6 Mayıs 2018’de yapılan genel seçimlerden dokuz ay sonra Başbakan Saad Hariri bir uzlaşı hükümeti kurup Lübnan siyasetinde yeni bir sayfa açmayı başardı. Hariri’nin partisi el-Müstakbel hükümette altı bakanlık elde ederken, seçimlerden galibiyetle çıkarak meclisteki 128 sandalyeden 70’ini kazanan Hizbullah üç önemli bakanlıkla (Parlamento İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı) temsil hakkına sahip oldu.
Dokuz aylık sancılı bir süreçten sonra kurulan yeni hükümetin önünde, kendi ölçeğine göre dünyadaki en büyük kamu borcuna sahip Lübnan’da ekonomiden; beş yüz binden fazla Filistinli ve bir milyonu aşan Suriyelilerden oluşan mülteci meselesine kadar büyük dosyalar bulunmaktadır. Buna ilave olarak alt yapı ve sosyo-kültürel sorunlar da reform nitelikli acil çözüm beklemektedir. İşte bu ortamda, Saad Hariri’nin politik vizyonu ile vadettiği reformlar konusunda atabileceği atılımlar üzerine, gerek yerel gerekse de uluslararası kaygı ve yorumlar öne çıkmaktadır.
Hariri’nin Geçmişi Güven Vermiyor
Lübnanlı Sünniler üzerinde etkili bir isim olan Saad Hariri’nin, Kasım 2017’de güvenlik kaygısı taşıdığı gerekçesiyle Riyad’a giderek görevinden istifa ettiğini açıklaması; ardından Paris’e gitmesi, 17 gün sonra da başkent Beyrut’a dönerek istifasını geri çektiğini bildirmesi başbakanın reformlar konusunda ne kadar cesur olabileceği tartışmalarını beraberinde getirdi. Bu noktada yeni hükümetin icraatlarını görebilmek için 100 günlük bir sürenin geçmesi mutat ise de Hariri’nin güvenilmezliğinin kanıtlanması için bu sürenin beklenmesine gerek olmadığını söyleyen görüşler, daha ilk günden gündeme girdi. Seçimlerin üzerinden 240 günden fazla geçmiş olmasına rağmen Hariri’nin, Hizbullah tarafından da desteklenen bağımsız Sünni siyasileri kendi çatısı altında toplayamaması güvensizliğin temel sebepleri arasında gösterilmektedir. Ayrıca Sünni siyasetçiler arasındaki uyumsuzluğu giderememesi; mezhepsel çekişmelerde, özellikle Hristiyanların ve Dürzilerin beklentilerini karşılamayarak kaosun tırmanmasını engelleyememesi de güvensizlik sebepleri arasında yer almaktadır. Diğer taraftan Lübnan’ın içinde bulunduğu finansal krizin yol açtığı siyasi kırılganlığın Hariri hükümetinin çizeceği yol haritasıyla giderilemeyeceği de ön görülmektedir.
Ekonomik Kaygılar
Hariri’ye karşı duyulan güvensizliğin başında şüphesiz ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizin çözülemeyeceğine dair duyulan kaygılar gelmektedir. Hükümet kurulmadan önce 5 Ekim’de başbakanın ülke ekonomisi üzerinde tehlike çanlarının çaldığına dair yaptığı vurgunun ardından, Lübnan’ın bağımsızlık günü olan 22 Kasım’da Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın ekonomik üretkenliğini sağlamadığı sürece, Lübnan’ın tam anlamıyla bağımsız olamayacağı şeklindeki açıklamanın yankıları sokaklara taşmıştır. Nitekim 17 Aralık’ta Beyrut ve Trablus’ta protestolar başlamıştır. Gösterilerin temel argümanı, hükümet boşluğundan doğan belirsizliğin ülkede yolsuzluğu artması ve ekonomik krizin büyümesidir. Hariri, bu argümana karşılık, yeni hükümetin ülkenin ekonomik kalkınmasına öncelik vereceğini ve yolsuzluğun önüne geçmek için acil reform planı hazırlayacağını ilan etmiştir. Ancak yeni kabinede de yerini koruyan Maliye Bakanı Ali Hasan Halil’in günler önce Lübnan’ın ekonomik krizinin en yüksek seviyede olduğunu ifade etmesi, ülkenin içinde bulunduğu mali krizin kolay kolay aşılamayacağına dair göstergeler sunmaktadır. Öte yandan 6 Mayıs’taki seçimlerden önce tüketim vergisinin düşürülmesi için İletişim Bakanı Muhammed Şakir’den gelen talebin; aslında kendi şirketleri üzerindeki vergi yükünün düşürülmesi için bir planlama olduğu, bu tarz girişimlerin de bütçe açığını kapatmada bir işe yaramayacağı düşüncelerini ön plana çıkarmaktadır
Lübnan’ın ekonomik yapısı, ticaret ve turizm ile sıcak para akışına bağlı olduğu, ancak bu akışın da genelde devletin yakın ilişkiler içinde olduğu sermaye sahiplerine yaradığı ve toplumun ihtiyacına cevap vermediği bilinmektedir. 2018 verilerine göre ülkenin gayri safi yurtiçi hasılası 56,710 milyon dolardır. Ancak kamu borcunun %153’ü artması, işsizlik oranının yükselmesi, gençlerin kendi alanlarında istihdam edilememeleri gibi sorunların uzun yıllardır çözülememesi, reform planlarının yine “aşağıdan yukarıya” hizmet edeceğini ve Lübnan halkının refah seviyesinin yükseltemeyeceği kaygılarını artıran sebepler olarak görülüyor.
