İki yüze yakın ölü, binlerce yaralının yanı sıra 50 bin kişinin evsiz kalmasına neden olan 4 Ağustos Beyrut patlaması, küresel boyutta da büyük yankı uyandırarak dünyanın gözünü yeniden Lübnan’a çevirmesine neden oldu. Resmi kaynaklara göre yaklaşık 15 milyar dolar zarara sebep olan patlamanın yaralarının sarılması için harekete geçen bölge ülkeleri ilk etapta tıbbi malzeme ve temel gıda maddelerini içeren yardım uçaklarını Beyrut’a göndermeye başladı. Bu anlamda patlamanın hemen sonrasında Türkiye başta olmak üzere çeşitli ülkelerin desteğini almaya başlayan Lübnan, patlamada hiçbir sorumluluğu olmadığını söyleyen İsrail’den dahi yardım teklifi aldı. 9 Ağustos’ta Fransa öncülüğünde küresel liderlerin bir araya geldiği toplantıda 298 milyon dolar toplanarak şehrin yok olan alt yapısını yeniden inşa etmek ve Lübnanlıların ihtiyaçlarının giderilmesi için önemli adımlar atıldı. Toplantıda alınan önemli kararlardan biri ise yardımların BM gözetiminde ve şeffaf bir şekilde yapılacak olması oldu. Çünkü her ne kadar rutin bir karar gibi gözükse de Lübnan’da insani yardımların halka ulaşması meselesi ayrı bir krizin habercisi niteliğindeydi. Bu kriz kısa bir süre sonra insani yardım noktasında hem devletin hem de sivil toplum kuruluşlarının açmazlarını açığa çıkaracak güce ulaştı. Toplumsal arenada kendisini göstermeye başlayan krizin yansımaları ise Lübnan’da farklı bir kaotik zeminin oluşmasına yol açtı.
Uluslararası Yardımlar: Devlet-STK Çatışması
Patlamanın hemen ertesinde Lübnan’a yapılacak yardımların dile getirilmesiyle birlikte aktivistler de harekete geçerek yardımların Lübnan devleti kanalıyla gönderilmemesi çağrısında bulundular. Yardımların şeffaf olmayacağı inancıyla devlet kurumları yerine doğrudan lokal sivil toplum kuruluşlarına teslim edilmesi çağrısında bulunan aktivistler, siyasilerin değil toplumun kurtarılması gerektiğini ifade ettiler. 17 Ekim protestolarında sürekli olarak vurgulanan yolsuzluk nidaları patlamayla bir kez daha gündeme gelerek resmî kurumların gelecek yardımları halka sunmayacağı iddiasını savunan sivil toplum kuruluşları, devletin bu konudaki boşluklarını yeniden gözler önüne serdiler.
Lübnan’da yaşayanların devlete bağlı kurumlara olan güvensizliklerinin sebepleri ise daha önce yapılan yardımlar nedeniyle gün yüzüne çıkıyor. Yakın geçmişte Lübnan’a yapılan uluslararası yardımlar ile sosyo- ekonomik göstergeler arasındaki zıtlık bu güvensizliğin net delilleri arasında. En somut karşılığı ise ülkede bulunan bir milyondan fazla Suriyeli göçmen için dünyadan gelen yardımların kamplara gönderilmediğine dair verilerin çokluğu. Diğer taraftan ülkede patlamada zarar gören yabancı uyrukluların da resmî kurumlardan yardım alamadıkları rapor ediliyor.
İç savaştan bu yana Lübnan’ın yeniden yapılandırılması için yapılan yardımlar, Lübnan halkının ekonomik yükün altında ezilmemesi için kayda değer bir önem taşıyordu. Uluslararası destek kamu borcunun düşürülmesinde zaman zaman rol oynamış olsa da sosyal refahı sağlamak için verilen taahhütlerin yerine getirilmemesi nedeniyle toplumsal anlamda karşılığını bulamadı. 2001, 2007 ve en son 2018’de Paris’te yapılan konferanslarda verilmesi kararlaştırılan mali desteğin kısmi olarak verilmesi ve geçtiğimiz Temmuz ayında Hasan Diab hükümetinin IMF ile görüşmelerinin tıkanmasının nedeni olarak reformların yapılmamış olmasının ifade edilmesi ise Lübnanlılar için hükümetin nazarında toplum değerlerinin sorgulanmasına yol açtı. Eylül ayının başında ülkede patlak veren balık ve çay krizi bu sorgulamanın yansımalarını ve devletin sosyal politikalarının karşılığını gösterir nitelikteydi.
