Türk Silahlı Kuvvetleri Irak ve Suriye’nin kuzeyindeki Sincar ve Karaçok gibi bazı noktaları havadan vurdu. Bu operasyon ABD, Rusya ve Avrupa medyasında manşetlere taşındı. Vurulan noktaların sadece bazı üst düzey PKK-YPG’li teröristlere ev sahipliği yapmakla kalmayıp aynı zamanda bölgedeki radyo-iletişim yayınları için önemli bir medya üssü olarak kullanıldığı söylendi. Ankara’nın bu stratejik hamlesini değerlendirirken bazıları Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de yayılan “Kürtçü” yapılanmayı önlemeye çalışan Türk hükümetinin şiddete başvurduğunu iddia ettiler. Ankara’dan yapılan açıklamalarda ise güvenlik sebebiyle bu tarz operasyonların ansızın yapıldığı, bölgeden Türkiye’ye sızmaya çalışan teröristlerin vurulduğu ancak hava harekâtı yapılmadan önce bölgedeki büyük oyuncular ABD ve Rusya’ya haber verildiği ifade edildi. Peki, eğer zikredilen bölgeler ulaşım ve iletişim için önemliyse bu yeni bir durum mudur?
Ortadoğu haritasının bazı noktaları üs olarak, bazı kitleleri insan kaynağı olarak dış güçlerin kullanım sahasına girmiştir. Tarihi vesikaları bugünkü gelişmeler ile karşılaştığımızda görüyoruz ki, çatışma ortamında sahaya yayılan silahların sevkiyatında kullanmak için bazı güzergahlar nasıl stratejik değer arz ediyorsa; bölge halklarını yönlendirmek için yapılan propagandalarda radyo-verici üsleri de askeri üsler ve yollar kadar önem ifade etmektedir. Bu minvalde Kürtçü militanların sığınma ve haber yayma üssü olarak Sincar Dağı ve çevresinin en az Kandil Dağı kadar kritik olduğu düşünülmektedir. I.Dünya Savaşı sonrasında İngilizler, Fransızlar ve Rusların kullanmaya çalıştığı “Kürtçülük”, II.Dünya Savaşı sonrasında bölgeye yerleşme iddiasındaki ABD’nin de hedefinde yer almıştır. Bazı arşiv belgeleri ve bilgileri ışığında geçmiş döneme ait propaganda yarışında Kürtleri kullanmak için birbiriyle rekabet eden İngiliz – Amerikan – Rus – Fransız politikalarına temas ederek geçmiş ile günümüz arasındaki benzerliklere bakmak bu çerçevede aydınlatıcı olabilir.
İngiliz Raporlarında Kürtçe Propaganda Siyaseti
Sovyet Rusya, 2.Dünya Savaşı sonrasında Kafkaslar üzerinden Ortadoğu’ya uzanmayı hedefliyordu. Ruslar ile bölgedeki İngiliz hâkimiyetinin yerini almaya çalışan Amerikalılar arasında Kürtleri kazanmak için bir mücadelenin yaşandığı dönemin İngiliz hariciye raporlarında kayıtlıdır. 1950 yılında Bağdat ve komşu ülkelerin başkentlerinden Londra’ya gönderilen raporlar, Kürtler üzerinde oynanan oyunlar hakkında çeşitli bilgiler vermektedir. Raporlara göre; Moskova, Irak petrollerine ulaşarak rakibi İngilizler ve Amerikalıların önünü kesebilmek için Kürtleri kullanmakta kararlıydı. Ruslar, Sovyet idaresindeki Ermenistan ve Azerbaycan toprakları üzerinden İran – Türkiye sınırlarına uzanmayı hedefliyordu. Moskova, Kürtleri yönlendirmek ve Kürt milliyetçiliğini kendi çıkarlarına göre ayarlamak için Erivan’dan yayın yapan Sovyet radyosunun Kürtçe yayınları ve propagandalarıyla Kürtlere ulaşıyordu.
