ABD-İran geriliminde Trump’ın nükleer anlaşmayı iptaliyle daha fazla ön plana çıkan süreç, İran’a baskı açısından İsrail ve Körfez ülkelerinin verdiği destekle ciddi bir ivme kazandı. ABD önderliğinde ittifak halinde yapılan baskı İran’ı ekonomik ve siyasi yönden zor durumda bıraktı. Böylece İran’ın bölgede mezhep temelli ve milis güçleri üzerinden attığı adımlar aksiyle karşılık bulmaya başladı. Bu gelişme karşısında İran, Obama döneminde bölgede genişlettiği etki alanlarından tavizler vermek zorunda kaldı.

Bu duruma İran’ın etki alanları üzerinden bakacak olursak; İsrail hava kuvvetlerinin Suriye üzerinde yaptığı saldırılar ve yoğunlaşan Rusya-İsrail işbirliği, İran’ın Suriye’de etkinliğini kısıtlamada önemli bir faktör oldu. Yaptırımlar sonucu ortaya çıkan iç toplumsal olaylarla mücadele etmeye çalışan İran, Irak’ta da nispeten geri adım attı. İran destekli Haşdi Şabi gibi milis bir gücün Irak ordusunu parçası sayılması ve seçimlerden sonra Abdülmehdi’nin başbakan olması sonucu etkisini sahadan masaya çekti. Bu sebeplerden dolayı İran’ın Suriye ve Irak’ta etkinliğinde bir azalma gözlense de, Lübnan ve Yemen üzerinde baskıların yeterince karşılık bulmadığı söylenebilir. Saad Hariri üzerinden geliştirilmeye çalışılan baskı süreci Lübnan üzerinde sonuç vermedi. Yemen’de, Hudeyde limanı üzerinden bazı avantajlar sağlansa da, bu anlamdaki gelişmelere sürdürülebilirlik kazandırılamadı.

Esasen İran, sistematik ve topyekun bir baskıya maruz kalınca, alanın daraldığını görüp uzlaşı çabalarına duyarsız kalamayacak bir atmosferin içine girmişti. Ekonomik sıkıntılar ve toplumsal olaylar İran rejiminin direnme konusunda elini zayıflatmıştı. Bu sebeplerle İran için beklenilen bazı geri adımları atmak veya bir uzlaşı arayışı daha mümkün görünüyordu. Ancak son dönemde bölgede bazı değişimler yaşandı. Bu yaşanan değişimler adeta İran’a karşı birlik halinde hareket eden ittifakın elini zayıflattı. Bu değişimlere ek olarak İran, ABD içinde İran’a karşı farklı düşünceler olduğunu, Trump’ın İran ile savaş istemiyoruz çıkışı ile görüp kendinden daha emin bir şekilde Hürmüz Boğazı, Umman Körfezi ve Yemen’de adımlarını yeniden güçlendirdi. Bu adımlar, Körfez’in İran’ın milis güçleri ile mücadele etmekte zorlandığı izlenimini oluşturdu. Böylece İran’ın içerisinde ABD ile müzakereye karşı olan kanadın eli de güçlenmiş oldu.

Diğer Aktörlerin Diplomasi Arayışı

ABD-İran gerilimine  bugüne kadar sessiz kalan diğer aktörlerin bakışı ise, bu gerilimde ilerleyen dönemde belirleyici olabilir. Bugüne kadar ABD’nin ekonomik yaptırım tehditlerinden çekinen diğer aktörlerin İran’a yaptırımlardan olumsuz anlamda etkilenmesi derinleştikçe, gerilimin azalmasına dönük çabalar yoğunluk kazanmaktadır. ABD’nin İran konusunda içeride ayrıştığını ve net bir tavır sergilemekten uzak olduğunu gören diğer aktörlerin vakit kaybetmeden bazı hamleler yaptıkları söylenebilir. Bu bağlamda Asya Zirvesi öncesi ABD-İran gerilimine yeni bir aktör müdahil olmak istedi. Japonya Başbakanı Şinzo Abe İran’ı ziyaret etti. Ancak ziyaret sonrası yaşanan gelişmelere bakılırsa, bu ziyaretin henüz olumlu bir sonuç verdiğini söylemek mümkün görünmüyor.

