Tarihsel veriler ve günümüz konjonktüründeki aktörlerin geleceğe yönelik hedefleri gündemde olan meseleleri, anlaşmazlıkları ya da krizleri çözümlememize yardımcı olacaktır. Nitekim Asya ve Avrupa’daki güç dengesinin gerekliliği 1940’lı yıllarda Adolf Hitler ve Josef Stalin’in de üzerinde anlaşmaya vardıkları gibi ABD ulusal güvenliği için bir ön koşul olma özelliğindeydi. 29 Aralık 1940 tarihinde Başkan Franklin Delano Roosevelt’in meşhur “Arsenal of Democracy”sine göre Eski Dünya’da hiçbir ülkenin üstün bir konum kazanmaması hayati önem taşıyordu.1 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise George Kennan konuyu daha ayrıntılı bir biçimde ele almıştır.2 Zbigniew Brzezinski de “Büyük Satranç Tahtası: Amerika’nın Önceliği ve Bunun Stratejik Gerekleri” (1997) isimli kitabında ABD’nin küresel üstünlüğünün Avrasya kıtasındaki hakimiyetinin ne kadar ve nasıl bir etkiyle sürdürebileceğine bağlı olduğunu açıklamaktadır.

Soğuk Savaş sonrası güçlenen ABD 11 Eylül 2001 saldırıları akabinde yeni bir dış politika yaklaşımıyla gündeme gelmiştir. Böylece ABD tarihte ilk defa bir taraftan Çin sınırına kadar Avrasya’nın eski Sovyet cumhuriyetlerine diğer taraftan da Avrasya’nın güney sınırı olan İran Körfezi’ne kadar nüfuz elde etme imkânı bulmuştur. Resmi adıyla “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi” olan Büyük Ortadoğu Projesi, Orta Asya’yı da içeren coğrafyada zamanla Yüzyılın Anlaşması projesine evrilmiş ve söz konusu bölgeleri yeniden dizayn etme amacı taşımaktadır. Pek tabii bu planla Avrasya jeopolitiği üzerindeki amaçlarını gerçekleştirme niyetinde olan ABD’nin işbirliklerini geliştirerek birtakım devletler ve devlet dışı örgütler ile birlikte hareket etmesi mecburiyeti doğmuştur.

Diğer taraftan 1920’li yılların başlarında Sovyet devrimi sonrasında Avrupa’ya giden Rus aydınlarca ortaya konan klasik Avrasyacılık anlayışı, Sovyetler döneminden sonra Yeni Avrasyacılık akımını beslemiş ve bu yönde kurulan/kurulmaya çalışılan işbirlikleri mevcuttur. Rusya-Çin ikilisinin başını çektiği bu taraf da aynı şekilde dünya hakimiyeti için Asya ve Avrupa’dan oluşan Avrasya bölgesini dünyanın merkezi olarak görmektedir. Dolayısıyla Sovyetlerin çöküşüyle “Yeni dünya düzeni” olarak anılmaya başlayan dönemde bu bölgede büyük güçlerin enerji eksenli nüfuz mücadeleleri başlamıştır. Diğer taraftan Avrasya Projesi’nin ekonomik ayağının Çin’den başlayarak İngiltere’ye kadar uzanan İpekyolu demiryolu projesinin olduğu belirtilmelidir.

Çin ve Rusya’nın önderlik ettiği Avrasyacılar ise İran, Suriye, Libya ve dolayısıyla Afrika’nın içlerine kadar nüfuzunu güçlendirmek istemektedir. Ayrıca Hindistan üzerinde ABD ve Pakistan üzerinde Çin ve Türkiye’nin etkinliklerinden bahsedilebilecektir. Görünen o ki uluslararası ilişkileri etkileyen söz konusu iki grubun nüfuz alanları başta enerji kaynaklarına sahip olmak bakımından Doğu Akdeniz’de kesişmektedir. Nitekim Rusya’nın Suriye’de ve Libya’da hakimiyet kurma çabaları ve Çin’in Akdeniz ülkelerinin çoğunda liman satın alması; ABD, İsrail, BAE, Suudi Arabistan, Mısır, Yunanistan, Fransa ve GKRY arasındaki işbirlikleri menfaat ve nüfuz alanlarını genişletmek istemelerinin somut delilleridir. Fakat bahsettiğimiz bu iki gücün dışında yeni bölgesel güç merkezlerinden söz etmek mümkün olacaktır.