8 Kasım 1950 tarihli Bağdat İngiliz Elçiliği raporu, Irak’ta Kürtlerin yaşadığı bölgelerde henüz güvenlik meselesi ortaya çıkmadığını ve çıkma ihtimalinin de pek muhtemel olmadığını kaydetmiştir. Ancak Erivan Radyosu’nun Kürtler üzerinde tesir oluşturmaya başladığına dikkat çekilmiştir. Süleymaniye’de ve Erbil’de bulunan yüzlerce radyo alıcısı üzerinden Kürtçe olarak yayın yapan Sovyetler, Kürtlerin dış dünya hakkında gelişmeleri takip etmelerini sağlıyorlardı. Saha araştırması yapan İngiliz kaynaklara göre, bölgedeki her köyde bir radyo bulunmaktaydı ve halk kahvehane tarzı mekânlarda bir araya toplanarak yüksek sesle yayın yapan radyoyu ana dilinde dinliyordu. Kuzey Irak’ı dolaşan İngiliz istihbaratçılar, bölgedeki Kürtlerin günlük gelişmeleri nasıl takip ettiklerini ve radyo yayınlarından uzak yaşamadıklarını görüp şaşırıyorlardı. Çünkü Kürtler komşu köydeki haberlerden daha çok o günlerde Kore’de yaşanmakta olan gelişmeleri takip ediyorlardı. Bölgedeki Kürtlere hitap etmek için Kürtçe yayın yapan İran’ın karşısında Kürtleri manipüle etmek isteyen Sovyet destekli yayınlar yer alıyordu. İngiliz istihbaratçılarına göre; eğer yakın bir gelecekte Kürtçe yayın yapan bir İngiliz radyosu ortaya çıkmazsa ve Kürtler mevcut Erivan Radyosu’nun yayınlarıyla baş başa bırakılırsa bu halkın Batı demokrasilerine karşı isyancı ve tehlikeli bir şekilde tavır takınıp komünizme meyledeceğinden şüphe yoktu.
Bağdat’taki Britanya Elçiliği, Kürtçe yayın başlatılmasını teklif ederken İngilizlerin açacağı Kürtçe radyo kanalı için üç ana konuya dikkat çekmiştir. Birincisi, Kürtçe yayın yapma işinin idaresi için ihtiyaç duyulan adımların atılmasıyla alakalıydı. İkincisi ise Türkiye, İran, Irak ve Suriye hükümetlerinin bu işe şüphe ile bakacak olmalarıydı. Üçüncüsü, bizzat Kürtlerin bu işe şüphe ile bakacak olmalarıydı. Elçiye göre, “Kürtler güvenilmez insanlar” idi. Bu yüzden İngilizlerin kuracağı Kürtçe radyonun idaresi ve yayınları Kürtler tarafından değil Kürtçe konuşan bir İngiliz tarafından icra edilmeliydi. Mamafih bir sene kadar evvel Londra’daki Türkiye Büyükelçisi ile İngilizler arasında geçen bir mülakatta Türk Elçi, Amerikalıların Voice of Amerika üzerinden bölgede Kürtçe yayın yapmalarına karşı Ankara’nın rahatsızlığını ifade etmişti. Ancak Türklerin veya bölgedeki diğer devletlerin buna karşı durmaları engellenebilirdi. Zira İngilizlerin Kürtlere yayın yaparak hitap etmeleri elzemdi. Bölgedeki ülkeleri teskin etmek için Sovyet ve komünizm tehlikesine atıf yapılacaktı. Kürtleri nüfuz altına alıp bölge ülkelerinin siyasi düzenine karşı kışkırtmak için Kürtçe yayın yapan Sovyetlerin bölgedeki propagandalarını kırmak adına İngilizlerin bu işe teşebbüs ettiklerinden bahsedilecekti. Onları bu politikaya inandırmaları halinde İngilizler bu işi yapabilirlerdi. Elçi, görüşlerinin şu ifadeler ile sürdürüyordu:
Bölgede Kürtçe yayın yaparken bölge hükümetlerini Kürtleri kullanacağımız zannından uzak tutacak şekilde hareket etmeliyiz ancak Kürtlere de onların milli meselelerine duyarlı olan ve arkalarında duracak olan büyük bir kuvvetin var olduğuna inandıracak şekilde davranmalıyız. Kürtçe yayın başlatma işine girmeden önce Suriye ve bölgedeki bazı ülke hükümetleriyle bazı istişarelerde bulunup meseleyi konuşma fikrine katılıyorum. Bu en azından onları göz ardı etmediğimizi gösterir ve ileride yayın işine müdahale etmemelerini sağlayabilir. Ancak Irak’ta kısa aralıklarla hükümet değişikliği yaşanması ve Suriye – Irak ilişkilerinin öngörülemez bir hal alması, aynı zamanda bu iki ülke hükümetlerini razı edip bir yandan Sovyet propagandasına karşılık vermek neredeyse imkânsız olacaktır. Türklerin ve İranlıların endişeleri de ayrıca hesaba katılmalıdır.
