28 Aralık 2017’de ülkenin en kalabalık ikinci kenti olan Meşhed’de başlayan ve kısa sürede diğer kentlere sıçrayan gösteriler bir anda dikkatleri bu ülkeye çevirdi ve İran’da neler oluyor? sorusuna yol açtı. Ekonomik krizden doğan tepkiler ile başlayan ancak gittikçe dini lider ve ona bağlı kurumlara karşı protestoya dönüşen olayların, çok daha derin boyutları olan bir öfke birikiminin sonucu olduğu çok açık görülüyor.

BBC Farsça servisi, en az 55 il ve ilçeye sıçrayan olayların yeni olmadığını, son 6 ay içinde bu şehirlerin %90’nında çeşitli zamanlarda, farklı sayıda ve nedenlerle hükümet karşıtı protesto gösterilerinin düzenlendiğini belirtiyor. Gösterilerin ülkenin batısında ve kuzey güney doğrultusunda uzaması tesadüfü değil. Bu protestolarda ücretlerin yetersizliği, çalışma koşullarının zorluğu, işten çıkarılma, belediye hizmetlerindeki aksaklıklar, öğrenci yurtlarının bakımsızlığı gibi iktisadi ve sosyal sorunlar ön plana çıkıyor.  Örneğin Merağa’da içme suyunun kötü olması, İsfahan’da nehirlerin kuruması, Chabahar’da emniyetin olmaması, Urumiye’de bir kız öğrencinin hizmetliler tarafından azarlanması, Gürgan’da eski belediye başkanının yeniden seçilmemesi, Şehrekurd ve Bender Abbas’ta öğrenci yurtlarındaki kötü koşullar protesto konusu olurken; Gevherdeşt ve Tahran’da siyasi suçluların aileleri, Ahvaz’da hastahane görevlileri, Kirmanşah’ta hemşireler, Simnan’da emekliler ve hemşireler, Buşehr ve Tonekabon’da sürücüler, Kazvin ve Hemedan’da eğitimciler, Chabahar’da balıkçılar, Amol’da tarim işçileri gösteri düzenliyorlar. Ayrıca ‘’Elbruz Arman’’ ve ‘’Kasprin’’ gibi değişik şehirlerde şubeleri olan ve kar ortaklığı üzerine halktan para toplayan kuruluşların mağdurları, şirket yöneticilerini, vali ve hükümeti protesto ediyorlar. Habere göre  28 Aralık’ta 5 gün boyunca ülkede kanlı olaylara yol açan bu öfke birikiminin son 6 ay içinde oluştuğu görülüyor. Ancak sorun çok daha geçmişe uzanan ve sistemin doğurduğu çok yönlü bir sorundur.

İran’da Sosyal Hareketlerin Derin Nedenleri

Bütün bu sorunlara yol açan olayları iki başlık altında özetlemek mümkündür: Sorunlardan biri ülkedeki siyasi yapı ile ilgili. Ülkede siyasi partilerin olmaması, dolayısıyla muhalefet kapılarının kapalı olması halk ile yönetici elitler arasında iletişimsizliğe, bu da sistemde bir tıkanıklığa ve doğal olarak sorunların çözümsüz kalmasına yol açıyor.  Aynı şekilde ülkede reform isteyen yöneticiler  ile yargı, medya ve devrim muhafızlarının doğrudan bağlı olduğu dini lider arasında da bölünmeler var. Hem de çok ciddi bölünme. Bu bölünme yeni değil, özellikle 2009 yılında yapılan ve dini lider tarafından desteklenen Ahmedi Necat’ın Cumhurbaşkanı seçildiği tartışmalı seçimler sonrasında daha da arttı. Nitekim İran’da iki dönem meclis başkanlığı yapmış olan reformcu siyasetçilerden Mehdi Kerrubi ve Ayetullah Humeyni döneminin başbakanı  Mir Hüseyin Musavi seçimlerden sonra halkı sokağa döktükleri gerekçesiyle ev hapsinde tutuluyorlar. Hatemi ise Mir Hüseyin Musavi’yi desteklediği için siyasi ve sosyal faaliyetlere katılması sınırlanan siyasetçilerden biri. Yine bu seçimde reformcuları destekleyen Haşimi Rafsancani’nin oğlu vasıtasıyla cezalandırıldığı iddia ediliyor. Mehdi Haşimi’nin yakın zamanlarda yolsuzluk suçlamasıyla 10 yıl hapse mahkum edilmesi, babasına yönelik bir itibar suikastı şüphesini çağrıştırıyor. İran’da  muhafazakarlar veya vesayet kurumunun karşısında yer alan reformcuların, yeterli manevra alanına sahip olmaması bir başka açıdan sistemin tıkanmasına yol açıyor.