Lübnan Siyasetinde Yeni Bir Kavram: Balık-Çay Krizi
Ülkede patlamadan çok önce başlayan ekonomik kriz nedeniyle halkın yüzde yetmişinin açlık sınırına ulaşması zaten ciddi bir finansal desteği gerektiriyordu. Patlamayla birlikte hızlıca ülkeye akmaya başlayan uluslararası yardımların halka dağıtmak yerine süpermarketlerde satılmaya başladığı haberleri ise sosyal infiale yol açtı. 7 Eylül’de Moritanya’dan gelen 12 ton balığın Lübnan halkına ulaşmadığına dair ortaya çıkan iddialar ülke gündemine sert bir giriş yaptı ancak bu sertlik karşısında devlet yetkilileri sessiz kalmayı tercih etti. Balık krizinden iki gün sonra Sri Lanka’nın Lübnan halkına dağıtılması için gönderdiği 1675 kilogram çayın Cumhurbaşkanı Avn tarafından ordu mensuplarına dağıtıldığı haberleri toplumsal gerginliğin sokağa taşınması ihtimalini hızlandırdı. Bu noktada “Çay Hırsızları” etiketiyle sosyal medyada tepkisini ortaya koyan halk hırsızlığa müsaade etmemek için yeniden protestoların başlaması için çağrıda bulundu. Resmi kaynaklar bu meyanda daha fazla sessiz kalamayacağını anlasa da çayların Cumhurbaşkanı Mişel Avn’a hediye olarak sunulduğuna dair yaptıkları zayıf açıklama halkı sakinleştiremedi.
Devletin halkın dikkatini çekmek istediği konu ise, bazı sahte kuruluşların Lübnan devleti ve ordusu için oluşturulan negatif atmosferden faydalanarak yardımları çalmak istediğiydi. Devlete yapılması gereken fonun kesilerek misyonu belirli olmayan bazı kuruluşlara teslim edilmesinin Lübnan halkı için doğuracağı zarara dikkat çeken Lübnan ordusu, hiçbir gözleme tabi tutulmayan bu kurumların ülke içinde insani yardım adı altında çeşitli yolsuzlukları da beslediğini belirtti. Mevcut durumda 900’e yakın hükümet dışı organizasyonun bulunduğu Lübnan’da 378 kurumun yardım dağıtmak için devletten aldığı resmi izinle çalıştığı bildiriliyor. Buna göre yıkılan binaların tamiri için gereken inşaat malzemelerinin temin edilmesinden günlük gıda dağıtımına kadar yapılan yardımlar için öncelikle bu iznin elde edilmesi gerekiyor.
Sonuç olarak, Beyrut patlamasıyla yakın tarihinin en büyük buhranını yaşayan Lübnan’ın içinde bulunduğu durumdan kurtulması için uluslararası yardımların hızlı ve güvenli bir şekilde dağıtılması şart. Lübnan halkının insani yardımların dağıtılması hususunda devlet ve STK’lar arasında yaşanan krizin arasında kalması sosyal çöküşe yol açması muhtemel önemli bir neden. Dağınık bir şekilde çalışan sivil toplum kuruluşlarının genel ihtiyacı karşılayabilmesi ise mümkün gözükmüyor. Sınırlı alanlarda çalışan organizasyonların daha geniş kitlelere ulaşabilmesi için ise sistematik çalışması ve kurumsal desteği elde etmesi gerekiyor. Nitekim devlet bir süre içinde bu kurumlara müdahale edeceğini açıkça belirtiyor. Bu durum gerçekten sosyal dayanışmayı temsil eden organizasyonlar için de bir sınırlamayı beraberinde getirecek. Bununla birlikte resmî kurumlara karşı olan güvensizlik STK’lara oranla daha fazla. Dolayısıyla halkın olası bir krizde devlet dışı kurumların yanında olacağı açıkça görülüyor. Bu nedenle de yardımların şeffaf bir şekilde dağıtılması kaygılarının giderilmesi bağışçılar kadar hem Lübnan halkı hem de hükümet için önem arz ediyor.