Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İsrail, Rusya, Fransa, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), İtalya, Yunanistan, Türkiye gibi birçok devlet bugün Doğu Akdeniz meselesinde varlık göstermektedir. Bunlar arasından kendini süper güç kabul eden birtakım devletler, bölgenin doğal kaynakları üzerinde söz sahibi olmak maksadıyla Libya meselesi ile yakından ilgilenmektedir. Bu kapsamda menfaatlerini sürdürebilmek için meşru veya gayrı meşru çabalar sergilemektedirler. Bir önceki yazımda Rusya’nın Doğu Akdeniz ve Libya’daki varlığını ve Türkiye’nin karşı hamlelerle gelişmelerin seyrini nasıl değiştirdiğini ele almıştım. Bu yazıda ise özellikle Fransa’nın Libya krizine yönelik politikasının ardındaki hedefleri baz alınarak değerlendirmelerde bulunulacaktır.

Fransa Doğu Akdeniz’de Ne Umuyordu Ne Buldu?

Günümüzde Fransa’nın Doğu Akdeniz üzerinde izlediği politikalara bakılarak bölge üzerindeki hedeflerini üç başlık altında sıralamak mümkündür. Birincisi, sınırının dahi bulunmadığı Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarına Türkiye hariç bazı devletlerle işbirliği yaparak sahip olmak istemektedir. İkincisi, zenginlik kaynağı olarak gördüğü Libya’daki petrol kaynakları ve kaya gazı enerji yataklarının büyük bir kısmı üzerinde söz sahibi olmayı hedeflemektedir. Üçüncüsü, Libya kapısını kullanarak Afrika kıtasındaki nüfuzunu sürdürmeyi amaçlamaktadır.

Fransa’nın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan, Mısır ve İsrail ile Doğu Akdeniz’deki enerjiyi kendi aralarında paylaşmaya yönelik projeleri söz konusuydu. Bunun için bahsi geçen devletler savunma, enerji, deniz güvenliği, kriz yönetimi gibi konuları kapsayan birtakım anlaşmalar gerçekleştirdiler. Fakat Yunanistan’ın Avrupa Birliği’ni (AB) arkasına almak maksadıyla Fransa’yı meseleye davet ettiğini unutmamak gerekmektedir. Bu yöndeki girişimlerinde GKRY’nin Avrupa Birliği (AB) ülkesi olması kullanılmakta; bu kapsamda Doğu Akdeniz’deki konumuna Türkiye’nin bir tehdit oluşturduğu ileri sürülmektedir. Tüm bunlar GKRY ile eşit haklara sahip olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Doğu Akdeniz’le en uzun sınırı bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası sulardaki hukuki haklarını görmezden gelmeye ve gasp etmeye yönelik hamlelerdir. Atılan bu adımların karşısında Türkiye 27 Kasım 2019 tarihinde Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’yle (UMH) Deniz Yetki Sınırlandırması Anlaşması ile Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşması’nı imzalamıştır. Dolayısıyla Fransa’nın haksız kazanç peşinde koşması, buna karşın Türkiye’nin bahsi geçen anlaşmaları gerçekleştirmesi ve Libya meşru hükümetine destek vermek suretiyle ülke içindeki elini güçlendirmesi söz konusu iki devleti karşı karşıya getirmiştir.

Diğer taraftan Fransa Doğu Akdeniz’de Kuzey Atlantik İşbirliği Örgütü’nün (NATO) Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nı elde etmenin ve AB ordusunu kurarak lideri olmanın hayali içerisindedir. Ancak Ankara’nın hamlelerinin yanı sıra hem AB’nin hem de NATO’nun desteğini daha önceki gibi alamamaktadır. Bu durum Fransa’yı Doğu Akdeniz’de ve Libya’da hayal kırıklığına uğratmıştır. Nitekim Fransa NATO’nun Akdeniz’deki deniz güvenliği operasyonundan bir süreliğine de olsa çekildiğini bildirmiştir.1 Bununla birlikte Hafter gibi terörist gruplara destek vermesi neticesinde hem karizması büyük oranda çizilmiş hem de uluslararası kamuoyunda günden güne meşruiyetini kaybetmektedir.

