1911 yılında Osmanlı Mebusan Meclisinde Siyonizm hakkında bir tartışma cereyan eder. Başta Gümülcine mebusu İsmail Hakkı Bey olmak üzere vekiller hararetle bu konu hakkında bilgi edinmek isterler. Dönemin sadrazamı İbrahim Hakkı Paşa şöyle bir açıklamada bulunur:

Bazı müfrit fikirli Avrupalı Museviler Filistin’de Musevi ahaliyi çoğaltarak orada bir Musevi Devleti kurmak fikrini hatırlarına getirmişlerdir. Kudüs’ün bizim için ne kadar mukaddes olduğunu bilen Yahudi varsa Siyonizm diye ara sıra çıkıp senede 4-5 kongre yaparak şarlatanlık eden birkaç Musevi’ye gülmektedirler. Nitekim memalik-i Osmaniye’de bulunan Yahudiler bunlara daha fazla gülmektedirler. Siyonizm fikrinin dünyadaki bütün Yahudilerce kabul edilip hayata geçmesi bir hayaldir. Çünkü dünyada hayale kapılmayacak bir kavim varsa o da Musevi kavmidir.

Tasvir-i Efkâr’da Siyonizm Tartışmaları

İbrahim Hakkı Paşa’nın bu sözleri Ebuziya tarafından Tasvir-i Efkar gazetesinde ciddi bir şekilde eleştirilir. Ebuziya’ya göre, Siyonizm şarlatanlığın çok ötesine geçmiştir. Ona göre Rumlar, Bulgarlar hatta Romanlar bile devlet kurmuşken 12 milyondan fazla nüfusa sahip olan Yahudilerin devlet kurması neden mümkün olmasın? Üstelik Spinoza gibi filozof ile Rothschild gibi dünyanın en zengin adamlarından birini yetiştiren bu milletin amacına ulaşması neden mümkün olmasın? Ebuziya’ya göre meydanda efal vardır, asâr vardır ve asârı vücuda getiren rical-i beni İsrail vardır.

Ebuziya sorularını çoğaltır: Peki yeşil ve mavi arası bir renk olan tirşe renginde ortasında Süleyman mührü olan bayrağa sahip Siyonizm nedir? İbrahim Hakkı Paşa’nın küçümsediği gibi şarlatanlık mıdır? Yoksa gerek Yahudilere gerekse insanlığa bir barış projesi midir? Cevapları da kendisi verir. Cevaplardan Osmanlıların zannedildiğinin aksine siyonizmi takip ettikleri ve bildikleri açıkça ortaya çıkmaktadır.

 

Arapça ve İbranicede ortak kullanılan “sahyun” kelimesinden türetilen Siyonizm, Kudüs merkezli bir Yahudi Devleti kurma amacını ifade etmektedir. Bu ismin seçilmesindeki amaç dini boyut vererek, dünyadaki tüm Yahudileri kendilerine celp etmektir.

Siyonizmin 19. Yüzyıl sonlarında Avrupa’da ortaya çıkmasıyla antisemitizm diye yeni bir kavram da ortaya çıkmıştır. Ebuziya’ya göre antisemitizm ile siyonizmin ortaya çıkışı aynı döneme rastlar. O’na göre bu kavramı seçen de Yahudilerdir. Siyonist karşıtı olan herkesi Yahudi düşmanı olarak göstermek için planlı bir şekilde ortaya atılmış bir kavramdır. Geçmişte onlarca defa zulüm ve işkence gördükleri dönemde kullanılmayan bu kavramın Siyonizm ile aynı devirde kullanılmaya başlanması bu savı doğrular niteliktedir. Bu şekilde Siyonizm’e karşı olanlar Yahudi düşmanı olarak lanse edilecekti. Ya da Yahudi değil, Siyonizm düşmanıyım deme ihtiyacı hissedeceklerdi. Her iki durumda da Siyonistler kazançlı çıkacaklardı.

1860’da Macaristan’da doğan Theodor Herzl siyonizmin kurucusu kabul edilir. İlki 1897 yılında Basel’de olmak üzere Siyonist kongreleri düzenler. Öldüğü 1904 yılına kadar tüm kongrelere başkanlık etmiştir. Herzl kongrelerde Yahudilere ait bir merkezin olmamasının ırkdaşlarının en büyük sorunu olduğunu ifade ediyordu. Yahudilerin tek millet olamamasının Yahudilerin fıtratıyla örtüşmediğini eğer devlet olamazlarsa gelecekte Yahudiliğin yok olacağını hararetle savunuyordu.