Yeni hükümete karşı duyulan bu şüphelerin arkasında Lübnan’ın yıllardır düzlüğe çıkamayan ekonomik yapısına etki eden dış faktörlerin de baskısı bulunmaktadır. Hariri’nin ilk başbakanlık deneyimi olan 2009-2011 yılları arasında Ortadoğu’da başlayan Arap baharının yarattığı krizin Lübnan’a halk hareketi olarak yansımasa bile ticari açıdan yarattığı etki, ülke ekonomisinin daha da kırılganlaşmasına yol açmıştır. 2011’de Ürdün ve Suriye arasındaki kara sınırının kapatılmasıyla, ekonomide yaşanmaya başlanan durgunluğun yanı sıra siyasi istikrarsızlık doğrudan yabancı yatırımlardaki düşüşe ve Lübnan ihracatının %30 azalmasına sebep olmuştur.
Öte yandan yaşanan ekonomik durgunlukla baş edilememesi nedeniyle gayrimenkul sektöründe maliyetlerin yükselmesi ve yaşam standartlarının düşmesi başbakanın eylem planlarının çare olamayacağı sonucunu getirdi. Ülkenin en önemli gelir kaynaklarından olan turizm sektörünün düzenlenen uluslararası festivaller ve otel fiyatlarındaki düşüşlere rağmen Hariri’nin görevde bulunduğu süre içinde yedi milyar dolardan üç milyar dolara kadar gerilemesi, güvensizliğin bir diğer sebeplerinden oldu. 2010-2017 arasında Lübnan’ın yalnızca %1,7’lik bir büyüme yakalaması ve yedi yılda bütçe açığının 2,3 milyar dolardan 4,8 milyar dolara yükselmiş olması, 2017 yılında bir önceki yıla göre ithalatın %29 artarak 20,3 milyar dolara ulaşması; dolayısıyla ticari açığın daha da büyümesi, başbakanın karşısına açmazları olarak çıkmıştır. Aynı bağlamda 2014 yılında %20’lerde seyreden işsizliğin, 2017’nin sonunda %46’ya kadar yükselmiş olması da ülkenin genç nüfusunun başbakana karşı duydukları güvensizliği artıran temel faktörlerden biri olduğunda kuşku yoktur.
