Kaddafi’nin Fatih Devriminden önce Libya kralı olan İdris, irili ufaklı kabilelerle uzlaşarak bir yönetim biçimi geliştirmişti. Kaddafi 1969 yılında bir askeri darbe/devrim ile iş başına geldiğinde önce “devrimci komuta kademesini” tasfiye etmiş, arkasından adına Cemahiriye adını verdiği İslam ve sosyalizmin kendine özgü bir yorumu olan siyasal sistemi ilan etmişti. Cemahiriye sistemi; tıpkı krallık gibi Libya’nın tarihsel sosyolojisi nedeniyle kabile yapısına yaslanmak zorunda kalmış, Kaddafi devlet imkanlarını kullanarak kabileler içinde kendisine yakın olan isimleri sivriltmişti.

Böylece kabile yapılanması varlığını sürdürmüş, ancak kabile liderleri farklılaşmış, yeni aktörler ortaya çıkmıştı. Devrimden sonra, uzun yıllar uluslararası arenada muhalefet yürüten siyasal aktörler Libya’ya dönerek önce Ulusal Geçiş Konseyi (UGK) ve Milli Genel Kongre (MGK) son olarak da Temsilciler Meclisi (TAM) çatısı altında ülke yönetimine dahil olmuş, bu parlamentolarda kabile yapılanmasının içinden gelen aktörlerle bir araya gelmiş, farklı koalisyonlar oluşturmuşlardır.

Milli Genel Kongre seçimlerinde oyların yüzde altmışını alarak önemli bir seçim zaferi kazanan Mahmud Cibril’in Ulusal Güçler (UGİ) ittifakı, aslında yerel aktörlerin yani kabile liderlerinin katılımıyla oluşmuş bir siyasal organizasyondu ve başarısı buradan geliyordu. Müslüman Kardeşlere yakın Adalet ve İnşa (AİP) partisi ile ancak yüzde on iki civarında oy alabilmişti. AİP, seçimlerden düşük oy almasına rağmen Mısır ve Tunus’taki devrimler ve Müslüman Kardeşlerin güç kazanması ve örgütlü yapıları nedeniyle MGK’da oldukça etkin bir rol üstlendiler. 2014 yılı Şubat ayında MGK’daki yerel aktörlerin birçoğunu kendi tarafına çektiler ve UGİ’yi dağıtmayı başardılar.

2014 Temmuzunda gerçekleşen seçimlerle iş başına gelen TAM’da, MGK’daki benzer bir oy oranı alsalar da; TAM’ın Haftar’ın karargâhı olan Tobruk’da toplanması nedeniyle Müslüman Kardeşlerin TAM’a iştiraki mümkün olmadı. TAM etrafından toplanan yerel aktörler Halife Haftar ile anlaşarak bir yıl içinde birbirine kenetlendiler, Mısır’a angaje ve Batı tarafından kabul edilen kemikleşmiş bir yapı oluştu. TAM’ın Tobruk’da göreve başlamasına itiraz eden MGK, görevinin sürdüğünü iddia ederek Trablus’ta faaliyetlerini sürdürdü. Böylece kabileler ve milis birliklerin desteğini alan iki meclis meydana geldi.

Gelinen noktada gerek MGK etrafında toplanmış olan yerel aktörler ve Müslüman Kardeşler ittifakı gerekse de TAM ve Haftar etrafında toplanan aktörler farklı açmazlarla karşı karşıya bulunuyor. Öncelikle Halife Haftar ve ona bağlı askeri ve milis birliklerinin meşruiyet devşirdiği TAM’ın görev süresi dört ay sonra bitiyor. Bu durumda dört ay sonra TAM’ın ve TAM’ın atadığı zaten meşruiyeti tartışmalı olan Abdullah Sini hükümeti tamamen tartışmalı hale gelecek. Bu sebeple TAM’ın içinde iki görüş ortaya çıkıyor.

İlk görüş; BM Özel Temsilci Bernardo Leon’un yürüttüğü ve Fas’ta gerçekleşen görüşmelerde bir ulusal uzlaşı meclisi ve hükümeti üzerinde anlaşmak ve hem TAM’ın hem de MGK’nın yetkilerini bu kurumlara teslim etmek. Bu görüşü savunanlar Fas’taki görüşmelerde uzlaşı yönünde olumlu ifadeler kullanarak çözüm arayışında olduklarını gösteriyorlar.

İkinci görüş ise; TAM’ın yetkilerini Halife Haftar’ın başkanlık edeceği bir “askeri konseye” devretmesi ve bu askeri konseyin yerel kabileler tarafından desteklenmesi yönünde. Bunun için Libya kabileleri (elbette hepsi değil), Kahire’de Mısır Dış İşleri Bakanı Samih Şükrü’nün öncülük ettiği bir toplantıda bir araya geldi. Toplantıda bu konular gündeme geldi, ve TAM’ın görev süresi sona erdikten sonra “terörle mücadelenin” nasıl yürütüleceği ve “devleti kimin koruyacağı” masaya yatırıldı. Haftar’a bağlı askerler bir yıl içinde yürüttüğü operasyonlarda yaptıklarından endişe duyuyor olmalı ki; “askerlerin terörle mücadelede yaptıkları için yargılanamayacağı” yönünde bir kanun çıkarılması talep edildi.