ABD ile ticaret savaşları kızışan ve İran’a yaptırımlardan petrol ithali nedeniyle en çok etkilenen ülkelerden biri olan Çin, İran-ABD arasındaki gerilimde ilk etapta ABD ile uzlaşmaya yakın dururken; yaptırımlar genişledikçe ABD’ye yaptırımların da bir sınırı olduğu mesajını vermekten çekinmedi. Rusya’nın bölgede her farklı olay, yer ve görüşmede çıkarları doğrultusunda değişkenlik gösteren bir tavır sergileme politikası sürdürdüğü söylenebilir. Suriye üzerinden İsrail ile işbirliği içinde İran’a tavır koyan ve ABD Dışişleri Bakanı Pompeo ile görüşmesinde İran’a yönelik “biz itfaiye değiliz” açıklamasıyla İran’ı yalnız bıraktığı söylenen Rusya, Asya Zirvesi sonrası İran tavrında değişiklik sinyalleri veriyor.1 Avrupa ise, ABD’ye karşı tavrını biraz daha belirginleştirdi ve İran konusunda çözüm arayışını nükleer anlaşma konulu bir toplantı ile güçlendirmek istiyor.2

Özet olarak; ABD-İran geriliminde araya yıllardır İran’ı üst düzeyde ziyaret etmeyen Japonya bile girmeye çalıştı ve İran, Rusya’nın çıkar odaklı değişen, Çin’in ABD’ye karşı tavır alma eğilimini arttırdığı ve Avrupa’nın ekonomik çıkar odaklı baktığı şu süreçte nefes alma imkanı buldu. Elbette net bir şey söylemek için henüz erken ama İsrail’de seçim sonrası yaşanan belirsizlik ve Körfez ülkelerinin Filistin meselesinde kısmi değişen tavrı şu anki şartlarda İran ile yumuşamayı zorunlu hale getirebilir. Trump’ın en son yaptığı “İran’la her şeye yeniden başlamak önemli, İran’ı yeniden büyük yapalım, İran’a karşı askeri müdahale seçeneği hala masada”3 açıklaması da bu bağlamda değerlendirilebilir.

Trump’ın Ortadoğu Politikası

ABD-İran geriliminde şu ana kadar yaşanan gelişmeler işaret ediyor ki; ABD bölgede etkinliğini İsrail-Körfez işbirliği üzerinden sürdürüyor ve bu işbirliğinde bir sorun oluştuğu zaman hegemon güç ABD, kendisine meydan okuyan İran karşısında sınırlı veya geniş çaplı bir operasyondan kaçınıyor. İran’ın uluslararası hava sahasında bir ABD insansız hava aracını düşürmesi ve bu olayı detayları ile birlikte dünyaya ilan etmesine ABD’nin orantısız ve acil bir karşılık vermemesi bu değerlendirmeye örnek teşkil etmiştir.

Ayrıca İran’a karşı ittifak edenlerin her birinin bir noktaya kadar birlik sağlayabildiği ve belli bir noktadan sonra ise ayrıştığı düşünülebilir. Trump’ın hamlelerinin başından beri ekonomi odaklı olması, her artan gerilim sonrası bir zeytin dalı uzatmayı ihmal etmemesi, Trump açısından savaşın en son seçenek olduğuna işaret ediyor. Ancak Trump’ın ekonomi odaklı yaklaşımı, İran dahil bölgede oluşan tüm maliyeti işbirliği içinde olduğu Körfez ülkelerine ödetmek istemesi, Körfez ülkelerinin de verdikleri mali desteğe karşılık ABD’nin İran’a daha fazla baskı uygulaması talebi, İran’a baskı arttıkça yapılan işbirliğinin açmazlarını ortaya koymuştur. İsrail’in de bölgede zayıflatılmış olması şartıyla bölge için tehdit olarak görülüp haydut olarak tanımlanan bir devletin varlığından rahatsız olmayacağı düşünülürse, Körfez hariç diğer aktörlerin bu durumdan memnun olacağı düşünülebilir. Diğer bir açıdan bakılırsa, Körfez de İran ile savaşmanın altından kalkılamayacak boyutlarını göz önüne aldığında zayıflatılan bir İran’dan memnun kalacaktır. Körfez ülkelerinin ilk olarak İran ile savaşmaktan ziyade, İran ile en azından dengeyi sağlayan bir pozisyon almayı hedefledikleri ve bu dengeleme esnasında ABD ve İsrail’in İran ile sıcak bir çatışmaya girmesinden de memnuniyet duyacakları söylenebilir.