Suriyeli Mülteciler ve Hariri’nin İkilemleri
Başbakan Saad Hariri’nin en büyük açmazlarından bir diğeri; ülkede bir milyonu aşan Suriyeli mültecinin durumu karşısında takındığı çelişkili siyasi tutumdur. İç savaşın hemen ardından Lübnan’a akın eden Suriyelilerin ülke ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerinin yanı sıra sosyal hayatta da Lübnanlılarla çatışma halinde oldukları saklanmaz bir gerçektir. Bu aşamada Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın mültecilerin ülkelerine geri dönmeleri gerekliliğine dair ısrarlı açıklamalarına ve 20 Ocak’ta Beyrut’ta düzenlenen Arap Ekonomi zirvesinde Suriyeli mültecilerin ülkenin toplumsal yapısındaki çözülmeye sebep oldukları vurgusuna rağmen Hariri’nin- her ne kadar Avn ile paralel düşünse de- istemedikleri sürece hiçbir Suriyelinin zorla Lübnan’dan çıkarılmayacağını belirtmesi ve bu konuda net bir politikasının olduğunun altını çizmesi önem arz etmekteydi. Hariri mülteci meselesini siyasi ihtiraslara alet etmek istemediğini de açık bir şekilde ifade ederken, 2017’de Dışişleri Bakanı Cibran Basil’in Suriye’nin Beyrut Büyükelçisi Ali Abdülkerim Ali ile mülteci meselesini görüşüp, mültecilerin ülkelerine güvenli bir şekilde dönmeleri için Suriye rejimiyle irtibata geçebileceklerini söylemesi, mülteci krizinin siyasi boyutunu ortaya koymuştu. Diğer taraftan Hizbullah’ın da mültecilerin durumu konusunda Esad’la kurulması istenen iletişime sıcak bakması karşılığında Hariri’nin bu konuda yalnızca BM’yi muhatap alacağını belirtmesi yeni dönemde siyasi ortaklarıyla çelişkiye düşeceğine ve hükümetin çaresiz kalacağına dair görüntüler ortaya çıkarmıştır.
Ancak yeni hükümetin kurulmasıyla mültecilerden sorumlu bakanlığa Suriye rejimine yakınlığıyla bilinen Salih el-Garib’in atanması, Hariri’nin mülteciler konusundaki çelişkili siyasetinin izlerini de açığa çıkardı. Suriye rejimini açıktan terörizmle suçlamasına rağmen Şam destekli Salih el-Garib’in atanmasına sesini çıkarmayan Hariri’nin mülteciler dosyasını Cibran Basil’in planlarına terk etti. 1 Şubat’ta yaptığı açıklamayla, BM ile ortak hareket etmekten ziyade, Rusya’nın mültecilerin geri dönüşü ile ilgili yaptığı politik girişimi benimsediğini kabul ederek, kendisini bu meseleden uzak tutmayı düşündüğü, böylelikle de en azından kendi pozisyonunu sağlamlaştırmaya çalıştığı görüntüsünü öne çıkardı. Hariri’nin mültecilerle ilgili politik yaklaşımındaki bu değişim ise bir taraftan Suriyelileri istemeyen Lübnan halkının güvenini sağlam bir zemine oturtmak; bir taraftan da bir milyona yakın Suriyelinin ülkelerinde güvenli bölgelere geri dönüşünün sağlanmasına destek olarak Suriye’deki demografinin Sünniler lehine dengelenmesine katkıda bulunmak olacağı ihtimalini de öne çıkarmaktadır. Bununla birlikte Hariri’nin bu tutumu, başbakanın çelişkiler içinde olduğu izlenimini vermekte ve bir güven bunalımının yaşanmasına sebep olmaktadır.
Umutlar ve Beklentiler
Her ne kadar özellikle de ülke ekonomisi ve mülteci dosyası hususunda başbakana karşı birtakım hoşnutsuzluklar duyulması söz konusu olsa da dokuz ay sonra politik rekabete son verilip hükümetin kurulması Lübnan’da umutların yeniden yeşermesine vesile oldu. Saad Hariri’nin olumsuzluklara ve hükümeti kuramayacağına yönelik oluşan olumsuz atmosfere rağmen tüm çabasını ortaya koyarak uzun zaman sonra yeni bir atılım yapması, Beyrut’ta havai fişeklerle ve çeşitli gösterilerle kutlanarak Lübnan’ın 2019’da imajının değişeceği düşüncesini de ön plana çıkardı. Öte yandan başbakanın artık Lübnan’ın kaybedecek vaktinin olmadığı ve bir an önce ekonomik reformların yapılması konusunda verdiği taahhüdün de pozitif etkilerinin kısa vadede görüleceğine dair beklentileri yükseltmiştir. Bu noktada ilk olarak mayıs seçimleriyle birlikte ülke siyasetinin stratejik dönüşümü nedeniyle Hariri’nin önceki dönem politikalarından farklı olarak çizeceği yol haritasının önemi ortaya çıkmaktadır. Başbakanın yeni kabinede denge unsuru olarak oynayacağı rol ve reformist politikalarının işlerliğinin ne ölçüde sağlanacağı ise hükümetin devam etmesi halinde önümüzdeki yüz gün içinde kendini gösterecektir.