Türkiye’de “Afrika Çalışmaları” genellikle akademik bakımdan geri kalmış ve ilgilenilmeyen bir alan olarak akla gelir. Bir yandan bu alanda yapılmış akademik çalışmalara bakıldığında Avrupa ve Ortadoğu üzerinde yapılan çalışmalarla kıyasla bu ön yargı doğrulanırken diğer yandan son zamanlarda Afrika çalışmaları üzerine yapılan girişimler ve gösterilen çabalar artık Afrika’nın da Türk araştırmacılarının nezdinde cazibeli bir alan olduğunu göstermektedir. Bugüne kadar Sahraaltı Afrika alanında yerli telif ve Türkçe’ye kazandırılmış birçok eser mevcuttur. Bununla birlikte, bu alanda hala bir hayli eksiklik de dikkatleri çekmektedir.

Son yıllarda, bu eksikliğin, Türkiye’nin kıtayla ilişkilerini de kısmen etkilediği gerçeğinin farkına varılması üzerine atılan adımlar ile alanın canlanmaya başladığına şahit oluyoruz. Afrika araştırma merkezlerinin çoğalması, üniversitelerde Afrika siyaseti ve tarihi derslerinin verilmeye başlanması, Türk-Afrikalı uzman araştırmacıların bu konuda bilimsel ve akademik buluşmaları ve son olarak Türkiye’deki üniversitelerin kıta üniversiteleriyle akademik işbirliklerinin teşvik edilmesiyle daha şimdiden olumlu sonuçlar elde edilmektedir. Fakat bu olumlu gelişmeyi, Batı ve bazı Asya ülkelerinin kat ettiği mesafeyle kıyaslarsak, Türkiye’deki Afrika çalışmalarının henüz yeterince kurumsallaşmadığını da gösterir. Bu yazıda Afrika tarihi yazıcılığına kısaca değindikten sonra Türkiye’deki Afrika çalışmalarının durumu ve alan üzerindeki önemli düşündüğümüz bazı hususlar ele alınacaktır.

Afrika Çalışmalarının Bilimsel Evrimi

Afrika’nın sömürgecilik öncesi ve hatta sömürgecilik dönemi tarihi, sosyolojisi, felsefesi, teknikleri ve bir çok alanı protohistorya ve sözlü kaynaklara dayalıdır. Yani kıtanın kendine özgün geliştirilmiş ve yaygın bir yazısı olmadığından, sömürgecilik öncesi döneme ait bilgiler hep kıta dışından, genellikle Araplar tarafında Arapça ve daha sonra Avrupalılar tarafından aktarılmıştır. Bilindiği gibi batı kültürüyle temasa geçinceye kadar Afrika kültürlerinde bilgi aktarımı daha çok sözlü kültür ile devam etmiştir. İslamiyet ile birlikte Mali, Bornu, Soghay, Sokoto İmparatorlukları gibi bazı Afrika devletlerinin Arapça kullanarak arşiv tutmalarına rağmen yazılı kültür sınırlı kalmıştır. Bu da uzun zaman kıtanın medeniyet ve tarihten yoksun olduğu görüşünün hakim olmasına neden olmuştur. Literatüre baktığımız zaman özellikle Batıda Afrika çalışmalarına asırlar önce başlanmıştır. Tarih, Sosyoloji ve Felsefe gibi farklı alanlarda yapılan çalışmalarda zaman içerisinde birçok akım, yaklaşım ve ekolün geliştiği görülmektedir. XX. yüzyılın ilk yarısına kadar Afrika ile ilgili yapılmış çoğu çalışmalarda Avrupalı gezgin ve seyyahların gezi raporları ve seyahatnameleri kaynak kullanılarak, taraflı ve Avrupa Merkezci akım ve yaklaşımlar benimsenmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise hem Afrika hem de Asya’daki bağımsızlık hareketleriyle birlikte gerek Batıda gerekse Afrika’da yapılan Afrika çalışmaları kısmen daha objektif olarak ele alınmaya başlanmış ve hakkettiği itibara kavuşmuştur.