Ayrıca bölgede çeşitli resmi açıklamalar ve sahada karşılık bulan gelişmeler üzerinden son dönemde ABD-Rusya ilişkilerinde işbirliği alanlarının arttığı gözlenmektedir. Bu işbirliği alanlarında kimi zaman İsrail önemli bir aktör olmuş, kimi zamanda Rusya’nın Suriye’de ve Ortadoğu’da çıkarları etken olmuştur. ABD açısından ise, son dönemde bölgede varlığını güçlendiren Rusya’dan habersiz adımlar atmanın zorlukları göz önünde bulundurulduğunda iki ülkenin yeni işbirliklerine açık olduğu söylenebilir. Trump’ın Golan Tepeleri kararına Suriye’de en etkin güç haline gelen Rusya’nın vermiş olduğu yetersiz tepki de, ABD-Rusya uzlaşısının mümkün olduğuna işaret eden bir gelişme olarak okunabilir.4 Bu gerekçelerle içinde bulunduğumuz zaman diliminde Trump dönemi ABD’nin Ortadoğu politikası, İsrail-Körfez işbirliğiyle ve Rusya ile iletişim halinde sürmektedir, denilebilir.

Tüm bu gelişmeler ve değerlendirmeler ışığında ABD-İran gerilimde ABD’nin tavrı, diplomasi ile savaş arasında savaşa yakın ama geniş çaplı bir askeri operasyondan uzak, gerilimi sürekli kılan ve bu gerilimden nemalanan bir “yıpratma savaşı” olarak değerlendirilebilir. Şu anki ABD-İran gerilimi bir “stratejik savaş” olarak görülebilir ve eski usullere göre bir çeşit “kuşatma” olarak ifade edilebilir. Bu durum “Önce Amerika” teziyle ekonomik, askeri, dini ve siyasi yönleriyle Trump Doktrini açısından değerlendirilirse5, Trump için siyasi uzlaşı ve askeri gerilim sonrası diplomasi mümkün ancak her şartta ekonomik tavize yer yok şeklinde yorumlanabilir. Ekonomik ambargo, izolasyon ve caydırma yöntemleri de bu kuşatmanın süreçleri olarak görülebilir.

Umman Körfezi’nde meydana gelen tanker saldırıları ve ABD’nin insansız hava aracının düşürülmesi sonucu gelinen noktada İran, algısal olarak üzerindeki baskıyı bir ölçüde hafifletmiş görünmektedir. Ancak Çin, Avrupa, Rusya ve Türkiye gibi aktörlerin ABD’nin
İran yaptırımlarına bir alternatif üretmemesi halinde, İran’ın uzun süreli alanları genişletilen yaptırımlara direnmesi pek mümkün görünmemektedir. Sonuç olarak, son yaşanan gelişmelerin İran’a biraz daha zaman kazandırdığı söylenebilir.

ABD-İran gerilimin azaltılması için ne ABD ne de İran’ın gerçekçi bir katkı sağlaması pek mümkün görünmemektedir. Çünkü İran fırsat bulduğunda bölgeyi ateş çemberine aldığı gibi ABD’de çıkarları doğrultusunda bölgeyi ateşe vermekten çekinmemektedir. ABD-İran gerilimi birbirini o kadar besliyor ki; İran dursa Pompeo-Bolton’un temsil ettiği aşırı sağcı ve evanjelist eğilim, İsrail ve Köfrez durmayacak; bu blok dursa İran durmayacaktır. Dolayısıyla, ABD-İran geriliminin azaltılmasında belirleyici olan tarafların, gerilimi tırmandıracak enerjiden yoksun kalması veya diğer aktörlerin oluşturduğu atmosferin devreye girmesi en yakın  çözüm gibi görünmektedir.