Doğu Akdeniz ve Türkiye-Kıbrıs-Libya Üçgeni

Uluslararası politikanın bölgesel denklemler üzerinden nasıl şekillendiğini anlayabilmek için yukarıda bahsedilen iki hattın göz önünde tutulması elzemdir. Doğu Akdeniz’le sınırı olan ülkelerin çoğu menfaatlerini koruyabilmek için bahsi geçen iki güçle de ilişkilerini sürdürmeye çalışmaktadırlar. Bu minvalde Yüzyılın projesi ve Avrasya projesinin sıcak çatışma bölgeleri Doğu Akdeniz havzası; özelde ise Kıbrıs’ı yakından ilgilendirecektir. Güncel meselelere bu pencereden bakılacak olunursa Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Libya’nın mahiyeti daha net anlaşılabilecektir. Bu bölgeyle irtibatlı olan önemli stratejik yollar İstanbul-Çanakkale Boğazı-Karadeniz; Süveyş Kanalı (Hint Okyanusu) ve Cebelitarık boğazıdır (Atlas Okyanusu).

Türkiye’nin bahsedilen iki güçle de menfaatlerinin örtüştüğü ve örtüşmediği konular mevcuttur. Bu bağlamda Rusya-Türkiye’nin menfaatlerinin çatıştığı noktalar Libya, Suriye (İdlib) ve bu bölgedeki PKK/PYD’ye Rusya’nın bakış açısı, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki problemlerdir. Tüm bunlara rağmen Rusya-Türkiye diyaloğu ve Libya, Suriye meselelerinde iki ülke arasındaki bazı mutabakatlar ve sınavlar devam etmektedir. Türkiye ile menfaatlerinin örtüşmediği diğer ülkeler ise: Suriye’de ABD ile olan anlaşmazlıklar; Doğu Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölgeler, kıta sahanlığı ve enerji yatakları üzerindeki anlaşmazlıklardır. Bu kapsamda NATO ve AB üyelikleri bulunan Yunanistan ve GKRY ile Mısır, İsrail ve bu devletlerle işbirliği içerisinde olan BAE-Suudi Arabistan’ın Türkiye’yle arasındaki anlaşmazlıklar bulunmaktadır ve Fransa’nın Libya’da kaybettiği prestijini GKRY ile telafi etme girişimleri de bu listeye eklenebilir.

Yeni Dünya Düzeninin Mühim Adası: Kıbrıs

Kıbrıs Adası jeostratejik konumu itibariyle Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarındaki devletler için öncelikle güvenlik boyutu itibariyle önem arz etmektedir. Hem Avrasya projesinin Çin’den Afrika ve İngiltere’ye uzanan güzergahı hem de Yüzyılın projesinin yakınındaki gaz potansiyeli itibariyle ekonomik-stratejik yönden kesiştiği en önemli ve sıcak bölge ihtimali olan adadır. 300 yılı aşkın bir süredir Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinde olan Ada, 1878’de geçici olarak Kıbrıs’a yerleşen İngiltere’nin ilhakıyla 1914-1960 yılları arasında İngiliz yönetimi altındaydı. 1959’de Kıbrıs Cumhuriyeti ve Türkiye, İngiltere, Yunanistan arasında Garanti Antlaşması imzalandı. Ancak yönetimin Rumların kontrolüne geçmesiyle Türkler büyük zulümlerle karşılaşmış ve 1974’te Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekatı’nı gerçekleştirmesi sonrasında Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulmuş; 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilmiştir.