Erken dönemde yapılmış Afrika çalışmaları bazen gerçeği yansıtmakla beraber tamamına yakını sömürgeciliğin meşruiyetini ve önemini savunan, Avrupalı devletlerin sömürgeci politikalarını destekleyen çalışmalardır. Sahraaltı Afrika özelinde bakıldığında XVIII. ve XIX. yüzyıllarda gerek Avrupa merkezinde gerekse coğrafi keşifler bahanesiyle Afrika’ya giden araştırmacılar ve daha sonra diplomat, sömürge yöneticisi veya askerler tarafından Afrika tarihi adı altında yazılmış eser, kronik ve seyahatname türünde çalışmalar büyük ölçüde sömürücü ve sömürgeciliği teşvik etmeye yöneliktir. Ancak XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişen antikolonyalist yaklaşımın etkisiyle hem batılı hem de Avrupa’da eğitim görmüş Afrikalılar tarafından objektif bir biçimde başlatılan Afrika çalışmaları dünya çapında ilgi kazanmaya başlamıştır. Sömürülenin kısmen özgürlüğüne kavuştuğu o dönemde Marksizm’den ve özellikle kıtanın sömürgecilik deneyimlerinden esinlenen antikolonyalist  akımlar ile ortaya çıkan çalışmalarda kin, nefret ve öfke duygusunun etkisiyle sömürgecilik isyan edercesine ele alınmıştır. Afrika’nın özgün medeniyeti ve tarihini savunan bu dönemki çalışmalar sadece sömürgecilik karşıtı tezler üretmekle kalmayıp Négritude akımı/hareketi gibi Afrika merkezci radikal bir yaklaşım benimsemiştir.

XX. yüzyılın son çeyreğinde Edward Said’in Oryantalizm çalışmasıyla tahrik edilen postkolonyal akım, Afrika’nın da akademik camiasında ve özellikle sosyal bilimler alanlarında yankı uyandırmıştır. Bu akımdan etkilenerek 1980’li yıllarda başlatılan ve eski İngiliz sömürgesi Hindistan’ın sosyo-kültürel tarihini ele alan Subaltern Studies dizisi de Afrika çalışmaları alanında etki bırakmıştır. Artık bu akımının etkisiyle Afrika dışında ve özellikle batıda yapılan Afrika çalışmalarına tenkitle yaklaşarak Afrika’yı içeriden yahut denildiği gibi “mağlubun” bakışı ve yaklaşımıyla anlamaya çalışmaktadır.

Afrika çalışmalarının Batılılar tarafından Avrupa merkezci bir bakış açısıyla başlatılmasıyla birlikte, zaman içinde kıta üzerine önemli eserlerin ortaya çıkarılması ve birçok boşluğun doldurulması sağlanmıştır. Batılılar iki yüzyıldır Afrika Araştırmaları Dernekleri, Afrika Araştırmaları Merkezleri, Afrika Çalışmaları Enstitüleri ve Afrika çalışmaları bölümleriyle Afrika toplumları üzerine tarihten sosyolojiye siyasetten antropolojiye yerel dinlerden yerel dillere kadar incelikle araştırmışlar yapmışlar ve halen de devam etmektedirler. Tabii zaman zaman kendi devletlerinin çıkarlarına hizmet eden araştırmaları yapmalarına rağmen son yarım asırdan itibaren Afrika saha araştırmalarının yanı sıra geleneksel sözlü kaynaklara da başvurarak hem bilime, hem Afrika hem de insanlığa ilmi bakımdan önemli katkılarda bulunmuşlardır. Batılıların yanında Japonya ve Çin gibi Asya ülkeleri de aynı şekilde yıllar önce kurulmuş Afrika araştırmaları merkezleri ve enstitülerinin yanında Afrikalı uzmanlarla işbirliğiyle çeşitli dillerde dergiler çıkartarak uzun süredir Afrika çalışmalarıyla ilgilenmektedir.1 Afrika araştırmaları bugün de gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin akademik camialarında yakından takip edilen alanlardan biridir.2 Dolayısıyla bu gelişmeler yanında, Türkiye’nin de son yıllarda Afrika’ya açılım politikası alana karşı hayli ilgi duyulmasına yol açmıştır.

