Suudilerin Lübnan Hükümeti’ne yaptıkları baskıyla belirsizliğe girmesi gibi gelişmeler bölgedeki küresel rekabetin seviyesini göstermektedir.
Akdeniz’deki bu oyunun içinde yer almak isteyen Rusya, Suriye’den sonra bölünmüş Libya’da da yer tutmaya çalışmaktadır. Zira Akdeniz kaynaklarının zenginliğine göre Avrupa’nın Rus enerjisine bağımlılığının seyri gelişecektir. Son günlerde Suriye’de Rus, Türk ve İsrail hava kuvvetlerine ait jet ve helikopterlerin düşürüldüğü saldırılar, aslında bölgedeki büyük mücadelenin tezahürü olmaktadır.
Sonuç olarak, Ortadoğu’daki ABD – İsrail – Suudi Arabistan ittifakının Rusya ve bazı AB ülkeleriyle rekabeti esnasında Türkiye, İran ve Katar’ı köşeye itmeyi hedefleyen politikalar göze çarpmaktadır. Doğu Akdeniz’de yaşananlar da bu yönden Ortadoğu’da yaşananların uzantısı olarak gelişmektedir. Bu ortamda bazı küresel enerji şirketleri fırsatları değerlendirmeye çalışırken bazıları istikrarsız ortamdan zarar görmektedirler. İtalyan ENI’nin Kıbrıs – Türkiye arasındaki sularda petrol ve gaz ararken Türkiye’yi rahatsız etmesine benzer şekilde Akdeniz’de İsrail’in kontrol etmek istediği enerji kaynaklarının varlığı Rusya’yı endişelendirmektedir. İsrail ise ABD’nin stratejik müttefiki olmanın sağladığı avantajlarla bir yandan Doğu Akdeniz’deki kaynaklar üzerinde aktör olmak diğer yandan Basra Körfezi’nden Akdeniz’e bağlanması planlanan enerji akışına liman olmak istemektedir. İsrail – Suudi yakınlaşması bu gelişmelerin sonucu olarak dikkat çekerken Papa’nın İsrail ile Akdeniz’de sınır ihtilafı yaşayan Lübnan’ın Katolikleri üzerindeki nüfuzu ve İtalyan şirketler üzerindeki etkisi göz ardı edilmemelidir. Sadece Erdoğan’ın son Roma turu değil aynı zamanda Başkan Trump’ın ilk yurt dışı turunda İsrail, Suudi Arabistan ve Vatikan’ı ziyaret etmesinin de bu noktalardan bakıldığında önemi anlaşılmaktadır.