Bugün Doğu Akdeniz’de birçok aktörün GKRY vasıtasıyla varlık göstermesi ve tümünün çıkar odaklı olması kriz ortamını doğurmaktadır. Bu anlamda adanın Doğu Akdeniz’deki en büyük uçak gemisi mahiyetinde olduğu belirtilmelidir. Nitekim GKRY Doğu Akdeniz’de tek yanlı parselleme faaliyetlerinde Türkiye ve KKTC’nin olası müdahalelerini engellemek maksadıyla Fransa ve AB’nin koruması altına girmiştir. GKRY ile 2017, 2018 yıllarında yaptığı askeri işbirliği anlaşmalarıyla Fransa Kıbrıs’taki hava ve deniz üslerini daimi kullanma yetkisine kavuşmuştur. 1959 ve 1960 yıllarında yapılan Londra ve Zürih anlaşmalarında Fransa’nın Kıbrıs meselesinde garantör olmamasına rağmen GKRY’nin Paris’le olan işbirliği bahsi geçen anlaşmaları ihlal etmektedir.

İngiltere’nin Ağrotur (Akrotiri) ve Dikelya’daki askeri üsleri Irak savaşlarında, Süveyş, Libya ve Suriye’deki askeri operasyonlarda kullanılmıştır. Bugüne kadar mevzu bahis İngiliz üslerince Amerikan deniz-hava kuvvetlerine kolaylıklar tanınmıştır. Diğer taraftan Rum kesimiyle işbirliği halinde olan Amerikan enerji şirketleri de Washington D.C’nin tutumunu belirleyen önemli faktörlerden diyebiliriz.

Tüm bunlara karşın GKRY “vergi cenneti” olarak adlandırılmakta ve buradaki bankalar, Rus müşteri profili ve sıkı olmayan denetimleriyle bilinmektedir.3 Buna ilaveten Rusya ile Rum toplumu arasındaki inanç birliği geleneksel olarak GKRY’nin Ruslarla ilişkilerinin oldukça iyi olması zeminini hazırlamıştır. Buna karşın Rumlar Limasol limanının ve Pafos havalimanının Ruslar tarafından kullanılmasına izin vermiştir.4 Fakat geçtiğimiz günlerde ABD’nin GKRY’ye silah ambargosunu kaldırılması kararından sonra Rusya-ABD arasındaki gerilimin artması ve Rusların burada barınmalarının zor olacağı öngörüsünde bulunulabilir.

Türkiye ve Kıbrıs

GKRY Ada’nın garantör devleti Türkiye’nin güvenliklerini tehdit ettiği yönünde propaganda faaliyetlerinde bulunmaktadır. Oysa iddialarının asılsız olduğu ve ortada başka hesapların olduğu açıktır. Kaldı ki Batı blokunun Türkiye’nin Kıbrıs’tan ve Doğu Akdeniz’den çıkarılması maksadıyla hazırladıkları Stratejik Plan mevcuttur. Buna göre:5

  1. Türkiye’de önümüzdeki 10 sene içinde bir iç savaş yaşanması
  2. İsrail ile Suudi Arabistan’ın bölgede stratejik ortak ve müttefik haline getirilmesi
  3. PKK-PYD terör örgütünün hukuk dışı olmaktan çıkarılarak yasal hale getirilmesi
  4. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki enerji paylaşımında dışarıda tutulması

Bahsi geçen plan çerçevesinde ABD, Fransa, Yunanistan, GKRY, İsrail, BAE, Suudi Arabistan, Mısır’ın içinde bulunduğu hatla Doğu Akdeniz’de yeni bir savunma mimarisi oluşturma peşindedirler. 2004 yılında Kuzey ve Güney Kıbrıs’ta referandumla oylamaya sunulan Annan Planı için Rum kesimi %76 oranla ret oyu vermiş ve plan hayata geçirilememiştir. Türkiye tam olarak uçurumun kıyısından dönmüştür. Çünkü plan başarılı olsaydı Türkiye’nin Kıbrıs nezdinde sahip olduğu avantajlar Yunanistan tarafından kullanılacaktı. Dolayısıyla Türklerin Akdeniz’deki menfaatlerini koruması zorlaşacaktı. Görünen o ki AB ihtilaflı olan GKRY’ye üyelik vererek Doğu Akdeniz sorununa bilerek bulaşmıştır.

