ABD’de faaliyet gösteren ve BM Medeniyetler İttifakı’nın yayını olan Global Experts’e bir yazı yazan, National Defense ve Georgetown Üniversiteleri öğretim üyesi, Mısır uzmanı Dr. Paul Sullivan, referandum sonrası Mısır’daki son gelişmeleri değerlendirmişti. “On yılın İdeolojik Savaşı” başlıklı yazısı bana 1988 yılında yazdığım “Mısır’da Kimlik Bunalımı” başlıklı gazete yazımı hatırlattı. Paul Sullivan yazısında şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Birçok bakımdan Mısır’da şu anda görülen gelişmeler İslamî yorumların çatışması veya Mısır içinde bir medeniyetler çatışması bile olabilir. Bunun kendiliğinden nasıl sonuçlanacağı İslam dünyasında bir çok yerdeki çatışmaları ve tartışmaları etkileyebilir.”
İlk anda mevcut durumu özetleyen bu hipotez aslında bir çok soruyu da içinde barındırmaktadır. Zaten yazar da bunun farkında olarak; “Mısır’ı sarsan gösteriler, şiddetli olaylar, istifalar, suçlamalar ve daha fazlası çok daha büyük bir gelişmenin belirtileridir. Şu anda Mısır’da gelişen olay, onyılın ideolojik savaşıdır. Bu savaşın esasları çok karmaşık, istikrarsız ve değişkendir.” diyerek meseleyi İhvan-ı Müslimin ve kısmen onlardan doğan; kısmen -daha çok Vehhabilerin etkisi ile- gelişen Selefilerin ilişkilerine getirmektedir.
Mübarek sonrası yaşanan süreç bu iki gurubu aktif bir şekilde öne çıkarmış hatta siyasette baş aktör yapmıştır. Fakat bu sonucun tamamıyla Arap baharı ile izahı da mümkün değildir. Bugüne kadar horlanan, dışlanan ve ancak yer altında gelişmesine izin verilen bu gurupların Arap baharı sonrası siyaseti yönlendirdikleri veya dönüştürdükleri doğrudur. Ancak Mısır toplumunun geneline bakıldığında onların fikir dünyalarının çoğunluğu temsil ettiği kuşkuludur. Bu konuda Paul Sullivan’ın yazısında verdiği örneklere katılmamak mümkün değildir. Ancak, bu guruplar ile iç içe olabilecek Mısırlı müslümanların bunların fikirleri ile daha doğrusu ideolojileri ile uyuşmadıkları konusundaki yaklaşıma katılmakla birlikte; bunun bir ideolojik savaş mı yoksa bir kimlik bunalımı mı olduğu tartışmaya açıktır.
Paul Sullivan’ın gözlemlerine göre; bugün görünen manzarada bir tarafta “Mısır’ı kendi inandıkları fikirlere uygun bir mekana çevirmek isteyen Müslüman Kardeşler ve Selefiler içindeki destekçileri” bulunmaktadır. Hatta Selefilerin içinde “Hazem Ebu İsmail liderliğindeki grup gibi aşırı uca doğru çok daha büyük hamleler isteyen guruplar” da vardır. Diğer tarafta ise “entelektüeller ile laiklikten oldukça uzakta olan mütedeyyin müslümanlar ve ayrıca sözde laik Kıptiler” yer almaktadır.
Bu gurupların birbirlerine bakışı ve yaklaşımı hiç şüphesiz güven telkin etmediği gibi çatışmaya da açıktır. Selefiler ve Müslüman Kardeşler’in bazı katı üyeleri birçok sıradan müslümanı bile tam müslüman olarak saymaz iken; diğer guruplar ile anlaşması beklenemez. Ancak unutmamak gerekir ki bu durum hemen her din müntesiplerinde görülür. Evangelistler diğer hrıstiyanlara; kabalaistler sıradan Yahudiye farklı bakarlar. Bu durumun ABD veya İsrail’de normal görülürken; Mısır’da yadırganması sosyolojik kurallara aykırıdır.
Diğer taraftan Mısır’ı yakından tanıyan herkes bilir ki; Mısır ne Müslümanlar ne de Kıptî ve diğer din mensupları açısından homojen bir yapı arzeder. Bütün Mısırlıların genel ve ortak karakteri yumuşak başlı, barışsever ve gündelik menfaat ve hesaplarını iyi bilen kişiler olmalarıdır. Bunun dışında, mütedeyyin guruplar arasında onlarca cemaat ve fırka (Şiiler dahil), entelektüeller arasında, laik ve islamî eğilimliler, salt pozitivist yaklaşım sergileyenler; hayatın her vechesini dinî referanslara dayandıran guruplar, gündelik dinî ritüellerini yapma konusunda hassas fakat idarenin dinî referanslı olması konusunda hiç fikri olmayanlar ile bunların yanında Mısır’da saygın bir yeri olan Ezher geleneği. Bir de 20. Yüzyıl boyunca boşuna Mısır milliyetçiliği ile Arap milliyetçiliği arasında debelenenler.
Ben, tahmin edileceği gibi, bu çeşitliliğin ve bugün yaşanan sürecin bir ideolojik savaş değil, bir kimlik bunalımı olduğuna inananlardanım. Bu bunalımın kökleri de zannedildiğinden çok daha derindir. Tarihin çeşitli dönemlerinden başlatmak mümkün olmakla birlikte; İngilizler’in 1882 yılında Mısır’ı işgal etmelerinden itibaren bölgede söylenmeye başlayan “Mısır Mısırlılarındır” söylemi bu bunalımın bir özeti gibidir.