Herzl Amerika ve Avrupa’da bulunan birçok zengin Yahudi ile iletişime geçer. Çünkü Herzl İsrail’in kurulması için paranın olmazsa olmaz bir araç olduğunu bilincindedir. Herzl bu konuda şanslıdır. Dünyanın o dönem en zenginlerinden biri olan Rothschild ihtiyaç duyduğu desteği sunmaktan asla geri durmaz.

 

Khan’ın İsrail Projesi

Hikayenin gerisini yine Osmanlı basınındaki tartışmalardan dinleyelim: Herzl’in ihtiyaç duyduğu bir diğer araç ise basın-yayındır. Bu konuda da en büyük destekçilerinden biri Erets Israil (Yahudi Memleketi) kitabının yazarı Kahn’dır. Kahn aynı zamanda Filistin’de Yahudi Devleti’nin nasıl kurulacağı planını da hazırlar. Burada Siyonistlerin çözmesi gereken üç büyük problem vardır. Bunlardan ilki Kudüs’ü idare eden ve Yemen dâhil 600 bin Yahudi nüfusu olan Osmanlı Devleti; ikincisi dünyanın değişik yerlerinde yaşayan Yahudiler; üçüncüsü de kurulacak devletin beka ve meşruiyet sorunu.

Kahn bu problemleri nasıl çözeceğini kitabında ayrıntılı olarak anlatmıştır. En başta Osmanlı Devleti ile kapsamlı bir imtiyaz anlaşması imzalanacaktır. Bu imtiyaz Filistin’de boş halde bulunan arazilerle Emlak-ı Hümayun arazilerini kapsayacaktır.  Siyonizme hizmet eden kuruluşlardan biri 100 seneliğine bu arazileri kiralayacak bunun karşılığında da Osmanlı Devleti’ne her sene mukavelede yazılı olan meblağ ödenecektir. Bunun yanında Yahudiler dış borçlar konusunda Osmanlı Devleti’ne yardımda bulunacaklardır. 12 milyon İngiliz altını bu konu için hemen verilecektir.

Kahn Osmanlı Devlet adamlarının hangi argümanlarla ikna edilebileceğini de yazar. O’na göre Filistin’de nüfus azdır. Bu nedenle devletin vergi gelirleri de sınırlıdır. Bağdat demiryolu bitse dahi Filistin bu hattan çok az istifade edecektir. Buraya gelecek Yahudilerle devletin gelirleri artacaktır. Bu amaçla Herzl başta olmak üzere birçok teşebbüslerde bulunurlar. Özellikle Rusya’dan gelen Yahudilerin Filistin’e iskanı II. Abdülhamid tarafından veto edilir. Bunda padişahın vehmi etkili olmuştur. Sultan’ın Rusya Yahudilerini iskan etme konusunda yumuşama gösterdiği bir sırada ise İzzet Paşa devreye girerek padişahı bu fikrinden vazgeçirmiştir.

Bu plan başarılı olmayınca ikinci plan devreye sokulmuştur. Bu plan da Yahudi olmayan birine buraları kiralatma planıdır. Kahn bu plan için Musevi milleti namına hareket eden bir müessese ifadesini özellikle kullanır. Hizmet edecek kişiyi bulmak da zor olmamıştır. Bu kişi Suriyeli Katolik Necip Asfar’dır. Bu kişinin Yahudilikle bir alakası yoktur. Onlara sempati duyduğu bile şüphelidir. Fakat Ebuziya’nın ifadesi ile dünyada evladı pedere düşman, düşmanı düşmana itilafa mecbur eden bir vasıta vardır ki o da paradır. İşte o araya girince düşmanlık tahavvül etmiş ve her şey yoluna girmiştir. Ebuziya yazdığı makalelerinde bu konunun üzerine gitmiştir. Necip Asfar meselesi Mebusan Meclisi’nde de tartışma konusu olmuş ve bu proje akim kalmıştır.

İkinci konu da kendi ırkdaşlarına güvenmekten geçmektedir. Kahn’a göre Batı Avrupa’da yaşayan Yahudiler yerli halklarından etkilenerek Yahudilikten uzaklaşmışlar ve doğuda yaşayan Yahudilerle ırk bağından başka bir bağları kalmamıştır. Yahudi devletinin teşekkülü için doğu ve batı Yahudilerinin ittihat etmeleri kaçınılmaz bir gerçektir.