Türkiye’deki Afrika Çalışmalarının Durumu

Yukarıda söylediğimiz gibi Türk akademik camiası Afrika çalışmalarına daha yeni ilgi duymaya başlamıştır. Türkiye’nin Afrika açılımı politikalarıyla birlikte son senelerde bu alanda yapılan girişimler, gösterilen gayret ve çabaları göz ardı etmeden 2005 yılı öncesi döneme nazaran ne kadar mesafe kat edildiğinin altını çizmek gerekir. Sadece YÖK’ün tez veri tabanında taradığımız zaman son 10 senede çeşitli bölümlerden Afrika üzerine hazırlanan tezlerin ciddi oranda arttığı görülmektedir. Bunun yanında Afrika ile ilgili birçok kitap ve makale yazılmış olup kongrelerde sunulan tebliğlerden oluşan bir çok kitaplar da yayımlanmıştır. Aynı zamanda üniversitelere bağlı ve üniversite dışında kurulan Afrika Çalışmaları ve Uygulama Merkezleri, Afrika Çalışmaları bölümleri ve Afrika ile ilgili derslerin de çoğaldığı kaydedilmelidir. Bununla birlikte yukarıda sözünü ettiğimiz Batı ve Asya’daki Afrika Çalışmaları ile kıyasladığımızda Türkiye’nin alanda bir hayli geride kaldığı ortaya çıkmaktadır. Elbette bugüne kadar sarf edilen tüm bu çabaları yok saymadan alan ile hak ettiği ölçüde ilgilenilmesi ve Türkiye’nin Afrika kıtasıyla ilişkilerini ileriye taşıması bakımından tespit edilen eksikliklerin de tamamlamak üzere ortaya konulması önem arz etmektedir.3

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan yakın döneme kadar Afrika üzerine yapılan çalışmaların çoğu tarih bölümlerinde yapılmış olmasından ziyade Osmanlı-Afrika münasebetleri yahut Osmanlı Afrika’sı olarak bilinen Kuzey Afrika ve Sahra bölgesiyle sınırlı kalmıştır. Son yıllarda durumun değişmesiyle birlikte yapılan çalışmaların çok yüzeysel nitelikte görüldüğü gibi ağırlıklı olarak ekonomi ve uluslararası ilişkiler alanlarda yoğunlaşmıştır. Özellikle alanda var olan eksikliği dikkate alarak bilgi açığını kapatmak adına yapılan bazı araştırmalar tekrardan öte nitelik bakımından da henüz kendisini ispat etmemiştir. Kimi araştırmacılar lisan yetersizliğinden dolayı kaynakları çeşitlendirmeden ve kimisi finansman yetersizliğinden saha araştırmaları yapmadan derin ve objektif araştırmalar ortaya koyamamaktadır. Tabii tüm bunlara, Afrika çalışmaları alanında mevcut yetişmiş ve araştırmacı/öğrencileri yönlendirecek yeterince uzmanların olmayışını da katmak gerekir. Son zamanlarda kurulan bağımsız ve üniversitelere bağlı Afrika Çalışmaları Merkezleri ve bölümlerinde bile uzman kadro eksikliği göze çarpmaktadır.4 Dolayısıyla bugün Türkiye’de Afrika çalışmalarına has dergilerin olmaması da doğal karşılanmaktadır. Keza, sık sık düzenlenen Afrika-Türkiye buluşmaları hususunda ekonomik zirveler, ticari ve ekonomik forumları öncelediğinden akademik bilgi alışverişi ve bilimsel buluşmalar arka plana itilmiştir.

Uluslararası arenadaki güç dengelerinin sarsılmaya başladığı bu dönemde Türkiye gibi yükselen güçlerin söz sahibi olmaları için 54 ülkeden oluşan ve her bakımdan gelecekte umut vaat eden Afrika kıtasının güvenine de ihtiyaç duyulmaktadır. Bu güvenin insani yardım, ticaret veya ekonomik işbirliği ile elde edilemeyeceği ancak kıtayı iyi tanıyıp bilmekle mümkün olacağı bilinmektedir. Türkiye’nin bugün Afrika çalışmaları alanında iki asırdır alanla uğraşan Batı ve bazı Asya ülkeleriyle rekabet edemediği gibi bu şekilde sahada da uzun vadede fiilen siyasi ve diplomaside rekabet etmesi zor gözükmektedir. Siyaset ve diplomasinin “bilgi güçtür” anlayışıyla yürütüldüğü modern dünyada ülkelerarası ilişkiler tesisinde ve birbirlerine yönelik politikalar üretiminde akademik araştırmaların ne kadar önemli bir yere sahip olduğu açıktır. Bu anlayışı yararlı bir şekilde değerlendiren batı ülkeleri Afrika ile ilişkilerini çok köklü bilgilere dayandırdığı söylenebilir. Buradan yola çıkarak Türkiye’nin Afrika çalışmaları alanında artık ne yapması gerektiğine dair sorular akla gelmektedir. Yapılacak araştırmalarda öncelik uluslararası literatürde mevcut çalışmaların devam ettirilmesi yönünde mi yoksa Afrika ile ilişkilerin geliştirilmesi yönünde mi olacaktır?