Sorunlardan bir diğeri ise, İran halkının kahır ekseriyeti ülke kaynaklarının, dini lider ve ona bağlı kurumlar etrafında kümelenen  mutlu bir azınlık tarafından yağmalandığından, dolayısıyla yolsuzluktan şikayetçi. Bu şikayetler Haşimi Rafsancani’nin iktidara geldiği ve devlet eliyle büyük yatırımların yapıldığı yıllara kadar uzanıyor. 1989-1997 yılları arasında ülkeyi 8 yıl üst üste yöneten Rafsancani, devletin önemli ihalelerini belli bazı ailelere vererek, devlet eliyle bir elitler sınıfının ortaya çıkmasına yol açtı. Sonraki dönemde Rafsancani reformcuların yanında yer alıp, dini lider ile önemli görüş ayrılığına düşse de, halktaki bu olumsuz imajı hiç değişmedi ve 2005 yılında cumhurbaşkanlığı için tekrar aday olduğunda Ahmedi Necat karşısında seçilme şansı bulamadı.

Hatemi’nin iktidarda olduğu1997-2005 yılları İran halkı için özgürlük, sivilleşme ve demokrasi umutlarının yeşerdiği yıllar oldu. Ancak bu umutlar kısmen yeşerse de başarılı olamadı. İran halkı için 2005-2013 yılları arasındaki Ahmedi Necat dönemi ülkedeki ekonomik istikrarsızlığın ve yolsuzluğun en çok öne çıktığı dönem oldu. Bu yolsuzlukların önemli bir kısmı Ruhani’nin 2013’te göreve gelmesinden sonra patlak verdi. 12 Kasım 2017 Pazar gecesi İran-Irak sınırında meydana gelen ve Serpol Zohab ile Kasrışirin’de etkili olan 7.3 büyüklüğündeki depremde yıkılan binaların çoğunun, Ahmedi Necat döneminde, devlet tarafından dar gelirliler için inşa edilen konutlar olması yolsuzluğun boyutlarını gösteriyordu.