Kürtçe yayın yapma işine başlarken orta yol bir politika izlemeliyiz. Öncelikli hedef, Kürtlere onların dilinde haber sunmak ve Erivan Radyosu’ndan öğrendiklerine karşı bilgi vermek olmalıdır. Haber bültenleri ve Kürtçe müzikler sunarak bu iş yapılabilir. Daha iddialı olanları sonra uygulamaya sokarız.
Aynı günlerde Ankara’daki İngiliz Elçisi H. M. Eyres de yeni Türk Hükümeti’nin komşu ülkelerdeki gelişmelere nasıl baktığını öğrenmeye çalışıyordu. Türk Hariciyesi ile görüşmeler yapan Elçi, Rusların Kürt politikası ve Sovyetlerin Kürtçe yayınlarına karşı bu ülkedeki tepkileri görmek istiyordu. Eyres, Londra’ya gönderdiği raporunda muhatap olduğu Türklerin kendisine bu ülkede Kürtlerin rahatça yaşadıklarını ve komşu ülkelerdeki gibi isyana meyledecek ahval içinde olmadıklarını söylediğini kaydetti.
Kürtler Üzerinden Devletler Oyunu
Sovyetler, Kürtleri nüfuz altına aldıkları zaman bölgedeki İngiliz, Fransız ve Amerikan nüfuzunu kırabileceklerine inanıyorlardı. Sovyet Rusya, Ermenistan’daki Radyo Erivan üzerinden İran, Türkiye, Irak ve Suriye Kürtlerine ulaşmaya başlamıştı. Moskova, Kürtleri milliyetçi hisler ile doldurup ayaklandırma politikası güdüyordu. Böyle bir durumda İngiltere’nin hakim olduğu Irak ve İran petrol bölgelerinde sahaya girecek olan Kürtler, Batılı enerji şirketlerini iş yapamaz hale getirerek, Rusya’nın lehine hareket etmiş olacaktı. Bu proje İngilizleri korkutuyordu.
ABD, I. Dünya Savaşı’ndan beri Ortadoğu’nun petrol bölgelerinde imtiyaz elde etmek ve nüfuz tesis etmek için fırsat kollamış ve hem Irak’ta hem Suudi Arabistan’da hedefine ulaşmıştı. Amerikalılar, VOA (Voice of America) radyo yayınlarıyla Sovyetlerin Kürtleri hedef alan propagandalarına karşı Kürtçe yayın yapıp Kürtler üzerinde etki oluşturmak istiyordu. Rusların faaliyetleri ve Amerikalıların bölgeye yerleşme teşebbüslerinden endişelenen İngilizler, bir yandan Fransızlar ile rekabet ederken diğer yandan Rusya ve ABD’nin önünü tıkamaya çalışıyorlardı. Londra, aynı zamanda bölge halklarını Rusya ve ABD’nin emellerine karşı uyandırma politikasına başvurdu. 1930’lu yıllarda Irak petrolünün Suriye üzerinden Akdeniz’e bağlanmaya çalışıldığı günlerde İngilizler, Arapların Sovyet, Alman, Amerikan ve Fransız propagandalarına inanıp Britanya’ya karşı düşmanlık beslemelerinin önüne geçmek için ilk yabancı dilde radyo yayınını Arapça olarak başlatmanın hazırlıklarını yapmaya başladılar. Nihayet İngilizler, ilk yabancı dilde yayınlarını BBC Arapça üzerinden 1938’de gerçekleştirmeye başladılar. Radyo’nun sunucusu, Mısırlı Ahmed Kemal Sürur Efendi idi. Efendi, Araplar ile İngilizler arasında iyi hislerin oluşmasına katkı sağlayacaktı.