Libya Krizi’nde Fransa’nın Rolü

Libya Afrika kıtasının Doğu Akdeniz’e açılan jeostratejik öneme haiz bir kapısıdır. Buna ilaveten tarih boyunca Akdeniz’den söz konusu kıtaya girilmek istenildiğinde Libya üzerinde hakimiyet kurmak esas alınmıştır. Örneğin bu bölge Fenikeliler, Kartacalılar, Büyük İskender İmparatorluğu, Romalılar, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderini değiştiren gelişmelere sahne olmuştur. Aynı şekilde günümüzde de önemini korumaktadır. Elbette ki Fransa kıta ülkeleri üzerindeki nüfuzunu ve menfaatlerini korumak bakımından her zaman için Libya’da da söz sahibi olmak isteyecektir. Bu kapsamda bağımsız Libya’nın güçlenmesi Fransa’nın menfaatlerine ters düşmektedir. Geçmişte Çad-Libya arasında altın madeni bakımından zengin olan bölgelere sahip olmak için verilen savaşta Fransa çatışmanın seyrini değiştirmiştir. Fransız güçleri kara ve hava operasyonlarıyla Çad’a destek vermiş ve Libya ağır yenilgiye uğratılmıştır.2 Mevzu bahis savaşta yenilen kuvvetlerin başında olan ve Çad’a esir düşen Hafter, Kaddafi tarafından hain ilan edilmiştir. 1990 yılında ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) müdahalesiyle kurtulan –ya da Fransa tarafından ABD’ye verilen Hafter- 2011 yılında Kaddafi karşıtı gösterilerin başlamasıyla Libya’ya geri dönmüştür. Şuanda ise Fransa eski sömürgesi Çad’dan paralı asker devşirerek Hafter’e destek vermektedir. Böylesi çatışmalara Fransa sadece Libya-Çad arasında değil diğer Afrika ülkeleri bağlamında da müdahil olmaktadır. Görünen o ki Paris’in dış siyasetinde Afrika’da izlediği geleneksel politikası haline gelmiştir.

Fransa Libya üzerinde resmi ve gayrı resmi roller oynamaktadır. Bahsi geçen devlet 2011 yılında Afrika Birliği tarafından Libya’da barışı sağlamaya yönelik müzakereleri sürdürmekle görevlendirilmişti.3 Fakat o dönemde Muammer Kaddafi karşıtı isyancılardan meydana gelen Ulusal Geçiş Konseyi’ni, kurulmasından 13 gün gibi kısa bir süre sonra 10 Mart 2011 tarihinde, Libya’nın resmi yönetimi olarak tanıyan ilk devlettir.4 Akabinde Fransa, 19 Mart 2011 tarihinde NATO’nun Libya meselesinde bir karar almasını beklemeden Libya’ya uçaklarıyla girmiş, Kaddafi yönetimini vurmuştur.5 20 Ekim 2011 tarihinde ise NATO askeri müdahaleleri sonucu Kaddafi, muhaliflerce ele geçirilmiş ve linç edilerek öldürülmüştür.6 Pek tabii bu durum tesadüfen olan bir şey değildir. Fransa’nın daha önceden hesaplayarak yaptığı bir harekettir.

Libya Petrol Ulusal Şirketi (NOC) verilerine göre, Afrika kıtasında kanıtlanmış en büyük petrol rezervine sahip ülke Libya’dır. Söz konusu ülke petrolündeki kükürt oranının düşük olması, petrolün işlenmesini kolaylaştırmakta ve maliyetleri düşürmektedir. 1973 Arap-İsrail Savaşı sonrası ABD’ye petrol ihracatı ambargosu uygulayan Libya, bu boşluğu 1974 yılında Fransız petrol şirketi Total ile anlaşarak doldurmaya çalışmıştır. Ancak 2011 yılında kullandığı petrolün %15’ini Libya’dan alan Fransa’nın hedefi, Libya’nın petrol yataklarındaki hisselerini artırmaktı.7 Bununla birlikte Libya’nın petrol gelirlerinin büyük bir kısmı Fransız bankalarına yatırılmaktaydı. Bu kapsamda Fransa, Libya’dan gelen parayı işletmekle kazanç elde etmesine rağmen ihtiyacı olduğu zamanlarda Libya’ya parasını temin etmiyordu. Libya bugün için hala bu sorununu çözmeye ve parasını geri almaya çalışmaktadır. Nitekim Libya Yatırım Fonu ve Fransa’nın ünlü bankası Société Générale arasındaki İngiltere’de görülen dava devam etmektedir.8 Buna ilaveten Libya’nın devrik lideri Kaddafi, öldürülmeden kısa süre önce yayımlanan bir röportajında, “Sarkozy İçişleri Bakanı iken bana geldi ve para istedi. Ben de verdim. Sayemde seçimi kazandı.”9 açıklamasında bulunmuştur. Bu kapsamda Nicolas Sarkozy’nin 2007 yılında cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasını yürütmek için Kaddafi’den yasa dışı şekilde para aldığı iddialarına karşın 2013 yılında hakkında ön soruşturması başlatılmıştır.10 Kaddafi haksız bir şekilde Fransa’ya büyük oranda para yardımı etmesinin cezasını çekmiştir. Öyle ki yardımı karşısında Paris, söz konusu liderin ölümünün öncülüğünü yapmıştır.