Kahn’a göre Şark Yahudileri ahlakça ilkel bir halde bulunmaktadırlar. Ancak örf adet ve geleneklere bağlı kalmış olan toplulukların ikna edilmesi her zaman daha kolay olacaktır. O’na göre üst sınıftakiler düşünce ve fikirlerini hayata geçirmek için daima avamın hizmetine ihtiyaç duyarlar. Çünkü sadakat fikri her sınıftan ziyade avamda kuvvetli olur. Bu yüzden Şark Yahudileri Avrupa Yahudilerine mukayese olunmayacak kadar sadakat meziyetine sahiptirler.

Kahn üçüncü probleme de bazı çözüm önerileri sunar. Kahn kurulacak bir Yahudi Devleti’nin Osmanlı Devleti’nin muvafakati ve devletler hukuku ile garanti altına alınması gerektiğini özellikle ifade etmiştir. Aksi takdirde bu devletin yaşaması pek muhtemel olmayacaktır.

Kahn kurulacak devletin teşkilat yapısını da ayrıntıları ile ele almıştır. Kahn’a göre kurulacak Yahudi Devleti asker problemi yaşamayacaktır. Çünkü sadece Rus ordusunda 50 bin Yahudi vardır. Ayrıca Yahudiler genç bir nüfusa sahiptirler. Yüksek rütbeli asker ihtiyacı ise başka ülkelerden temin edilecek askeri eğitmenlerle halledilebilir. Hatta Osmanlı Devleti’nden bile bu konuda yardım alınabilir. Kurulacak devletin yaşaması için daima hazır bir ordu bulundurulmalıdır. Devletin merkezi Kudüs olacak ve Yafa, Safed, Taberya’nın da dâhil olduğu 14 şehirden oluşacaktır. Eğer mümkün olursa bunlara Birüsseba ve Halilürrahman da dâhil edilecektir.

Kahn’a göre İsrail Devleti kurulup 1-2 nesil yaşarsa artık Yahudi meselesi halledilmiş olur. Yahudiler bugüne kadar ticaret ve zenginlikten başka bir şey düşünmemişlerdir. Bu amaçlarına da ulaşmış ve çok da zengin olmuşlardır. Ancak bunu yaşadıkları devlette sorun yaşamamak için kendilerini düşük göstermişlerdir. İsrail’in kurulması ile artık buna gerek kalmayacaktır. Filistin’de başka inançtan insanlar da yaşamaktadır. Bunlar birbirleri ile sürekli çatışma halindedirler. İsrail’in kurulmasından sonra burada sükunet sağlanacaktır. O’na göre Siyonistler bu konuda çok isteklidirler ve bunu sağlamaya da muktedirlerdir.

Balfour ve İsrail Devleti

1917 yılında savaş devam ederken yapılacak barış hakkında çerçeveler belirleniyordu. Eylül 1917’de Avusturya gazeteleri Viyana Büyükelçisi Hüseyin Hilmi Paşa’nın Almanya ve Avusturya ile Filistin meselesi hakkında anlaşma imzalandığını yazıyordu. Haberde eğer Osmanlı Devleti Hâkimiyet-i Osmaniye altında bir hükümet-i İsrailiye’nin tesisine Türkiye muvafakat ederse Avusturya ile Almanya’nın bu fikri teshil etmeleri iyi olur deniyordu. Hüseyin Hilmi Paşa ise dışişlerine bu haberin doğru olmadığını Viyana matbuatının Yahudiler elinde olduğunu yazıyordu. Bir ay sonra da Balfour deklarasyonu yayınlanacaktır. Ardından Avrupa’nın önemli şehirlerinde kalabalık mitingler tertip edilerek Avrupa devletlerinin siyasetlerini etkilemeye çalışmışlardır. 1919 yılında ise Cemiyet-i Akvam kurularak Yahudi meselesi bir şekilde çözülmeye çalışılacaktır. 1945 yılında Birleşmiş Milletlerin kurulması İsrail Devleti’nin kurulması sürecini hızlandırmıştır.

Bu yazıların yazılmasının üzerinden bir asır geçti. Siyonistlerin neye muktedir oldukları ve nasıl sükunet sağladıkları ortadadır. Bombaların altında ölen masum insanlara karşı medeni dünya ise bir sükunet içindedir. Acaba Kahn’ın kastettiği sükunet bu muydu?