***

Dünya düzenini şekillendiren her iki kol da Libya ve Doğu Akdeniz’deki tabi kaynaklar üzerinde söz sahibi olmak için mücadeleyi sürdürmektedir. Buna karşın Ankara hiçbir aktörle çatışmadan ve hiçbirinin emrine girmeden Akdeniz’deki haklarını korumak istemektedir. Fakat Türkiye olmadan iki koldan birinin diğerine üstünlük sağlaması zor görünmektedir. Doğu Akdeniz bölgesi üzerindeki hakimiyet dünya hakimiyetiyle direk olarak irtibatlıdır. Söz konusu bölgenin kilit taşı da Türkiye’dir. Doğu Akdeniz’de aktif rol alan Fransa’nın Afrika ülkelerinden sömürge vergisi olarak yıllık 500 milyar dolar getirisi vardır.6 Paris’in Libya’da başarısızlığa uğramasıyla Afrika’da kurduğu sömürü düzeninin devam etmesi zorlaşacaktır. Buna karşın Fransa AB’nin yeni kurulmak istenen savunma sisteminin lideri olmak istemektedir. Bu şartlarda ileriki zamanlarda dinsel-etnik ırkçılığın temel alındığı bir Haçlı ruhunun yeniden diriltilmesi ve asırlar öncesi olduğu gibi Türkleri rahatsız etmesi mümkündür. Tüm bunlara karşın Türkiye sert ve yumuşak gücü bir arada kullanabilmeli; diplomatik akılla hareket etmelidir. Ankara’nın stratejik güç planlamaları yapması gerekmektedir.

Yunanistan’ın Ege’de karasularını 6 milden 12 mile çıkarması Türkiye için savaş sebebi -casus belli- sayılacaktır. Ayrıca Ege’de ihtilaflı olan ada, adacık, kayalıkların statüsü yeniden tartışmaya açılmadır. Statüsü belirsiz olan ve işgal edilen Ege’deki yüzlerce adanın Osmanlı mirası olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin hakkı olduğu savunulmalıdır. Diğer yandan Lozan Antlaşması ve Paris Antlaşması’na göre Yunanistan’ın Limni, Semadirek ve Doğu Ege Adaları ile 12 Ada’da kolluk kuvvetleri dışında silahlı kuvvet bulundurmaması ve tahkimat yapmaması hükme bağlanmıştır. Geçtiğimiz ay asker bulunmaması gereken Türkiye sınırı yakınlarındaki Dedeağaç bölgesinde Yunanistan’ın izniyle ABD’nin hava ve deniz üssü açması da söz konusu antlaşmaları ihlal etmektedir. Fakat bu şarta uymadıkları dolayısıyla söz konusu adaların konumunun BM, NATO nezdinde uluslararası hukuka uygun olarak yeniden tartışmaya açılması gerektiği vurgulanmalıdır. Yunanistan tüm adaların kıtalar gibi karasularına sahip olduğunu iddia ederek Akdeniz’de söz sahibi olmak istemektedir. Fakat Yunanistan Doğu Akdeniz ülkesi değildir. Bu nedenle Türkiye Doğu Akdeniz’e kıyıdaş devletlerle (Yunanistan hariç) ikili ilişkiler kurarak Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilanını yapmalıdır. Mısır, İsrail gibi devletlerle anlaşmaya varılmaması durumunda Türkiye tek taraflı olarak MEB ilan etmelidir. S-400’lerin hangardan çekilerek aktif hale getirilmesi caydırıcılık stratejinin uygulanması gerekmektedir. Siyasal bütünlüğünü sağlamış bir Libya’nın Türkiye’nin menfaatleriyle örtüşmesi hasebiyle buna taraftar olan tüm ülkelerle işbirliğine gidilmelidir.