Kaddafi sonrasındaki süreçte ise Fransa’nın UMH ve Hafter tarafları arasında ara buluculuk yapması beklenmekteydi. Ancak Fransa François Hollande döneminde Hafter’e yönelik her türlü silah desteğini gizli bir şekilde verirken Emmanuel Macron döneminde bunu daha açık bir biçimde yapmıştır.11 Tüm bunlar gösteriyor ki Libya’nın istikrarlı bir yönetime kavuşamamasının önündeki en büyük engel ve krizin baş müsebbibi Fransa’dır.12 Bu kapsamda Paris, aynen bugünkü Irak ve Suriye örneklerinde olduğu gibi Kaddafi’den sonra Libya’nın birtakım parçalara bölünebileceğini ve bu parçaları da kendisine muhtaç hale getirerek ülkenin yönetiminde söz sahibi olmayı tasarlamıştır. Bu amaçla Birleşmiş Milletler (BM) tarafından terörist statüsünde olan Hafter’i meşru hükümetin karşısında destekleyerek ülke içinde bir kaos ortamının çıkmasını öncelemiştir. Ayrıca Fransa Hafter’e verdiği destekle Rusya’nın Wagner Grubu vasıtasıyla paralı askerlerle UMH’yi tamamen ortadan kaldırabilecek noktaya getirmesine yandaşlık etmiştir.

Tüm bunlara karşın UMH Türkiye’den yardım talep etmiştir. Ankara’nın yeni nesil silahlı insansız hava araçlarıyla (SİHA) verdiği destekle UMH, 4 Nisan 2019 tarihinden bu yana Hafter militanlarına çok ağır darbeler vurmuştur. Bu kapsamda Türkiye’nin meseleye Libya’da siyasal birlikteliğin sağlanması amacıyla müdahil olduğu belirtilmelidir. Buna ilaveten söz konusu devlet Yunanistan, GKRY, Fransa, Rusya, Mısır, BAE gibi devletlerden menfaatlerini korumayı ve onların projelerini bozmayı hedeflemiştir. Hafter gücünün ülkenin batısını terk etmek zorunda kalmasıyla Fransa yeni taktikler denemektedir.

Fransa’nın Afrika Ülkeleri Üzerindeki Benzer Politikaları ve Libya

Fransa’nın Libya krizinde izlediği politikasının hedeflerinden bir diğeri Libya’da elini güçlendirerek Afrika kıtasındaki nüfuzunu artırmaktır. Söz konusu devletin destek verdiği Hafter gücü bölgeden çekilirken arkasında toplu mezarlar bırakmıştır. Libya ordusunun yürüttüğü Öfke Volkanı Operasyonu’nun resmi sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda, ordu birliklerinin Hafter milislerinden kurtardığı bir kentte konteynerin içinde yanmış halde çok sayıda ceset bulunduğu açıklanmıştır.13 5-28 Haziran tarihleri arasında bulunan ceset sayısının ise 208 olduğu ifade edilmiştir.14 Nisan 2019 tarihinden bu yana Libya’da 1.000’den fazla kişi katledilmiş; içlerinde kadın ve çocukların da bulunduğu cesetlerde işkence izlerine rastlanılmıştır.15 Konuyla ilgili olarak BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR) Sözcüsü Liz Throssell: “BM İnsan Hakları Ofisi, Terhune ve çevresindeki toplu mezarların keşfinden dehşete düştü.”16 ifadesini kullanmıştır.