Hangi Mısır hangi Mısırlılarındır?
Şehir, bölge, ülke anlamlarına gelen “Mısır” kelimesi bilindiği gibi İslam tarihi boyunca bu ülkenin önce başkentine (Kahire’ye) sonra da bütün ülkeye verilen isimdir. Bugün dahi halkın çoğunlukla “Mısır” ile kastetiği yer, Müslümanların kurdukları “Kahire” şehridir. Bölgenin tarih boyunca çeşitli isimleri olmuştur, ama en bunalımlı dönemlerde batılıların kullandıkları “Egypt” kelimesi yerine Mısır’ın kullanılması anlamlı olmalıdır. Egypt, antik bölge dillerinden türemiş bir kelime olarak tanımlanmakla birlikte; daha ziyade hırıstiyan Kıptîlerin (Copt) isminden türetilmiş olması varsayımı üzerinde de durulmaktadır. Yani bu kelime hırıstiyan Kıptîleri anlatmaktadır. Bu durumda ülke ismi üzerinden bile iki ayrı kimliğin çatışmasını görmek mümkündür. Batıda bu ülke sadece “Egypt” olarak tanımlanırken ülkenin resmi adı “Mısır Arap Cumhuriyeti”’dir. Bu algı veya farklı kimlik tanımı aslında diğer Araplardan sonra Müslüman olmuş Mısırlıların da zihin dünyasını bulandırmaktadır. Zira kökenleri itibarı ile de Arap olmayan yani Musta’reb sınıfına giren Mısırlılar; dini kimlik dışında kendilerini ne ile ifade edeceklerini bilememektedirler. Müslüman olduktan sonra, yerel dillerini dahi unutarak; İslam’ın ve Kur’an’ın dili olan Arapça’nın tesirinde kalarak Araplaşmış olmakla birlikte; Arap geleneğindeki katı tasnife göre -itirafı zor olsa da-, sonradan Araplaşmak onları Araplar arasında iknci sınıfa düşürmektedir. Ancak kendilerini “Kıpti Müslüman” olarak tanımlama tercihleri de bulunmamaktadır. Zira bu kimliği hırıstiyan kalan Kıptîler sahiplenmişlerdir.
Bu yüzden gerek İngilizler’in işgal ve himaye dönemlerinde, gerekse de 1952’den sonra yeniden kimlik oluşturma (sözde öze dönme) dönemlerinde Müslümanları temsil eden “Mısır” kelimesi sihirli bir kelime olarak varlığını sürdürmüştür. Oysa yapılan her yenilik, gerçekleştirilen değişimler ve nihayetindeki devrimler bu söylemin aksine, Mısırlıları kendilerinden biraz daha uzaklaştırmıştır. Ülkedeki modernleşme hareketleri ya da Batı’ya yakınlaşma çoğu kere Kıptîleri mutlu etmiştir. Bu durum Kıptîlerin sosyal seviyelerini yükseltmiş ve idare üzerindeki nüfüzlarını arttırmıştır. Zaman içinde seküler guruplar, pozitivistler, enternasyonalistler vs. Kıptîlerin tabii müttefiki olurken; sıradan ve çoğunluğu oluşturan Mısırlılar ötekileştirilmiştir.
İhvan-i Müslimin hareketi ve daha sonra ortaya çıkan diğer dinî cemaat ve guruplar bu ikilemden istifade etmişlerdir. Bu hareketlerin dini eğilimleri, en azından bir kısmının taassubu hatta aşırıya kaçan görüşleri ya da programları Mısırlıların umurunda bile olmamıştır. Fakat bu hareketler çoğunlukla kendilerini ifade eden birer kimlik olarak görülmüştür. Bu yüzden de genel kabul görmüşlerdir.
Bugün Mısır’da yaşananlar hatta son referandum sonuçları bile bu tercihin bir yansımasıdır. Halkın anayasa taslağını okumadan oyladığını savunanlar bu gerçeği atlamaktadırlar. Yeniden yüz taslak gelse bile şartlar ve anlayış böyle olduğu sürece hiçbiri okunmadan oylanacaktır. Aslında Mursi de bunun farkındadır ve şimdilik kendince cesur davranışlar sergilemektedir. Başka bir ifade ile çoğunluk Mursi’yi görüşleriyle değil; kendi kimliklerine olan yakınlığı ile değerlendirmektedir. Tabii olarak da ülkede uzun zaman egemen olan ve Mısır’ın sahibi olduğunu düşünen kimlikler de kendilerinin ötekileştirildiğini düşünmektedirler. Bu çatışmanın nasıl bir hal alacağını kestirmek oldukça zordur. Zira burada gördüğümüz bir milliyetçilik ya da ideolojik çatışma değil, bir kimlik çatışması ya da bunalımıdır.
Hülasa, bugün Mısır’da yaşananlar her ne kadar Soğuk Savaş’ın artıkları ise de Paul Sullivan’ın söylediği gibi ideolojik bir çatışma hele hele bir medeniyetler çatışması değildir. Temelde olan mesele, yaklaşık iki asırdan beri bölgeyi dönüştürmeye çalışan “Egypt” ve “Mısır” terimleri ekseninde gelişen anlayışın bunalımıdır.