Devrim Muhafızları Artık Yük Olmaya Başladı

Bu yolsuzluk iddialarının yanı sıra, doğrudan dini lidere bağlı olan Devrim muhafızlarının kontrol ettiği vakıf ve şirketlerin İran ekonomisinin üçte birini oluşturduğu ve bir başka huzursuzluğun kaynağı olduğu belirtiliyor. Cumhurbaşkanı Ruhani, 2014 yılında mecliste yaptığı bir konuşmada üstü örtülü bir biçimde devrim muhafızlarının ekonomi üzerindeki bu tekelci tavrını eleştirmiş ve yolsuzluklarla kararlı bir biçimde mücadele edeceğini belirtmişti. Nitekim önceki dönemin cumhurbaşkanı yardımcısı Muhammed Rıza Rahimi ve bir çok üst düzey bürokrat yolsuzluk iddiası ile mahkum oldu. Ancak gelinen noktada Ruhani’nin yolsuzlukla tek başına mücadele edemeyeceği anlaşıldı. Dini lider ve ona bağlı olan yargı, medya ve devrim muhafızlarını denetleyecek bir kurumun olmaması bu başarısızlığın ana sebebi olarak görülüyor. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Ruhani ile Yargı erkinin başkanı Sadık Laricani arasında büyük bir çatışma yaşanıyor. Bu çatışmada devrim muhafızları, Sadık Laricani ile birlikte hareket ediyor. Nitekim Ruhani’nin kardeşi ve aynı zamanda özel danışmanı olan Hüseyin Feridun, 19 Mayıs 2017 seçimleri öncesi Devrim Muhafızlarına yakın bir internet sitesi üzerinden yolsuzluğa muhatap oldu ve daha sonra yargı tarafından göz altına alındı. Bu durum, İran’daki güç merkezleri arasındaki çekişmelerin boyutlarını sergilemekle kalmıyor aynı zamanda ‘’bana dokunan yanar’’ şeklinde bir tavırla yolsuzlukla mücadeleyi engelleyen kurumların varlığına işaret ediyor. Nitekim Babek Zencani’nin ve suç ortaklarının yargı tarafından korunduğu iddiaları yargı erkini zor durumda bırakıyor.

Bir yandan bu siyasi tıkanmışlık, ülke kaynaklarından geçinen elit zümreler, diğer yandan savaş, ambargo, ülke kaynaklarının Suriye, Lübnan, yemen de harcanması, ayrıca gelecek yıl bütçesi ile ilgili olumsuz propagandalar, gittikçe alım gücü azalan halkta geleceğe dönük kaygıların artmasına ve doğal olarak sokağa dökülmesine yol açtı. Bunun sonucu olarak da gösterilerdeki sloganlar yolsuzluğun kaynağı olarak görülen dini lider ve ona bağlı olan kurumlar üzerinde yoğunlaştı.

Olayların en olumlu tarafı yöneticilerin olaylara karşı sağduyulu yaklaşması ve halkı yatıştırıcı bir tavır takınmaları oldu. Luristan valisinin güvenlikten sorumlu yardımcısı Habibullah Hucestepur, Dorud şehrinde iki kişinin ölümüyle sonuçlanan olaylarda güvenlik güçlerinin ateş açmadığını, ancak olayda DAEŞ, rejim karşıtları ve yabancı servislerin ayak izine rastladıklarını belirtmesi de olayların dış müdahaleye açık olduğunu gösteriyor.

Bundan sonraki süreçte dini liderin ve ona bağlı kurumların tutumunda bir zihniyet değişikliğine gidileceğini söylemek mümkün. En azından şimdiye kadar reform taleplerine ve eleştirilere tahammül etmeyen çekirdek kadronun şahsında somutlaşan otoriter ve şeffaf olmayan kurumsal yapının devam etmeyeceği çok açık. Cumhurbaşkanı Ruhani’den iki gün sonra ekrana çıkan dini liderin alçak tondan konuşması bunu gösteriyor. Aksi durumda İran, çok daha istikrarsız ve dış müdahale seçeneklerine açık hale gelir. Kısa vadede dini lider ve vesayet kurumları kendini kanıtlama ihtiyacı hissetse de uzun vadede özellikle dış siyaset açısından bu mümkün görünmüyor.

20. yüzyılın son büyük devrimine tanık olmuş Cumhurbaşkanı Ruhani’nin, olan bitenlerin arkasında dış güçleri arama kolaycılığına kaçmaması, entelektüel birikiminin yanı sıra bundan sonra neyin olacağını ve işin nereye varacağını kavramasından kaynaklanıyor. Bu nedenle gösterilerin üçüncü gününde kameralar karşısına çıkarken, kamu düzenini bozmaksızın gösteri, toplantı ve ifade özgürlüğünden bahsetti. Halkın ekonomik taleplerinin yanı sıra, şeffaf olmayan bozuk yapıdan da rahatsız olduklarını dile getirdi. Şu ana kadar İran için umut vaat eden Ruhani’nin, konjonktüre bağlı olarak elinin güçlendiği görülüyor.