Elbette Libya’da sorunun çözümü için birinci yöntemin daha sağlıklı olduğu, uluslararası aktörlerin bunu istediği çok açık. Zira Halife Haftar ve ona bağlı birlikler bir yılı aşkın bir süredir yürüttükleri operasyonlarda Bingazi’nin kontrolünü dahi ele alamadıkları gibi; Derne’yi ve Sirte’yi de IŞİD’in kontrolüne kaptırmak üzere. Ayrıca ülkenin batı kesimlerinin büyük bir kısmı “Libya Şafağı” güçlerinin yani karşıt milis grubun kontrolünde. Ülkenin neredeyse bütün kentlerinde bir çatışma ve gerginlik havası var. Bunun yanında Libya Merkez Bankasın döviz rezervi bir yılda 105.9 milyar dolardan, 76.6 milyar dolara düştü; yani 29.2 milyar dolar azalmış oldu. Petrol üretimi yüzde otuz daha azalarak 14.6 milyar dolara geriledi. Bu 2010 yılındaki üretimin üçte biri oranına tekabül ediyor. 2014 yılı itibarıyla bütçede 22.3 milyar açık olduğu açıklandı.

Yani ekonomi çökme aşamasında, Libya dinarı döviz karşında bir yılda yüzde kırka yakın değer kaybetti. Ülkeye giren ithal malların fiyatında yüzde kırklara kadar artış olurken, ülke sınırları kevgire döndü. Avrupa’ya en büyük illegal göçmen akımı Libya üzerinden gerçekleşiyor. Kuzey Afrika’daki bütün radikal silahlı gruplar için Libya bir cazibe merkezi haline geldi.

Bu nedenle Halife Haftar ve destekçilerinin bir askeri meclis kurup kabile liderlerinin desteğini arkasına alarak İdris ve Kaddafi örneklerinde gördüğü modeli Mısır’daki darbecilerin “askeri meclis” uygulamasıyla harmanlama hayalleri Libya’yı gün geçtikçe içinden çıkılmaz bir kaosun içine sürüklüyor. Halife Haftar’a bağlı askeri birlikler, kendi varlığını gerek TAM’a gerek el-Sini hükümetine ağır bir şekilde dayatıyor. Diğer taraftan artık Beyda ve Tobruk dahi TAM ve Abdullah Sini hükümeti için güvenli olmaktan çıktı. Geçtiğimiz günlerde Beyda’da ağır bir suikast girişiminden canlı kurtulan Abdullah Sini’ye düzenlenen bu suikast halen akıllarda bir soru işareti olarak duruyor. Bunun yanında Tobruk’da bir grup göstericinin TAM binasına yürüyerek vekillerin toplantısına mani olduğu haberleri basına yansıdı.

Libya Şafağı güçleri bir yanda Halife Haftar’a bağlı hava kuvvetleri ve Zintanlı milis birlikleriyle mücadele ederken, diğer taraftan Sirte’de IŞİD güçleriyle mücadele ediyor. Ayrıca Trablus’ta bazı lokal güçlerin Halife Haftar ile iş birliği yaptığı yönünde haberler basına yansıyor. Trablus’taki lokal birliklerin Haftar’a yanaşma girişimlerini Libya Şafağı içindeki çatlakların bir yansıması olarak değerlendirmek mümkün. Misrata’ya yönelik IŞİD’in canlı bomba saldırılarının Libya Şafağı güçlerinin merkezi olan Misrata’nın iradesini kırmaya yönelik olduğu çok açık. Ayrıca yaşanan iç savaşın neden olduğu ekonomik ve sosyal bunalımın halkı Libya Şafağına karşı öfkelendirdiği sosyal medya paylaşımlarında açık bir şekilde görülüyor. Bu bağlamda Libya Şafağı güçlerinin de hali hazırdaki durumu daha fazla sürdürmesi mümkün değil.

Mevcut durumda Libya’daki bütün tarafların resmiyeti ve meşruiyeti tartışmalıdır. Her iki taraftan birinin silahla desteklenmesi krizi derinleştirmekten öte bir etki uyandırmamaktadır. Zira Libya’daki kriz böyle devam ettiği sürece Libya, Kuzey Afrika’da radikal örgütlerin eğitim kampına dönüşecek, buradan şiddet bütün Kuzey Afrika’ya ve Orta Afrika’ya yayılacaktır. Bütün Akdeniz havzası bu kaosun ekonomik tesirine maruz kalacaktır.