Fransa Doğu Akdeniz’deki isteklerinde, Libya üzerindeki tasallutunda, geçmişteki emperyalist faaliyetlerinde ve Afrika’daki nüfuzunda insan hakları ve uluslararası hukuka aykırı hareket etmektedir. Fransa’nın Afrika politikası işgal, soykırım, köle ticareti, kabileleri çatıştırma, asimilasyon faaliyetleri kapsamında Afrika insanının dilini, inancını, kültürünü yok saymak üzerine kurulmuştur. Nitekim Fransa Cezayir’de 132 yıl süren işgal sürecinde 5 milyon; 7.5 yıl süren soykırım sürecinde ise yaklaşık 1.5 milyon insanı acımasızca katletmiştir.17 Diğer taraftan 100 gün içerisinde bir milyona yakın insanın hayatını kaybettiği Ruanda soykırımında Fransız askeri birimleri, soykırıma doğrudan destek vermiştir.18 Tıpkı NATO toplantısında daha bir karar alınmadan Fransa’nın Libya’yı bombaladığı gibi BM Ruanda’ya askeri bir gücün konuşlandırılmasını tartışırken Fransa, Frankofon Afrikalı devletlerden oluşan uluslararası bir güce Turquoise Operasyonu kapsamında önderlik etmiştir.19 Libya’daki pozisyonu ise söz konusu sömürülerini devam ettirme isteğiyle açıklanabilecektir. Fransa Doğu Akdeniz’i ve Libya’yı 1. Dünya Savaşı yıllarındaki koşullara göre değerlendirmektedir. Hâlbuki şartlar çoktan değişmiştir. Dolayısıyla söz konusu devletin yeni dünya şartlarına göre kendini yeniden şekillendirmesi gerekmektedir.

Dünya kamuoyu Suriye’de yaşanan insanlık dramını Libya vatandaşlarının da yaşamaması için gerekli hassasiyeti göstermelidir. Çünkü Paris Moskova’yla birlikte gerekirse Mısır’ı ileri sürmeye çalışabilecek ve Afrika’da nüfuzunun bulunduğu ülkelerin insanlarını paralı asker olarak kullanmaya devam edebilecektir. Bu da Libya’nın bölünmesi ve iç çatışmaların devam etmesi anlamına gelecektir. Bu minvalde en azından diğer devletlerin Libya hususunda BM tarafından tanınan UMH ile Türkiye’nin işbirliği halinde yürüttükleri diplomasiye destek vermeleri, Libya’nın siyasi birlikteliğini sağlamaya hizmet edecektir. Maalesef şuandaki süreçte dünyanın bazı önemli ülkeleri bekle-gör politikasını izlemektedir.

Libya’nın siyasi birlikteliği Kuzey Afrika’da Fransa’nın itibar kaybına uğraması sonucunu doğuracaktır. Söz konusu itibar kaybından sonra muhtemelen Kuzey Afrika’da bu boşluğu dolduracak başka güçler gündeme gelecektir. Fransa nasıl ki son zamanlarda Suriye meselesinde masanın dışında kaldı; Libya’da da dışarıda kalma ihtimali büyüktür. Ankara ise Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin içinde bulunmadığı bir denklemin kurulamayacağını göstermiştir. Diğer taraftan Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, AB dışişleri bakanlarını Türkiye’ye yeni yaptırımlar uygulamak için 13 Temmuz tarihinde toplantıya çağırdığını belirtmiştir.20 Buna göre Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde yeni zorluklarla karşılaşma ihtimali vardır. AB’deki iki önemli güçten biri Fransa diğeri Almanya’dır. Libya’da zorlukla karşılaşan Paris Berlin’i yanına almak istemektedir. Halbuki Almanya Türkiye hususunda duygularıyla değil reel politik akılla hareket etmelidir. Çünkü Almanya Türkiye ile güvenlik, ticaret, enerji tedariği ve göç yolunun kontrolü üzerinde işbirliği yaptığı takdirde büyük menfaatler elde edecektir. Sonuç olarak Libya’da Türkiye’nin ilk hamlesi karşısında Fransa, küreselcilerin menfaatlerini korumakta yetersiz kalmıştır. Dolayısıyla Libya’da çıkarları bulunan küresel aktörlerin bundan sonraki süreçte Fransa ile birlikte yeni politik oyunları ihtimal dışı değildir.