Fransızlar, Suriye’deki nüfuzlarını kullanarak Arap dünyasını İngilizlere karşı kışkırtma politikası güttüler. Fransa, gizlice Kürtleri kullanmak isteyen diğer devletlere karşı Arapları destekleyip İngiliz nüfuzuna karşı Fransız nüfuzunun Araplar üzerinde tesirli olmasını sağlamaya çalışırken diğer yandan Suriye’deki Kürtleri teşkilatlandırarak tüm Kürtlere ulaşmayı hedeflediler. Paris, Araplara karşı Kürtleri kullanmayı hedefleyen devletlerin politikalarını deşifre etmek ve Araplar arasında sempati kazanarak enerji güzergâhları üzerinde elini kuvvetlendirme hesabı yapıyordu. Büyük Harp’ten sonra Irak petrolünü İngilizler ve Amerikalılar ile paylaşan Fransızlar, Radyo Levant üzerinden bölgedeki Fransız politikalarına katkı sağlayacak yayınları yapıyorlardı. Osmanlı son döneminin milletvekillerinden ve Lübnan’ın meşhur isimlerinden Şekip Arslan, Arap milliyetçiliği sözcülüğünü üstlendi. Arslan, İngiliz karşıtıydı ve Britanya’nın müttefik-rakibi Fransızlar ile aynı safta buluşmayı tercih etmişti. Fransızca ve Arapça yayınlar yaparak, Suriye üzerinden Araplara hitap eden Radyo Levant’ta İngiliz karşıtı yayınlar yapmaya başlamıştı. Radyo, bazı saatlerde kısa süreli Kürtçe yayınlar da yaparak Kürtlere haber ulaştırıyordu. Hatta bu yayınlar Türkiye’deki Kürtlerin bir kısmına da ulaşıyordu.
İngilizler, BBC’nin Kürtçe yayın yapıp yapmaması gerektiğini belli dönemlerde tartışmış olsalar da böyle bir yayın başlatmadılar. BBC, Türkçe, Arapça ve Farsça yayınlar yaparak bu ülkelerde yaşayan Kürtlere de ulaştığını düşünüyordu.
Elbette her milletin kendi dilini en modern yöntem ve araçlar ile kullanma hakkı vardır. Burada tartışılan konu bu değildir. Burada dil ve etnisite üzerinden bölgemizde yakın tarihteki hipokrasisi irdelenmiştir. Nitekim bugün de Ruslar ve diğer Batılı ülkelerin büyük kısmı ise çeşitli Kürtçe yayın politikalarıyla ve özellikle internet üzerinden Kürt halkına ulaşmaya çalışarak, devletler oyununu sürdürmeye devam ediyorlar. Bölgede güvenlik tehdidi kaygısı bulunan Türkiye’nin de devlet refleksinin bu doğrultuda değerlendirilmesi gerekmektedir. Ortadoğu’da Kürtlerin yaşadığı bölgelerin neredeyse tamamında petrol ve tabii gaz kaynaklarının bulunduğu malumdur. Bu sahada rekabet eden büyük oyuncuların sayısı arttıkça Kürt kimliğinden bağımsız her devletin yönlendirdiği “Kürtçü” grupların sayısı da artmaktadır. Bağımsız bir ülkede petrol geliriyle refaha erme vaadiyle onlarca senedir kandırılan ve kullanılan gruplar bugün vekâlet savaşçıları olarak sahada yer almaktadırlar. Geçmişte olduğu gibi bugün de Irak ve Suriye’de bazı üsler sadece askeri maksatlar için değil aynı zamanda yayıncılık için kullanılmaktadır ve bu noktalardaki medya tesisleri bölgedeki rekabette belirleyici rol oynamaktadır.