Afrika Çalışmalarında Esas Alınacak Hususlar

Türkiye’de Afrika Çalışmalarının temelinin atıldığı bu dönemde  öncelikli olarak alanın amacı, hedefi, metodolojisi ve yol haritasının Türk akademik camiası tarafından devletin kıtaya yönelik vizyonu çerçevesinde belirlenmesi gerekmektedir. Bu alanın kurumsallaşması ancak araştırma merkezleri ve enstitülerin koordinasyon içerisinde kalarak ve bilgi alışverişine açık halde bu yol haritasını takip ederek mümkün olabilir. Bu alan diğer alanlar kadar profesyonel ve orijinal çalışmalar üretme kapasitesine sahip olması gerekir ki, devletin Afrika politikalarına yönelik yeni ve farklı işbirliği modellerinin sunulduğu, Afrika’da görev yapacak büyükelçi, konsolos ve personellerin yetiştiği, Afrika konusunda kamuoyunu bilgilendirecek gazeteci, yazar ve uzmanların eğitim aldığı referans alan niteliği kazansın.

***

Önemi itibarı ile Afrika çalışmaları egzotik çalışmalar alanı ve egzotik kıta ön yargısından çıkarılarak cazip hale getirilmelidir. Egzotik anlayıştan kurtulmak için araştırmacıların alanda çalışmalara dahil olmaları ve aidiyet hissederek ve sahayı benimsemeleri gerekmektedir. Bu yaklaşım aynı zamanda siyasetin bilgiden bağımsız olmadığı bilinciyle araştırmacıların Türkiye’nin Afrika ile ilişkilerindeki hedefleri göz önünde tutarak ne çıkarcı ne de romantik yaklaşımlara kapılmadan insanı merkeze alan yaklaşımla insanlığa hizmet edecek ve ezberleri bozacak otantik ve yararlı araştırmalar ortaya çıkarmalarına vesile olacaktır. Kaldı ki hedeflenen toplumların birbirini tanıyabilmesi ve resmi ilişkilerin de mütekabiliyet temelinde kurulması  için sadece Türkiye’de Afrika çalışmalarına önem verilmesi yeterli değildir.

Günümüzde bir çok Afrika ülkesinde ve özelde Kamerun’da -özel olarak üniversitelerin tarih bölümleri örneğinde-, Afrika ve Kamerun tarihinin dışında Avrupa Tarihi, Uzak ve Güney Doğu Tarihi genel olarak ve özel olarak da Hindistan, Çin ve Japonya tarihi gibi dünya tarihi ile ilgili dersler okutulduğu halde, yüzyıllarca Doğu Avrupa, Kafkasya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya hükmetmiş Osmanlıların tarihinin okutulmaması dikkat çekicidir. Halbuki küreselleşme ve globalleşmeyle birlikte bir köy haline dönen dünyada, bilhassa tarih yazıcılığında da artık uzun süre tarih yazımının tercih edilmesiyle, tarihi olaylar ve gelişmeler birbirine bağlanmıştır. Aynı şekilde Kamerun’un Fransızca ve İngilizce olan iki resmi dilinin yanında orta okul ve lise öğrencilerine ikinci dil olarak zorunlu tutulan Arapça, İspanyolca, Almanca ve hatta Çince gibi seçenekler arasında Türkiye’nin kıtadaki görünürlüğüne rağmen Türkçe’nin yer almaması da ayrıca dikkat çekmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin,  Afrika’daki üniversitelerde Türkoloji bölümleri açılması, Afrika ülkelerinin resmi dillerinin yanında yabancı dil olarak Türk dilinin öğretilmesi ve Türk tarihinin de tarih ders müfredatlarına dahil edilmesi için ilgili kurum ve hükümetlerin nezdinde girişimlerde bulunması elzemdir. Ancak bunların olabilmesi için Türk araştırmacıların sahaya inmeleri ve sahadaki gerçekleri görmeleri gerekmektedir.