Türkiye istiklal ve istikbalinin korunabilmesi için KKTC’de deniz ve hava üslerini aktifleştirmeli, Maraş bölgesi iskana açılmalıdır. Ayrıca KKTC federe devlet talebinden vazgeçerek dünyada bağımsız bir devlet olarak tanınması için daha fazla çaba harcamalıdır. Diğer yandan KKTC’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri yakından takip edilmelidir.

Türkiye dünyanın hiçbir devleti veya şirketinin tanımadığı avantajları Kahire’ye sunarak sismik araştırma gemilerini Mısır’ın söz hakkı olduğu bölgelerde kullanabilmesi teklifini götürebilir. Böylece petrol kaynaklarının tespiti, Avrupa’ya taşınması ve karasularının genişlemesi hususlarında Mısır ekonomisine katkıları üst düzey diplomatik ilişkiler kurularak izah edilmelidir. Diğer taraftan büyükelçiler vasıtasıyla tüm dünya nezdinde Doğu Akdeniz’de bir savaş çıkmasının sonuçları çarpıcı bir şekilde aktarılmalıdır. Bununla birlikte Yemen, Suriye, Libya gibi birçok bölgenin karışması için faaliyetlerde bulunan BAE gibi bir ülkenin nükleer santrale sahip olması, krizlerin artacağı bir döneme girildiğinin işaretidir. Dolayısıyla Türkiye’nin nükleer teknolojiyi geliştirme faaliyetlerinde Rusya’nın yanı sıra İran, Pakistan veya Uzakdoğu’nun diğer bazı ülkeleriyle işbirliği içerisine girmesi gerekmektedir. Yüksek irtifa-uzun menzilli savunma sistemleri ve muharebe uçakları diğer devletlerle ortaklaşa yapılabilir. Bununla birlikte Türkiye sınırdaşı olan İran’la çoğu konuda hemfikir olmasa da nükleer anlaşma dolayısıyla tüm dünya devletlerinin baskısına karşın destek vermiştir. Bu durum ve mezhepçi politikasıyla İslam dünyasında kendisine büyük ölçüde prestij kaybettirdiği Tahran’a sık sık hatırlatılmalıdır. İran’ın mezhepleri çatışma unsuru olarak farklı grupları körüklememesi hem kendisinin hem de Türkiye’nin ortak menfaatinedir.

Uluslararası akademik çalışmalarla Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz meselesiyle ilgili yayınlar Türkiye tarafından teşvik edilmelidir. Bu çerçevede sömürgeci ülkelerin yumuşak karnı tespit edilmeli; Türkiye ve Kıbrıs’taki üniversiteler tarafından da yoğun bir şekilde ciddi çalışmalar yapılmalıdır. Doğu Akdeniz meselesinde Türkiye’deki muhalefet bilgilendirilmeli, bu konuda görevlendirilmeli ve hükümetle işbirliği içerisinde olmalıdır. Bu hususta Türk siyasetinde iktidar kadar muhalefetin de ne düşündüğü oldukça önemlidir. Çünkü muhalefetin politikası dünyanın geleceğini etkileyecek konumdadır. Bu kapsamda siyasi partilerin fikirlerinin Türk halkı tarafından net bir şekilde bilinmesi lazımdır. Dolayısıyla tüm platformlarda Doğu Akdeniz üzerine tartışılması ve kamuoyu bilgilendirmesinin yapılması gerekmektedir. Ayrıca Türkiye’deki bazı kurum ve kişilerin BAE ile menfaat ilişkilerinin olup olmadığı Türk istihbaratı tarafından yakından takip edilmelidir.